Abdülbaki Erdoğmuş

İslamsız Müslümanlık


Скачать книгу

tezhip ne sülüs ne hat yazmak için

      İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin

      Ne tapınak ne nutuk ne vaaz dini için

      İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin

      Ne meslek kaygıları ne kariyer hesapları için

      İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin

      Ne erkeği yüceltmek ne kadını aşağılamak için

      Ne Araba paye vermek ne Acemi hor görmek için.

(Safahat)

      Bu bağlamda büyük düşünür Dr. Ali Şeriati’nin şu tespiti de önemlidir:

      Kur’an kurslarında Kur’an’ın ne dediğini değil de, Arapça harflerinin nasıl okunduğunu öğretmeye devam ettiğimiz sürece kimse gelişmiş, erdemli, ahlaklı bir toplum beklemesin.

      Kur’an’da, peygamber kıssaları, tarihî şahsiyetler, çeşitli kavim ve topluluklar, yaşanan olaylar, tevhit ve şirk mücadelesi gibi örnekler, sırf tarih bilgisi olarak değerlendirilmemektedir.

      İnsan fıtratı bugün ne ise on binlerce yıl önce de böyleydi ve bizden on binlerce yıl sonra da hep böyle olacaktır. Yaşanan her olay, üzerinde “akletmek, düşünmek, ders ve ibret almak” için her döneme uyarlansın diye anlatılmaktadır. Akletmek, Müslümanlar tarafından terk edildi. Bu yüzden sefil hâle düştüler.

      “Düşün özünde apaçık olan ve hakikati bütün açıklığıyla ortaya seren bu Kitap!

      Onu, akletmeniz (düşünüp kavrayabilmeniz) için Arapça bir hitabe yaptık.

      Ve O, katımızda bulunan bütün vahiylerin kaynağından çıkmıştır; O, gerçekten yücedir, hikmet doludur.” (Zuhruf/43:2-4)

      Bu bilinç ile okuduğumuz her kıssanın ve geçmişteki toplulukların serüveninin tarih boyunca yaşandığı gibi günümüzde de yaşandığını görür ve tanık oluruz.

      Bin yılı aşkın bir süredir Kur’an-Müslüman ilişkisi ve Müslüman toplumun Kur’an karşısında takındığı tavrın Hz. Nuh ve kavminin durumundan farksız olduğunu açıkça görebiliriz. Hz. Nuh, kavmine Allah’ın dinine uymaları konusunda defalarca öğüt verdiği ve onları Allah’ın azabına karşı defalarca uyardığı hâlde, onlar Hz. Nuh’u yalanlamış ve şirk koşmaya devam etmişlerdir. Hz. Nuh’un “elli yılı eksik olmak üzere bin sene” yaşadığı dikkate alındığında, biz Müslümanların Kur’an karşısındaki durumumuz çok daha iyi anlaşılmaktadır:

      “Nuh şöyle yakardı: ‘Ey Rabb’im! Ben toplumumu gece gündüz davet ettim. Fakat çağrım, onların kaçışlarını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Ben onları, sen kendilerini affedesin diye çağırdıkça, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inat ve ısrar ettiler ve kibirlendikçe kibirlendiler.’ ” (Nuh 5-7)

      Hz. Nuh’un diliyle devlet-iktidar, saray, siyaset, sermaye, servet, para, din, seçkinler, halk ve köleleştirilmiş gruplar bir arada karakterize edilerek sunulmaktadır.

      Üzerinde en çok durulan ve detaylarıyla anlatılan Firavun-Musa kıssası başlıca örneklerden biridir. Bu kıssada adı geçen Firavun, Musa, Karun, Haman-Bel’am ve İsrailoğulları birer karakter olarak değerlendirildiğinde, Kur’an’da ‘misal’ olarak verilen olayları anlamak çok daha kolay olacaktır.

      Kur’an’da ders olarak anlatılan buna benzer tarihî kıssalar günümüze uyarlandığında, en başta Müslümanlar için büyük benzerlikler oluşturduğu görülecektir.

      2- Sünnet

      Karanlık geceler gibi işlerimiz, dini hayatımız, dinle ilgili düşüncelerimiz karışmış, karmaşık yollar içinde kaybolmuşuz. İslam’a giden yolların mezhep, meşrep, cemaat gibi adresleri bulmakla ancak mümkün görülmesi İslam’dan sapmak için yeterli olmuştur.

      Bütün bunlar dini hayat için kolaylaştırıcı olabilir. Ancak bu araçların hiçbiri İslam’a doğrudan giden yolu aydınlatacak bir ışık, istikameti gösterecek bir rehber, bir pusula veya harita değildir. Karanlık içinde şaşkın durumda olan biz Müslümanları aydınlığa ulaştıracak bir pusulaya ihtiyacımız vardır.

      Kaybedecek vaktimiz yok, zaman aleyhimize işliyor, ya helak olacağız ya da yolumuzu aydınlatacak bir ışık, doğru yolu gösterecek bir rehber, bir pusula, bir harita bulacağız.

      Bu pusulayı 1400 yıl önce Peygamber bize şöyle göstermektedir: “Karanlık geceler gibi işler karıştığı zaman Allah’ın kitabına sarılın.”

      Resul-ü Ekrem bunu yaşayarak göstermişti. Karanlığı aydınlatan kitabın hem elçisi hem mübelliği hem de yaşayan canlı örneği idi. Bu örnek olma durumu, Resulullah’ın vahyi uygulamasında ve yine Resulullah’ın ahlak ve yaşamında mevcuttur. Peygamber’in bu örnek yaşamı Kur’an-ı Kerim’den aldığını gözden kaçırmamak gerekir. Kur’an karanlığın ve cehaletin kapladığı bir coğrafyada, zulmeti, karanlığı, cehaleti din bilen bir toplumda karanlığı aydınlatacak bir ışık olarak okumayı, öğrenmeyi, bilmeyi, bilgiyi ve ahlakı öğütleyen bir kutsal kitaptır.

      Bu durumu Kur’an-ı Kerim şöyle özetlemektedir: “Allah inanç sahiplerine yakındır, onları koyu karanlıktan aydınlığa çıkarır.” (Bakara/2:257)

      Müşrik olarak tanımladığımız cahiliye Araplarının karanlık dünyalarını aydınlatan ve oradan yeryüzüne yayılan parlak ışıkların, günümüzde yansımalarını engelleyen gerekçelerin hâlâ geçerli olduğu açıktır. İlahi mesaj olarak Kur’an, karanlığı bilgi, hikmet ve irfanla aydınlatmıştı. Cahiliye toplumundan bir bilgi toplumu oluşturmuştu.

      Kur’an’ı bir İslam kitabı değil de bir din kitabı olarak çağımıza taşımak mümkün müdür? Temel soru, bunu nasıl başaracağımızdır. Burada İslam ve din arasındaki farkı gözden kaçırmamak gerekir. İslam, Âdem Peygamber’den itibaren insana verilen mesajlar ve ilkelerdir. Din ise bu ilkelerin tarih içinde yaşama geçirilmiş biçimleridir. Bu ilkelere ister “hanif dini” ister İbrahim’in dini diyelim, bütün peygamberlere gönderilmiş olan din tektir ve o din de “İslam” dinidir.

      Resul-ü Ekrem’i İslam peygamberi değil de Müslümanların peygamberi olarak çağımızda hayatın her alanı için örnek alabilir miyiz?

      Kur’an’ı da, Resulullah’ı da çağımıza taşıdığımızı düşünmüyorum. Aksine çağlar öncesinde her ikisinden de uzaklaşmıştır Müslümanlar. Asırlardır Müslümanlar Kur’an’dan, Peygamber’den ve İslam’dan uzak bir yolculuk sürdürmektedirler.

      Kur’an, İslam ve kâinat kitabı; Resulullah da İslam ve ahlak peygamberidir. Resulullah’ın sünneti de bundan başkası değildir. Kâinatı anlamayan ve ahlak üzere olmayan bir Müslümanlığı İslam olarak tanımlamak mümkün müdür?

      Sünnet; Kur’an’ı bir hidayet rehberi olarak çağın ruhuna uygun anlamak ve yaşamaktır. Bunun örneğini de Peygamberde görüyoruz. Sünnet, Resul-ü Ekrem’in Kur’an ile bir toplumu nasıl değiştirdiğini, bunun için nasıl mücadele verdiğini bilmek ve örnek almaktır. Bu değişimde peygamberin rolü rehberliktir ve kendisine gönderilen ilkeleri hayata geçirmesindeki tutumu, mücadelesi ebedi bir örnek ve sünnet olarak varlığını sürdürecektir.

      Sünnet, Asr-ı saadeti olduğu gibi günümüze taşımak da değildir. Sünnet, yüce ahlak üzere olmaktır; Kur’an-ı bir kâinat ve İslam kitabı olarak anlamak, aydınlattığı yolda yürümek ve yaşamaktır.

      Sünnet, Hz. Peygamber’in bir beşer olarak yaptıkları değil, Resul sıfatıyla