Abdülbaki Erdoğmuş

İslamsız Müslümanlık


Скачать книгу

gerektiğini tavsiye etmiştir.

      Bugüne taşımamız gereken, geçmiş dönemlerin yaşam tarzı değil, Kur’an’a uygun yaşayan Resul-ü Ekrem’in ahlakıdır. Sünnet, Hz. Peygamber gibi ana kaynak olan Kur’an’dan beslenmektir. Sünnet; Kur’an’ın toplumla buluşma yöntemidir. Bu durumda sünneti reddetmek; yöntemi, modeli, uygulama biçimini yok saymaktır, bu da gerçekçi olmaz.

      İlim ve hikmet ehlinin, din bilginlerinin, ilahiyatçıların, aydınların öncelikli çabası toplumu saf, berrak İslam düşüncesi ile buluşturmaktır. Bunun için Kur’an’ı Peygamber’den ayırmadan ve ayrıştırmadan bir bütün olarak anlamak gerekir.

      Yapılması gereken Kur’an’la yüz yüze gelmek, Kur’an rehberliğinde yaşadığımız çağı anlamaya çalışmaktır. Bu yönüyle sünnet, değişimi, yenilenmeyi, gelişmeyi Kur’an rehberliğinde başarmaktır.

      3- Hadis

      Hadis, Hz. Peygamber’in sözleri için kullanılır. Elbette Hz. Peygamber din başta olmak üzere ihtiyaç duyulan her alanda söz söylemiştir. Buhari ve Müslim başta olmak üzere birçok âlimin, zor koşullarda ve on binlerce rivayet arasından süzerek bir araya getirdikleri Hadis külliyatı çok önemli ve değerlidir. Bu alanda büyük gayretlerle derlenmiş eserlerin korunması, tartışılmaya açılması ve üzerinde tezlerin yazılması önemlidir. Uydurma ve zayıf hadisleri bahane ederek hadisleri tamamıyla reddetmek doğru değildir.

      Dinin ana kaynağı Kur’an olduğuna göre, hadisler de bu kaynağa göre değerlendirilir. Hadislerin güvenirliliği rivayetleriyle ilgilidir. Rivayet zincirinde genelde kuşkular olduğu için kesin bir ifade ile Hz. Peygambere isnadı mümkün değildir. Sorun, Hz. Peygamber’in sözlerinde (Hadis) değil, sözün Hz. Peygambere ait olup olmamasındadır. Bu yönde kuşku duyulması gayet doğaldır.

      Peygamber sonrası başlayan tartışmalar, sahabeyi kendi içinde ayrıştırırken, çatışmalar da sahabeye olan güvenin azalmasına neden olmuştur. Özellikle Cemel ve Sıffin savaşlarından sonra başlayan tarafgirlik, yeni bölünmelere, güvensizliğe ve derinleşen bir düşmanlığa zemin hazırlamıştır.

      Taraflar ancak kendi grubuna dâhil olan sahabeye itimat etmiş ve karşı tarafta olan sahabeye güven duymamış ve itimat etmemiştir. Birbirlerinin aleyhinde kullanmak için İslam’dan referans arayışına girenler, haklı olduklarını gösterecek referanslar bulamayınca en kolay yöntem olarak hadis rivayetlerine müracaat etmişlerdir.

      Kaos ve çatışma ortamlarında ve tarafların birbirlerinin aleyhine dinî referans araması, hadis rivayetinde sorunlar oluşturmuştur. Güvenilir bir sahabe olmasına rağmen karşı tarafta olduğu için rivayeti yok sayılmış veya değiştirilerek aktarılmıştır. En kötüsü de on binlerce uydurulmuş ifade hadis olarak aktarılmıştır. Hadisler, Hz. Peygamber döneminde yazılmasına izin verilmediğinden ve Kur’an gibi kitap haline getirilmediği için değişikliğe uğraması, ekleme ve çıkarmaların olması kolay olmuştur.

      Dini belirleyen vahiydir, bir yaşam modeli olarak vahyi ortaya koyan ise peygamberdir. Peygamberin görevi dininin doğru anlaşılmasını, doğru anlatılmasını ve doğru bir şekilde yaşanmasını sağlamaktır. Bu bağlamda peygamberin kendisine ait olduğundan şüphe edilmeyen sözleri, davranışları, uygulamaları dini hayat için örnek ve bağlayıcılık teşkil eder.

      Ancak peygamberin yaşamı bundan ibaret değildir. O her şeyden önce bir insandır, insani ihtiyaçları vardır; bir ailesi, akrabaları, dostları, komşuları ve yakın çevresi olmuştur. Bu alandaki ilişkileri önemli ve bizim için örnektir ancak bunlar din değildir ve din olarak yaşanılması söz konusu da değildir. Müslümanın sorumlu olduğu alan, din boyutudur.

Sünnet ve Hadis Arasındaki Fark

      Sünnet; Hz. Peygamber’in Kur’an referanslarıyla ortaya koyduğu yüce ahlak ve ona dayalı yaşam modelidir. Hz. Peygamberi, sünnet ve ahlakını doğru anlamadan İslam’ı doğru anlamamız mümkün değildir.

      Peygamber modeli olarak tanımlayabileceğimiz sünneti, zamanın ruhuna uygun olarak yeniden yorumlamak zorundayız. Sünneti olduğu gibi yaşadığımız çağa taşımak İslam’ın ruhuna ve değişim anlayışına uymamakla birlikte bu durumda sünnet, sünnet olma özelliğini de kaybeder. Çünkü sünnet, Kur’an’ı yaşama pratiğidir.

      Hz. Muhammed’in din olarak tebliğ ettiği, yaşadığı ve uyguladıklarının tamamı sünnettir. Fikir, görüş ve yorum olarak önemli olsa da Ehli Beyt, sahabeler, müctehid ve ulemanın söz ve uygulamaları din ve sünnet değildir, din ve sünnet adına hiçbir bağlayıcılığı yoktur.

      Hz. Peygamber gibi giyinmek bir tercihtir, sünnet değildir. Peygamber, içinde yaşadığı ve ait olduğu toplum gibi giyiniyordu. Resul-ü Ekrem özel bir dini kıyafet giymemiş ve giyilmesini de önermemiştir. İçinde yaşadığı toplumdan farklı giyinmediğini biliyoruz. Hatta en azılı düşmanları olan Ebu Süfyan, Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi giyinmeye devam etmiştir. Kıyafeti ile onlardan ayrışmamış; ahlak, İslam ve rahmet özellikleri ile ayrılmış ve farkını bu yönde ortaya koymuştur.

      Peki, cübbe, sarık ve sakal gibi dini kisveler nereden çıktı? Bir peygamberin kıyafetini model olarak benimsemek veya kişisel bir tercih olarak giymek ayrı, kıyafet ile peygamberi temsil etmek iddiası veya sünnet olarak tanımlamak ayrı şeylerdir. Aynı kıyafeti Mekkeli müşrikler ve Müslümanlar da giyiyor; kıyafetler üzerinden ayrışmıyorlardı.

      Nasıl oldu da peygamber ahlakı, ilmi, merhameti ve adaleti yerine kıyafeti ve dış görünüşü ile temsil edilmeye başlandı? Baskın bir kültür olarak değerlendirmek, bu kisveyi uygun görenleri hoş görmek elbette gereklidir, kıyafet özgürlüğü bu kişiler için de bir haktır. Ancak dini bir kisve olarak giyilmesi ve sünnet olarak görülmesi aldatıcı ve aldatmaya yöneliktir.

      Bu ayrımı Bayraktar Bayraklı “nebi” ve “resul” sıfatları üzerinden şu şekilde yapmaktadır:

      “Bize göre Hz. Peygamber’in resul olması, onun Allah’ın emirlerini alıp insanlara aynen ulaştırması; nebilik özelliği de bizzat kendisinin o buyrukları tatbik etmesi, kendini onlardan sorumlu tutarak hayata geçirmesi özelliğidir.”

      Resul özelliği ile asla hata yapamaz; getirdiği mesaja bir harf bile ilave edemez (Hakka/69:44-46) ama nebilik özelliği ile bazı yanlış fetva ve uygulamalarda bulunabilir. (Tahrim/66:1)1

      Hadis ise Hz. Peygamber’in sözleri demektir. Sorun hadisin tanımında veya varlığında değil, hadis diye iddia edilen sözlerin Resulullah’a ait olup olmamasındaki kuşkudur. Bu durum, Hz. Peygamber’in sağlığında yazılı kayıtlarda yer almadığı ve buna izin verilmediği için ancak vefatından sonra gündeme gelmeye başlamıştır. Hadislerin derlenmesi Peygamber’in vefatından sonra 70 ile 200 yıl arasında tamamlanmıştır. Takdir edilmesi gerekir ki bu kadar süre sonra tedvin edilen metinlerin tartışmalı olması kaçınılmazdır. Şîa ve Sünni geleneğin hadis külliyatı arasındaki fark, yakın dönemlerde yazılmış olmalarına rağmen iki ayrı peygamberden rivayet edilmiş gibi farklılık içermeleridir. Bu durum, hadis tedvinindeki tarafgirliğin en belirgin işareti olarak okunmalıdır.

      Hz. Peygamber’den hemen sonra başlayan fikir ayrılıkları, tartışmalar hadis rivayetlerinde kuşku oluşturmaya başlamıştır. Müslümanlar arasında fitne ve bölünmelerin yaygınlaştığı, Cemel, Sıffın savaşları gibi Müslümanların birbirlerini öldürdüğü, on binlerce Müslümanın kanına girildiği bir ortamda rivayetlerin sağlamlığından şüphe etmemek akla ziyandır.

      Tarafların haklılıklarını ispatlamak ve karşı tarafın haksızlığını göstermek için binlerce hadis uydurduğu dikkate alındığında, bir hadisin değişikliğe uğramadan