Edmondo De Amicis

Çocuk Kalbi


Скачать книгу

iyi görür müsün yavrum?” diye çocuğa sordu.

      “Ben mi? Bin adımdan bir kuşu görürüm.”

      “Bu ağacın tepesine çıkabilir misin?”

      “Bu ağacın tepesine mi? Bu benim için iki dakikalık iş.”

      “Peki, yukarıdan bana gördüklerini, bu tarafta Avusturya askerleri, toz bulutları, beygirler yahut parlayan tüfekler varsa bana söyler misin?”

      “Şüphesiz, hepsini söylerim.”

      “Bana bu hizmetimi görmek için ne istersin?”

      “Ne mi isteyeceğim? Vallahi hiçbir şey! Eğer Avusturya askeri için olsaydı ne kadar para verseler yapmazdım. Fakat bizim askerlerimiz için.. Ben Lombardiyalıyım…”

      “Pekiyi, öyle ise tırman bakalım!”

      “Biraz durun ki ayakkabılarımı çıkarayım.”

      Çocuk kunduralarını çıkarttı, pantalonunun kemerini sıktı ve kasketini çimenin üzerine atarak ağacın gövdesini kucakladı.

      Zabit ani bir korku duymuş gibi “Aman! Dikkat et!” dedi. Çocuk arkasına dönerek mavi gözlerinin sessiz sualiyle baktı.

      “Bir şey yok, çık!”

      Çocuk bir kedi gibi tırmandı.

      Biraz sonra koca ağacın tepesine vâsıl olmuştu. Ayakları yaprakların arasında kaybolmuş fakat gövdesi gözüküyordu. Güneş sarışın başına vurarak orada yaldızlı yansımalar yapıyor gibiydi. Yukarıda o kadar küçük görünüyordu ki zabit onu ancak görebiliyordu.

      Zabit “Doğruca ön tarafına, uzağa doğru bak!” diye bağırdı.

      Çocuk iyice görmek için sağ elinin dayandığı dalları ayırıyor ve gözünün önünden kaldırıyordu.

      Zabitin “Ne görüyorsun?” demesi üzerine çocuk eğildi ve elini boru gibi yaparak ona seslendi:

      “Yolun üzerinde beygirli iki adam.”

      “Buradan ne kadar mesafede?”

      “Bin yahut bin iki yüz adım.”

      “Çıkıyorlar mı?”

      “Hayır duruyorlar.”

      Bir an sükûttan sonra zabit “Daha ne görüyorsun? Sağa bak!” diye sordu. Çocuk sağ tarafa baktıktan sonra:

      “Mezarlığın yanında, ağaçların arasında… dedi, Parlayan bir şeyler var. Süngü olmalı.

      “Adam görüyor musun?”

      “Hayır, buğdayların içine saklanmışlar.”

      Tam bu esnada bir kurşunun keskin ıslığı havadan geçti, Zabit “Seni gördüler. Artık hiçbir şey öğrenmek istemiyorum. İn!” diye bağırdı.

      Çocuk “Ben korkmuyorum!” diye cevap veriyordu.

      “İn! Sana in diyorum!”

      “Durunuz! Orada, sol tarafta görüyorum ki…”

      Çocuk bu defa diğerinden daha alçak geçen bir kurşunun ıslığıyla sözünü kesti. Birdenbire ürkerek:

      “Hınzır Avusturyalılar muhakkak beni vurmak istiyorlar.” dedi. Kurşun kulaklarında çınlamıştı.

      Zabit “Şimdi in!” diye âmir ve hiddetli bir sesle bağırdı.

      “İnmiyorum, ağaç beni saklıyor, müsterih olunuz. Sol tarafta ne olduğunu öğrenmek ister misiniz?”

      “Hayır. Hayır in!”

      Çocuk gövdesini bu tarafa meylettirerek “Solda, küçük kiliseye yakın zannederim ki” diye bağırırken üçüncü bir kurşunun ıslığı işitildi ve sonra ağacın gövdesine ve dallarına çarparak çocuğun tekerlendiği ve baş aşağı, elleri açık düştüğü görüldü. Zabit “Ah lanet olsun!” diye bağırarak koştu. Çocuk arkaüstü düşmüş ve elleri bir haç gibi uzanmış kalmıştı.

      Göğsünden bir miktar kan çıkıyordu. Zabit eğilip çocuğun gömleğini açarken onbaşı ile iki nefer de beygirlerinden sıçradılar.

      Kurşun sol ciğere girmişti. Zabit “Ölmüş!” diye bağırırken onbaşı “Hayır, yaşıyor!” diyordu.

      “Ah zavallı çocuk, mert çocuk.” Zabit diyordu, “Cesaret, cesaret!”

      Fakat o cesaret, derken ve mendilini yaranın üzerine koyarken çocuğun gözleri haddinden fazla açıldı ve sabit bir hâlde kaldı. Başı da ruhsuz düştü. Artık ölmüştü.

      Zabit sarardı ve çimenlerin üzerine serilmiş çocuğu bir müddet seyretti. Yanındaki birkaç asker de hareketsiz kalmıştı. Diğer askerler düşman tarafına döndüler. Zabit kendini toplayarak hüzünle tekrar etti: “Zavallı çocuk, zavallı ve cesur çocuk!” Ve eve doğru yaklaşarak pencereden üç renkli bayrağı kaldırdı ve çehresini açık bırakarak küçük ölünün üzerine bir kefen gibi serdi. Onbaşı kunduralarını, kasketini, tamamlanmamış değneğiyle bıçağını toplayarak yanına koydu.

      Zabit bir an sessiz kaldıktan sonra onbaşıya dönerek;

      “Onu almak üzere seyyar hastane memurlarını göndeririz. Askerlikte öldüğü için onu defnedecekler asker olmalıdır.” sözlerini söyledikten ve eliyle küçük ölüye bir buse gönderdikten sonra “Atlara!” komutunu verdi. Askerler eğerlere sıçradılar, kıta yolunu takip ettiler.

      Birkaç saat sonra küçük ölüye askerî ihtiram yerine getiriliyordu.

      Güneş batarken İtalyan ileri hatları düşmana doğru ilerliyorlardı.

      O sabah süvarilerin geçtiği yoldan iki taraflı avcı askerleri geliyorlardı ki bunlar birkaç gün evvel San Martino Muharebesinde kanlarını değerli bir surette dökmüşlerdi.

      Çocuğun ölüm haberi, ordugâhı terketmezden evvel asker sıralarının arasına yayılmıştı. Bölüklerin birinci zabitleri küçük cesedin üç renkli bayrağa sarılı olduğu hâlde dişbudak ağacının dibinde uzanmış olduğunu görünce onu kılıçlarıyla selamlıyorlardı. İçlerinden birisi yakından geçen bir ırmağın kenarına eğilerek birkaç çiçek topladı ve çocuğun cesedi üzerine attı. Şimdi bütün oradan geçen avcı askerleri kumandanlarını takliden küçük ölünün üzerine çiçekler atıyorlardı. Birkaç dakikada üzeri çiçeklerle örtülmüştü, zabitler ve askerler geçerken herbiri “Aferin küçük Lombardiyalı!” “Allah’a ısmarladık!” “Aziz çocuk!” “Cesur çocukmuşsun!” “Şeref sana yavrum!” “Elveda!” diye selamlıyorlardı. Bir zabit onun üstüne askerlik kıymeti bulunan madalyasını attı, bir diğeri alnından öpüyordu. Ve çiçekler çıplak ayaklarına, kanlı göğsüne, bayrağına sarılmış istirahat eden sarışın başına yağmakta devam ediyordu.

      Zavallı yavrucuğun siması gülüyor gibiydi. Sanki bu selamları işitiyor ve muazzez Lombardiya’sı için hayatını verdiğinden dolayı bir saadet hissediyordu.

      FAKİRLER

29 Salı

      Küçük Lombardiyalı gibi hayatını vatan için feda etmek büyük bir fazilettir fakat ihmal edilmemesi gereken diğer faziletler de var oğlum. Bu sabah mektepten gelirken önümde yürüyordun. Kollarının arasında sararmış ve narin bir çocuk bulunan bir fakir kadının yanından geçtik. O senden sadaka istiyordu: Baktın ve cebinde onluklar bulunduğu hâlde bir şey vermedin. Dinle yavrum. Elini uzatan sefaletin, hele çocuğu için bir onluk isteyen bir annenin önünden kayıtsızca geçmeye alışma! Bu küçük yavrunun belki aç olduğunu, zavallı annenin