Edmondo De Amicis

Çocuk Kalbi


Скачать книгу

Zavallı Lui ne kadar hevesle çalışırdı! Ah ben pek bedbahtım!”

      Annem kesesinde ne varsa zavallı kadının avcuna sıkıştırdı. Krossi’yi öperek gözleri yaşlarla dolu tavan arasından çıktı. Bana şu sözleri söylemekte pek haklıydı:

      “Bu kadar hazin şartlarla çalışmaya mecbur olan bu zavallı çocuğa bak. Çalışmak için herşeyin mevcut olduğu hâlde bazen okumayı zahmetli buluyorsun. Ah Hanri’ciğim zavallı Krossi’nin bir günlük çalışması senin bir senelik gayretinden daha kıymetlidir. Birinci mükâfatlar asıl bunlara verilmeli!”

      Babam annemin söylediği bu son cümleleri işitmişti ve aynı gün şu aşağıdaki mektubu masanın üzerinde buldum.

      MEKTEP

28 Cuma

      Evet Hanri’ciğim annenin dediği gibi çalışmak sana biraz zor geliyor. Henüz mektebine benim istediğim gibi azimli bir tavır ve gülümseyen bir yüz ile gitmiyorsun, fakat biraz düşün ki mektebe gitmemiş olsan günlerin ne kadar boş geçecek. Bir hafta nihayetinde muhakkak mektebi isteyeceksin. Şimdi bütün çocuklar okuyorlar Hanri’ciğim. Bütün gün çalıştıktan sonra geceleri mektebe giden ameleleri, bütün hafta atölyelerde meşgul olduktan sonra pazar günleri de mektebe giden genç kızları, eğitimden geldikten sonra okumaya, yazmaya koyulan askerleri düşün. Dilsiz ve kör oldukları halde yine okuyan çocukları hatırına getir, düşün ki sabahleyin senin evden çıktığın saatte aynı şehirde otuz bin çocuk okumak için kendilerini üç saat sınıfa kapamak üzere mekteplere gidiyorlar ve hemen hemen aynı zamanda dünyanın bütün memleketlerinin çocukları yine mektebe koşuyorlar.

      Yine hayaline getir ki Rusya’nın karlar altında kaybolmuş son mektebinden başlayarak ta Arabistan’ın hurma ağaçlarıyla gölgelenmiş sonuncu mektebine kadar kalabalık caddelerde veya kırların keçi yollarında yürüyerek, ateşte bir sema altından yahut karların arasından, kanallarla bölünmüş memleketlerde sandallar, büyük sahralarda atlar, buzlar üzerinde ise kızaklarla vadilerden, tepeciklerden aşarak ormanların ve sellerin arasından dağ yamaçlarında çizilmiş dar yollardan yalnız olarak yahut ikişer, üçer veya bir küme hâlinde veya uzun bir hat gibi hepsi kollarının altında kitaplarıyla binlerce tarzda giyinmiş, çeşitli lisanlar söyleyen milyonlar ve milyonlarca çocuk aynı şeyleri başka başka şekiller altında öğrenmeye gidiyorlar.

      Yüzlerce millete mensup bu kalabalık çocuk topluluğunun yaptığı şu sonu gelmeyen hareketliliği hayal et ve kendi kendine de ki “Eğer bu hareket durursa insaniyet vahşetin pençesine düşer. Bu hareket dünyanın ilerlemesi, ümidi ve şerefidir!”

      Şimdi, cesaret ey bu nihayetsiz ordunun küçük neferi! kitaplar senin silahların, dershane bölüğündür! Harp meydanı bütün dünya ve zafer ise insanlığın medeniyetidir. Oh! Hiçbir zaman korkak bir asker olma Hanri’ciğim.

Baban

      PADULU KÜÇÜK VATANPERVER

(Aylık Hikâye)29 Cumartesi

      Hayır, ben korkak bir asker olmayacağım fakat muallim bu ay yaptığı gibi her ay bize böyle güzel bir hikâye verirse mektebe daha fazla hevesle giderim. Her ay bunun gibi bir tane vereceğini söyledi ve onu kopya etmek üzere bize verdi. Bu bir çocuk tarafından meydana getirilmiş güzel bir hareketin sonsuz bir hikâyesi olarak kalacaktır:

      Hikâyenin adı “Padu’lu Küçük Vatanperver” dir:

      Bir İspanyol vapuru Barselona’dan Cenova’ya gidiyordu. İçinde Fransızlar, İtalyanlar, İspanyollar ve İsviçreliler vardı.

      Bu yolcu kalabalığının içinde daima herkesten ayrı duran, etrafındakilere korkulu bakışlarla bakan on bir yaşında bir çocuk dikkati kendine çekiyordu. O herkese böyle bakmakta belki haksız değildi. İki sene evvel Padu7 civarı köylerinden olup anlaşıldığına göre pek sefil olan babası ve annesi onu biraz para karşısında açgözlülük ederek adi bir cambaz topluluğuna kira ile vermişlerdi. Bu bayağı kumpanya ona birkaç el çabukluğu yapmayı dayakla öğrettikten sonra daima hakaret ederek ve mümkün olduğu kadar az yemek vererek Fransa ve sonra İspanya’ya sürüklemişlerdi. Barselona’ya vardıkları zaman bu kadar sefil bir hayata tahammül edemeyen çocuğun hatırına İtalya konsolosunun himayesine sığınma fikri gelir ve konsolos da ona acıyarak Cenova’ya hareket etmek üzere bulunan bir vapura bindirir ve eline de Cenova Sancak Beyi’ne hitaben, onu bir hayvan gibi birkaç para için satan ailesine gönderilmesi ricasını içeren bir mektup verir.

      O kadar sefalet çeken zavallı çocuk paçavralarla örtülüydü. Ona ikinci mevkiden bir yatak vermişlerdi. Yolcular ona bakıyorlar ve bazen sorguya çekiyorlar fakat çocuk cevap vermiyordu. Bütün dünyadan nefret eder gibi görünüyordu. Sefalet ve fena muamele kendisini âdeta bir vahşi hâline koymuştu. Bununla beraber ısrar etmek sayesinde üç yolcu bedbaht çocuğun dilini çözmekte başarılı oldular. Yarı İspanyolca yarı İtalyanca birkaç sözle başına gelenleri anlattı. İtalyan olmayan bu üç yolcu zavallı çocuğun sefaletini anlamışlar, biraz acıdıkları, biraz da vakit geçirmek istedikleri için onu söyletmek üzere para vermeyi eğlence saymışlardı.

      Bu esnada ikinci mevki salona bir kaç kadın giriyor ve üç yolcu, şüphesiz, madamlara gösteriş yapmak için küçük Padu’luya tekrar para veriyorlar. “Al şunu, şunu da al.” diye paraları masanın üzerine atıyorlardı.

      Çocuk paraları cebine koyarak kaba köylü şivesiyle fakat mütebessim ve samimi nazarlar ile usulca teşekkür ediyordu. Sonra yatağına girerek perdesini çekti ve ne yapacağını düşünerek hareketsiz kaldı.

      İki seneden beri doyacak kadar bir şey yemediği için bu parayla evvelâ karnını doyurmağı düşünüyordu. Üzerindeki elbise parça parça döküldüğü için Cenova’ya çıktığı zaman ilk işi düzgünce bir elbise almak olacaktı. İyi kabul edilmek için eli boş gitmektense ebeveynine birkaç para götürmeyi de ümit ediyordu. Bu para hakikaten onun için bir küçük hazine idi.

      Yatağında perdenin arkasında bütün bunları düşünerek kendini daha az acınmaya şayan buluyordu.

      Bu esnada o üç yolcu salonun ortasındaki masanın etrafında içiyorlar, seyahatlerinden, gezdikleri memleketlerden bahsediyorlardı. Bir aralık İtalya’dan bahsetmeye başladılar. Birisi otellerden, diğeri demir yollarından şikâyet etti ve gittikçe kızışarak İtalyan olan herkesin fena olduğuna kadar vardılar. Birincisi Japonların memleketinde seyahati tercih edeceğini, ikincisi İtalya’da hilekâr ve haydut insanlardan başka kimseye tesadüf etmediğini söylüyor. Üçüncüsü de memurların hiç okuma bilmediğini ilave ediyordu. Birincisi bunlar cahil bir millettir, derken ikincisi “Berbat!” diye yardım ediyordu. Üçüncüsü de “Hırsız!” diye bağıracaktı fakat tam bu esnada, herif sözünü bitirmeden sarı ve beyaz madenlerden mürekkep bir para yağmuru masanın, döşemenin üzerinde sıçrayarak bu adamların üstlerine döküldü, Üç yolcu bunun nereden geldiğini anlamak için hiddetle kalktıkları vakit bu defa metelik dolusuna tutuldular.

      “Alınız. Paranız sizin olsun!” Küçük Padu’lu yatağının perdesini açmış bağırıyordu, “Vatanımı tahkir edenlerin sadakasını kabul etmem!”

      Kasım

      OCAK SÜPÜRÜCÜ

1 Pazartesi

      Küçük Padu’lunun hikâyesini isteyen hemşirem Silviya’nın muallimesine vermek için dün akşam bizim Baretti Dairesinin yanında bulunan kızlar kısmına gittim. Burada yedi yüz kız var. Oraya vâsıl olduğum zaman kız talebeler kasımın ilk günlerindeki tatilden dolayı memnun olarak çıkmaya başlamışlardı.

      Mektebin karşısında, sokağın diğer tarafında kolunu