Mary Mapes Dodge

Gümüş Patenler


Скачать книгу

“Ah, Hans!” dedi ağlamaklı bir sesle. “Ayağı tam oturmadı daha. Pazarın kurulduğu gün kayışlar ayağımı acıtmıştı, şimdi aynı yerden bağlayınca acısına dayanamıyorum.”

      “Daha yukarıdan bağla o zaman.” dedi Hans, kardeşinden tarafa bakmadan buz üzerinde hünerli hareketler sergilerken.

      “Nasıl bağlayabilirim? Kayış çok kısa.”

      Hans, kızların zor beğenen varlıklar olduklarını ifade eden mağrur bir Hollanda ıslığı çalarak kardeşine doğru yöneldi.

      “Ahmak mısın, Gretel? Deriden yapılmış, sağlam pabuçların dururken bunları giyiyorsun. Klompenlerin2 bile bunlardan daha iyi.”

      “Ne ahmağı, Hans! Unuttun mu? Babam yeni pabuçlarımı ateşe attı ya. Ben daha ne yaptığını anlayana kadar yanan gübrenin alevi sarmıştı bile etraflarını. Bunlarla kayabilirim ama tahta olanlarla nasıl kayayım? Dikkatli ol!”

      Hans cebinden bir kayış çıkardı. Mırıldanarak kardeşinin yanına çöküp Gretel’in patenini genç kolunun tüm gücüyle çekiştirmeye koyuldu.

      “Ahh! Ah!” diye haykırdı Gretel, acı içinde.

      Hans kayışı aceleyle çözdü. Tam bir ağabeyden beklenileceği gibi hışımla yere de fırlatırdı, tabii bir damla gözyaşının sabah çiyinin taze otlardan süzülüşü gibi kız kardeşinin yanağından süzüldüğünü fark etmeseydi.

      “Ben halledeceğim, sakın korkma.” dedi şefkatle. “Ancak çabuk olmalıyız, annem her an bizi yardıma çağırabilir.”

      Sonra pürdikkat etrafı taramaya başladı; önce yerden başlayarak başının üzerindeki birkaç çıplak söğüt dalına, ardından da mavi, kızıl ve altın sarısının görkemle ışıdığı gökyüzüne baktı.

      Buralarda işine yarayacak bir şey bulamadı, ancak aniden gözleri parladı ve ne yapacağını bilen biri edasıyla kasketinin pörsümüş astarını çıkararak Gretel’in yıpranmış pabucunun üst kısmında yumuşak bir destek oluşturdu.

      Uyuşmuş parmaklarının müsaade ettiğince, hızla kayışları ayarlarken muzaffer bir edayla “Şimdi!” dedi. “Kayışları biraz çekmem lazım.”

      Gretel, “Hazırım.” diyecekmiş gibi hareketlendi ama dudaklarından tek bir kelime bile dökülmedi.

      Bir an sonra, buzun dayanmama ihtimalini akıllarına bile getirmeden kanal boyunca el ele kayarlarken gülüşüyorlardı, Hollanda’da buz tüm kış hüküm sürerdi nasılsa. Suyun yüzeyini kararlılıkla ele geçirirken incelmek bir yana, güneş ne zaman yüzünü gösterse tüm gücünü toplar ve her bir huzmeye kale gibi sağlam bir kararlılıkla karşı koyardı.

      Hans’ın patenleri buzun üzerinde kulak tırmalayan sesler çıkarmaya başlamıştı. Ardından adımlarının arası sıklaştı, hareketleri sarsaklaştı, nihayetinde havaya fiyakalı tekmeler savurarak boylu boyunca buza serildi.

      Gretel, “Ne de güzel parende atıyorsun!” diyerek kahkahaya boğuldu, fakat kahkahalar arasında, yüzükoyun yere kapaklanmış kardeşine zarafetle yaklaşırken üzerine oturmayan kaba mavi ceketinin altında şefkatle atıyordu minik kalbi.

      “Canın yandı mı, Hans? Ah, bakıyorum da gülüyorsun! Yakalayamaz ki!” diyerek daha fazla titremeden fırladı, yanakları kıpkırmızı, gözlerinde parıl parıl ışıltılar dans eder vaziyette.

      Hans ayağa kalkıp süratle takibe girişti, fakat öyle kolay değildi Gretel’i yakalamak. Çok uzaklaşamadan, kulak tırmalayan sesler bu sefer diğerinin pateninden geliyordu.

      Cesaret basiretten gelir deyip aniden kendisini yakalamaya çalışan ağabeyinin kucağına atıldı.

      “İşte! Yakaladım seni!” diye haykırdı Hans.

      “Asıl ben seni yakaladım.” diye cevapladı, kendini kurtarmaya çalışırken.

      O sırada, telaşlı bir ses duydular, “Hans! Gretel!”

      “Annemin sesi.” dedi Hans, bir anda ciddiyete bürünerek.

      Kanal gün ışığıyla yıkanmıştı artık. Berrak sabah havası pek hoştu, patencilerin sayısı giderek artarken çağrıya uymak daha da zor bir hâl alıyordu. Fakat Gretel ve Hans uysal çocuklar olduklarından oyalanmanın cazibesine kapılmayı akıllarına bile getirmeden kayışların yarısı bağlı hâlde yüklendiler patenlere. Yorgun argın eve yollanırlarken gözleri berrak denizler gibi masmavi olan kardeşinin yanında Hans dik omuzları, gür saçlarıyla servi gibi yükseliyordu. Kendisi on beş yaşındaydı, Gretel ise yalnızca on iki. Karakteri sağlam, candan bir çocuktu; dürüstlük okunan gözleri, “İçeride iyilik var.” der gibi bir ifade katıyordu yüzüne. Gretel ise çevik ve tez canlıydı; hayat dolu bir yüreğin belirtileri olarak gözlerinde parlak ışıklar oynaşır, yanaklarının rengi pembe beyaz çiçeklerin rüzgâr estikçe ahenkle raks ettiği bir çiçek tarhı gibi açılır, derinleşirdi.

      Kanalı döndükleri anda kulübeleri göründü. Anneleri bir ceket ile iç etekliğe sarmalanmış servi boyuyla ve başına tam oturan başlığıyla kapı girişinin çarpık çerçevesine dayanmış, Rönesans tablosu gibi duruyordu.

      Varmalarına sadece bir mil kalmamış olsaydı da her hâlükârda kulübeleri yakınmış gibi görünürdü. Bu düz ülkede her şey, uzak mesafede olsa da hemen seçilir; tavuklar bile yel değirmenleri kadar kolay görünürdü göze. Aslına bakılırsa, setler ve kanalların kenarlarındaki tümsekler olmasa Hollanda’nın tam ortasında herhangi bir yerde duran biri kendi gözüyle ülkenin en uzak sınırı arasında en ufak bir tepecik ya da yükselti bile göremezdi.

      Mevzubahis setlerin nasıl bir şey olduğunu bilmekte ise, Madam Brinker ve çağrısına uyup nefes nefese kendisine yaklaşan ufaklıklardan daha geçerli bir sebebe sahip tek bir kişi bile bulunamazdı. Bu sebebi açıklamadan evvel, sizin belki de ilk defa duyacağınız, ancak Hans ve Gretel’in her gün karşılaştığı bazı acayipliklere aşina olmak üzere sizi bu uzak diyarda, sallanan sandalye gezintisine çıkmaya davet ediyorum.

      II

      HOLLANDA

      Hollanda, mavi gökyüzü altındaki benzersiz ülkelerden birisidir. Yeryüzünün diğer bölgelerinden neredeyse her bakımdan farklı olduğundan, Garip Ülke veya Aykırı Ülke de diyebiliriz. Öncelikle ülkenin önemli bir kısmı deniz seviyesinin altında. Okyanusu olduğu yerde zapt etmek için çok fazla para ve iş gücü harcanarak büyük setler ve siperler inşa edilmiş. Kıyının belli kısımlarında okyanus, karaya tüm ağırlığını veriyor ve zavallı ülkenin bu baskıya dayanmak için mümkün olabildiği tek şey işte bu set ve siperler. Bazen setler dayanamadığında ya da su almaya başladığında feci sonuçlar ortaya çıkıyor. Bu enine boyuna heybetli setlerden bazılarının tepesi binalar ve ağaçlarla sarmalanmış. Öyle ki bazı setlerin üzerinde, atların yol kenarlarındaki kulübelere tepeden bakabileceği, oldukça güzel umumi yollar bile bulunuyor. Birçok yerde su üstündeki gemilerin omurgaları, evlerin çatılarından daha yüksekte. Evin tepesinde yavrusunu çağıran leylek, yuvasının tehlikeden çok uzakta olduğunu hissedebilir, fakat yakınındaki sazlıkta vıraklayan kurbağa yıldızlara ondan daha yakındır. Su tahtakuruları kırlangıçların tepelerinde ileri geri sıçrar. Yakınlarındaki sazlıklar kadar yükseğe erişemediklerinden söğüt ağaçları utançtan başlarını önlerine eğmiş gibidir.

      Hendekler, kanallar, göletler, nehirler ve göller göz alabildiğine serilir. Yanlarında uzanan düzeltilmiş nemli tarlaları hor görerek tüm karışıklığı ve işi etrafına toplamış hâlde gün ışığıyla parlarlar yükseklerde. “Hangisi Hollanda, kıyılar mı yoksa su mu?” diye sorma