diye atların toynaklarını iyice dışkıya buluyorlar. Görünen o ki bu topraklar ördek aileleri için bir cennet. Yazın, yalın ayak gezen çocuklar için muhteşem bir ülke. Suda karşıdan karşıya geçmeler… Gemi yüzdürmeler… Âdeta kürek çekilsin, balık tutulsun, yüzülsün diye! Sıra sıra dizilmiş su birikintilerinden bir ülke düşünün; bir dal parçasını kayık niyetine suya bırakacak olsanız o dal parçası azimli bir gezgin gibi tüm ülkeyi baştanbaşa dolanır. Şimdilik bu kadar yeter. Bu anlatıya böylece devam edersek tüm Amerikalılar hep birlikte Zuider Zee’ye3 akın edebilir.
Hollanda şehirleri ilk görüşte ev, köprü, kilise ve gemilerin her yerinden fışkıran direk, kule ve ağaçların gözleri yerinden oynattığı bir karışıklığı anımsatır. Bazı şehirlerde araçlar, sahiplerinin serenlerine bir atmışçasına bağlanır ve yüklerini yukarıdaki pencereden alır. Anneleri, Lodewyk ve Kassy’e bahçe kapısında sallanmayın, diye bağırır, boğulurlar korkusuyla! Su yolu bu memlekette, kara yolu ve demir yolundan daha yaygındır. Denizden kazanılan toprağı ve bahçeleri haylaz, yeşil bir ark biçimindeki su siperleri çevreler.
Kimi zaman olağanüstü bitki çitleri görülür, fakat Amerika’daki gibi ahşap çitler Hollanda’da nadiren karşımıza çıkar. Taş çitlere gelince, Hollandalıların şaşkınlıktan ağzı açık kalır. Kıyıyı güçlendirip korumak için başka başka ülkelerden getirilen büyük kaya kütleleri dışında pek taş bulunmaz burada. Küçük taşlar ve çakıllar, tabii eğer varsa, ya kaldırımlara hapsolmuş ya da tümüyle eriyip gitmiştir. Güçlü, çevik kollara sahip oğlanlar, suda sektirmeye veya tavşan ürkütmeye tek bir taş bile bulamadan bebeklikten yetişkinliğe erişebilir. Su yolları, ülkenin her yanında kesişen kanallardan aşağı kalmaz. Dünya harikası Kuzey Denizi Kanalı’ndan, bir çocuğun bile üzerinden zıplayarak karşıya geçebileceği büyüklüğe kadar her boyda su kanalı bulunur. Trekschuiten denen tekneler yolcuları taşımak için bir aşağı bir yukarı yol alır durur, pakschuyten4 denen su araçlarından ise yakıt taşımada ve ticarette faydalanılır. Tarlalardan ahırlara, ahırlardan bahçelere yeşil köy yollarının yerine yeşil kanallar uzanır. Çiftlikler, daha doğrusu denizden kazanılan topraklar, kurutulan büyük göllerdir aslında. Köy yollarının çoğunluğu tuğlayla döşeliyken, en işlek sokaklar bazen su yollarıdır. Yuvarlak pupaları, yaldızlı pruvaları ve özensizce boyanmış bordalarıyla şehir tekneleri, mavi göğün altındaki diğer teknelere benzemez; bir de Hollanda’ya özgü yük vagonları vardır ki gülünç, küçük direkleriyle tam bir gizem perdesi çeker önümüze ardını bilemeyeceğimiz.
İşte bu noktada, “Kesin olan bir konu var!” diye haykırır Bay İyimser. “Buranın halkının susuz kalmasına imkân yok.” Maalesef ki “Garip Ülke”benzersizliğini yine burada da gösteriyor. Deniz içeri girmeyi; göller, kanallar, nehirler ve arklar yatakları dışına taşmayı amaç edinse de çoğu bölgede bir yudum bile içme suyu bulunmaz. Bizim fukara Hollandalılar ya susuzluktan kuruyacak ya şarap ve bira içecek ya da Adem’den daha yaşlı, sabah çiği kadar taze bu kıymetli içecek için daha iç bölgedeki Utrecht’e ya da diğer şanslı bölgelere gidecek. Halk bir fırsatını bulup da sağanağı yakalayıp bir iki yudumcuk olsun alabilirse ne iyi, fakat genel olarak bakıldığında Coleridge’nin ünlü şiiri Yaşlı Gemici’deki Albatros’un lanetlediği denizciler gibidir:
Su, su nereye baksan yalnızca su,
Ama hiçbir yerde yok içecek bir damla!
Her yerde dönüp duran heybetli yel değirmenleri, ülkenin üzerine henüz konuyormuş gibi görünen devasa deniz kuşu sürülerini anımsatır.
Göz alıcı beyaz, sarı veya kırmızı gövdeleriyle alışılmadık şekillerde budanmış birçok tuhaf ağaç sarmıştır her yeri. Atlar genelde üçlü sırada koşulur. Erkek, kadın ve çocuklar ayağa tam oturmayan, ökçeli ahşap pabuçlarını tıkırdatarak dolaşırlar; aşkı henüz bulamamış köylü kızları, kermiste5 kendilerine eşlik etmesi için kavalye niyetine parayla birini tutarlar; evli çiftler kanalın kenarında birbirlerini sevgiyle sarıp sarmalar ve mallarını pazara taşırlar.
Hollanda’nın bir diğer benzersiz yanı ise dune, yani kumullardır. Bunlar, kıyının belli kısımlarında çok sayıda bulunur. Yerlerinde dursunlar diye üzerlerine kamış ve başka bitkiler ekilmeden önce kumullar, iç kısımlara doğru büyük kum fırtınaları hâlinde hücum ederlerdi. Tüm bu tuhaflıklara bir yenisini daha ekleyecek olursak, çiftçiler bazen toprağa ulaşmak için yüzeyi kazmak zorunda kalırlar ve rüzgârlı günlerde kuru kum sağanakları, bir hafta boyunca güneş altında çözülerek çamura karan tarlalara düşer.
Sözün özü, biz Yankilerin Hollanda’da görüp görebileceği neredeyse tek tanıdık şey, tercümesini yapabilecek bir dilci olmasa da oralarda pek bir popüler olan şu hasat türküsü:
Yanker dide edudel down
Dide edudel lawnter;
Yankee viver, voover, vown,
Boter melkund Tawnter!
Diğer yandan, Hollanda’nın tuhaflıklarının birçoğu halkın tutumluluğunu ve sebatını ispat etmeye yarar yalnızca. Koca âlemde, daima su sızdıran bu esnek memleketten daha zengin ya da daha özenli sürülen bahçeler bulamazsınız. Buranın sessiz, pasif görünen halkından daha cesur, daha kahraman bir ırk yoktur. Birkaç millet önemli keşiflerde ve icatlarda Hollanda’ya eş iken; tacirlik, denizcilik, eğitim ve bilimde bu ırkı geçeni, eğitimin ve devlete bağlı yardım kuruluşlarının geliştirilmesi bakımından asil örnekler ortaya koyanı ya da yeryüzünde kapladığı alana nispeten bayındırlık meselelerine daha fazla para ve iş gücü harcayanı yoktur.
Asil, tanınmış kadınlarla erkeklerin süslediği kronikleri; sabır, metanet ve de galibiyetin; dinî özgürlük, aydın girişim, sanat, müzik ve edebiyatının tarihî kayıtları mevcuttur. “Avrupa’nın savaş meydanı”, bu diyarların adıdır gerçek anlamda, her milletin baskı altında kalanlarına barınak ve destek olduğundan dolayı dünyanın sığınak ülkesi olarak da düşünülebilir elbette. Biz Amerikalılar, Hollanda mallarının alıcısıysak, Hollandalılara gülüp insanoğlunun kunduzları diyorsak onlara, ülkelerinin kâğıttan bir gemi gibi yelkenleri açmasının deniz kabarmasıyla an meselesi olacağını ima edebiliyorsak, kahramanlıklarını ispat ettiklerini ve çabalamaya devam edecek tek bir Hollandalı bile kalsa geriye, ülkenin yelkenleri açmayacağını da söyleyip haklarını teslim etmemiz devamlı bir ihtiyaçtır.
Hollanda’da, uzunlukları yirmi beş ila otuz beş metreye varan kanatlarıyla en az dokuz bin dokuz yüz büyük yel değirmeni olduğu söyleniyor. Kereste kesiminde, haşhaş dövmede, öğütmede ve diğer birçok işte kullanılsalar da asıl kullanım amaçları, suyu ovalardan kanallara pompalamak ve ülkeyi sık sık sel bastığından iç bölgelerdeki taşkınlara karşı ülkeyi korumak. Yıllık maliyetlerinin yaklaşık on milyon dolar olduğu söyleniyor. Büyük olanların ise güçleri daha fazla. Zaman zaman fabrika binalarının ortasından yükselen bu mükemmel daire şeklindeki kulelerin üst kısmında, kapak biçiminde bir çatıya doğru daralan daha küçük bir kule yer alıyor. Üstteki kulenin alt kısmında, seyyar merdiveni andıran dört muhteşem kanadın üzerinde çıkıntı yaptığı bir balkon yer alıyor.
Yel değirmenlerinin birçoğu ilkel şeyler, ne üzücü ki Yanki “ıslahatları” bunlar için vazgeçilmez, fakat yenilerinin bazıları hayranlık uyandırıcı. Öyle ustalıkla inşa edilmişler ki pervanelerini veya başka bir deyişle, kanatlarını, gerekli güçte çalışacak biçimde rüzgâra sunuyorlar. Diğer bir ifadeyle, değirmenci uyanana kadar değirmeninin kendini rüzgâra göre ayarlayacağından