Mary Mapes Dodge

Gümüş Patenler


Скачать книгу

diye haykırdı Gretel hayat dolu bir sesle. “Şöyle yapabiliriz. Sana göre küçük bana göre büyük bir çift alalım ve sırayla giyelim. Olmaz mı?” dedi Gretel tekrar el çırparak.

      Zavallı Hans! Oldukça cezbedici bir teklifti bu ancak elinin tersiyle itiverdi; pek engin gönüllü bir çocuktu.

      “Beyhude yere konuşma, Gretel. Ayağına büyük gelen bir patenle asla kayamazsın. Ben bunların arkalarını daraltmadan önce kör tavuk gibi yalpalıyordun üstlerinde. Olmaz, ayağına tam uyan bir çift alacağız ve ayın yirmisi gelene kadar bulabildiğin her fırsatta idman yapacaksın. Benim minik Gretel’im gümüş patenleri kazanacak.”

      Bu fikir, elinde olmaksızın zevkle güldürdü Gretel’i.

      “Hans! Gretel!” diye çağırdı aşina bir ses.

      “Geliyoruz, anne!” diye kulübeye doğru ilerlediler, Hans, paraları elinde hâlen sallıyordu.

      Ertesi gün, gün batımında kanala üşüşmüş onca patencinin arasında maharetli dönüşlerle bir ileri bir geri süzülüp duran kız kardeşini izlerken, Hans Brinker tüm Hollanda’daki en gururlu ve en mesut çocuktu. Yüce gönüllü Hilda, kız kardeşine sıcak tutacak bir ceket vermişti ve dikişleri patlamış pabuçlar da Madam Brinker tarafından pençe vurulup giyilebilir hâle getirilmişti. Minik yaratık ileri geri atılırken yüzü keyiften kıpkırmızı kesilmiş, üzerine kitlenmiş meraklı bakışların ayrımında bile değildi. Ayaklarının altında parıldayan patenler, dünyasını bir peri diyarına çevirmişti sanki ve minnettar gönlünde “Hans, sevgili, iyi yürekli Hans.” sözcükleri dalga dalga yankılanıyordu.

      “By den donder!”14 diye Carl Schummel’e şaşkınlıkla bağırdı Peter van Holp. “Şu kırmızı ceketli, yamalı iç eteklikli küçük kız çok iyi kayıyor. Gunst!15 Sanki topuklarında parmak, kafasının gerisinde de gözleri var! Şuna bak. Müsabakaya katılır da Katrinka Flack’i yenerse ne komik olur.”

      “Şişt! Sesini alçalt!” diye döndü Carl küçümser bir ifadeyle. “Paçavralar içindeki o küçük hanım Hilda van Gleck’in evcil hayvanı. O gördüğün ışıltılı patenler de onun hediyesi yanılmıyorsam.”

      “Demek öyle!” diye sesini yükseltti yine Peter, Hilda en yakın arkadaşı olduğundan yüzünde pırıl pırıl bir gülümseme vardı. “Demek burada da iyilik yapacak bir fırsat bulmuş!” Mynheer van Holp buz üzerinde bir çift sekiz çizip üstüne de kocaman bir “P” meydana getirdikten sonra zıpladı ve bir “H” çizdikten sonra Hilda’nın yanına varana kadar ileri doğru süzüldü.

      El ele paten kaymaya başladılar; başta gülüşüyorlardı ancak sonra düşük bir sesle ciddi ciddi konuşmaya daldılar.

      Ne tuhaftır ki Peter van Holp birdenbire kendi kız kardeşine de Hilda’nınki gibi bir ahşap zincirin yaraşacağı fikrine vardı.

      İki gün sonra Aziz Nicholas Günü16 arifesinde, Hans üç mumu yakıp bitirmiş ve parmağını da bu uğurda yaralamış bir vaziyette Amsterdam’daki pazar yerine varmış, bir çift daha paten alıyor olacaktı.

      V

      EVDEKİ GÖLGELER

      İyi yürekli Madam Brinker! Boğazlarından zorla geçen yavan öğlen sofrasını kaldırır kaldırmaz, bayramlık kıyafetlerini Aziz Nicholas onuruna üzerine geçirip çocuklarının karşısına geçti. “Çocukları neşelendirecek.” diye düşünmüştü kendi kendine ve yanılmamıştı da. Geçen on sene boyunca bu bayramlık elbise pek nadir giyilmişti, ancak öncesinde hizmette kusur etmemiş, sayısız dans ve Kermis sırasında etekleri neşeyle uçuşmuştu. Herkes, güzel Meitje17 Klenck olarak tanıyordu o zamanlar Madam Brinker’i. Elbiseyi muntazam katlanmış olarak yattığı eski meşe sandık içinde görme lütfu nadiren bahşedilirdi çocuklara. Rengi solmasına ve yıpranmaktan elek gibi olmasına rağmen; süslü, el dokuması mavi dantel yeleğinin altında kaybolan, şimdilerde Madam Brinker’in biraz olsun tombullaşmış gerdanına toplanan beyaz ketenden korsesi ve siyah bir şeritle çevrelenmiş kızıl kahverengi eteğiyle büyülüyordu çocukları. Yün örgüsü parmaksız eldivenlerini eline ve genelde saklı olan saçlarını gözler önüne seren zarif başlığını da başına geçirince Madam Brinker, Gretel’in gözünde bir prensese dönüşmüştü âdeta. Hans ise terbiyeli bakışlarla annesini izliyordu.

      Küçük kız, kendi altın rengi buklelerini örerken bir yandan da hayranlıktan mest olmuş bir hâlde annesinin etrafında dans ediyordu.

      “Ah, anneciğim, anneciğim, anneciğim, ne kadar da güzelsin! Bak, Hans! Tam bir tablo gibi, değil mi?”

      “Tam bir tablo gibi.” diye neşeyle onayladı Hans. “Tam tablo gibi. Bir tek ellerindeki şu çorap gibi şeyleri beğenmiyorum.”

      “Eldivenleri beğenmiyor musun, Hans? Neden ki, aslında nasıl da önemliler. Bak, kızarıklıkları kapatıyor. Ah, anneciğim, eldivenlerin bittiği yerde kolların ne kadar da beyaz, benimkinden bile daha beyaz, hatta çok daha beyaz. Ancak söylemek zorundayım, anneciğim, korse sana biraz dar geliyor. Büyüyorsun! Kesinlikle büyüyorsun!”

      Madam Brinker gülüşüne engel olamadı.

      “Bu elbise çok uzun zaman önce dikildi, canım. Ah, o zamanlar belim ne inceydi! Sırma bir söğüt dalı kadar ya var ya yoktu! Peki, başlığımı beğendin mi?” Başını sağa sola çevirdi.

      “Ah, hem de çok, anneciğim, ne çok! Bak! Babam da sana bakıyor!”

      Babaları da bakıyor muydu? Evet, fakat cansız ve donuk bir ifadeyle. Kadın aniden başını çevirip kocasından yana baktı, hafif bir kızıllık yanaklarına yerleşmişti ve gözlerinde sorgulayan bir kıvılcım parladı. Ancak o pırıl pırıl bakış titrek mum alevi gibi bir nefeste sönüverdi.

      “Hayır, hayır.” diye iç çekti kadın. “Hiçbir şey görmüyor. Gel, Hans.”dedi. Gülümsemesi biraz da olsa yerine geldi. “Tüm gün bana bakıp kalma, yeni patenlerin Amsterdam’da yolunu gözlüyor.”

      “Ah, anne!” diye karşılık verdi. “Sana onca şey lazımken neden parayı patene harcayalım ki?”

      “Saçmalama, çocuğum. Para, yani iş, sana bu amaçla verildi. Güneş batmadan git de gel artık.”

      “Doğru, çabuk gel, Hans!” diye gülümsedi Gretel. “Annem izin verirse bu akşam kanalda yarışacağız.”

      Tam kapı eşiğindeyken durup annesine döndü, “Çıkrığına yeni bir pedal almak lazım, anne.”

      “Sen yaparsın, Hans.”

      “Yapabilirim elbet. O zaman paraya gerek kalmaz. Ama daha sana yelek lazım, yün lazım, yiyecek lazım…”

      “Hadi, hadi! Yeter artık. Elindeki gümüşlerle her şeyi alamazsın. Ah, Hans, çalınan paramız şu kutlu Aziz Nicholas arifesinde geri dönse ne kadar da müteşekkir olurduk! Daha geçen gece iyi yürekli azize dua ettim.”

      “Anne!” diye yeis içinde lafını kesti Hans.

      “Nedenmiş, Hans? Bana böyle sitem ettiğin için kendinden utan! Hakikat ki kiliseden ayağı geri durmayan her iyi kadın gibi ben de gerçek bir Protestan’ım, iyi yürekli Aziz Nicholas’tan dara düşünce medet umuyorsam bunda ne yanlış var? Çocukların koruyucu azizine dua ettim diye kendi çocuğumdan azar işitiyorum, yazık! Tay kısraktan daha mı ehil?”

      Hans, sesi şu an olduğu gibi keskinleştiğinde ve konuşması çabuklaştığında karşı bir laf etmemesi gerektiğini bilecek kadar iyi tanıyordu annesini,