Ахмет Мидхат

Paris’te Bir Türk


Скачать книгу

ikinci kamarada bazı uygunsuz hâller dahi temaşa edilmişti.

      Bu akşam ise kıç üzerinde Madame de Trouville’in, Mister James ile eğlenmekte bulunduğunu fırsat ittihaz eden Zekâ Beyefendi bir kenarda dinlenen Gabrielle’in yanına sokulup o zamana kadar peyda etmiş olduğu hususiyetin müsaadesi dâhilinde, hatta o hududun pek çok haricinde olarak bile ilanıaşka ve muaşaka çarkının hareketini hızlandırmaya başlayıp nihayet bahsi o akşam kabinenin anahtarı kendisine teslim olunmak niyazına kadar getirdi.

      Böyle vapurlar içinde kamaranın anahtarını vermenin ne demek olduğu pek açık bulunduğundan izaha ihtiyaç yoktur. Vakıa Gabrielle için bu tarz bir teklifin ilk defa olarak arz edilmiş şeylerden olmadığını hükmedebiliriz. Ancak bu kadar serbestçe ve âdeta hayvanca edilecek tekliflerin bu birincisi olduğuna Gabrielle’i tanıyan bir adamın hiç şüphesi kalmaz.

      Gabrielle’i tanıyan bir adam, onu nasıl tanır bilir misiniz? Sözü uzatmaya gerek yoktur. O yaşta ve o sanatta bulunan bir delikanlıyı nasıl tanır ise öyle. Bu gibi kadınların alışverişi akçe ile olmaz. Onlara gönül parasını vermelidir ama Zekâ Bey gibi bu alışverişin inceliklerini bilmeyerek değil.

      Zaten şu sebep Gabrielle’i yüz çevirmeye kâfi olduğu cihetle, Zekâ’nın teklifini şiddetle reddetmekte ve galebe hususunda pek ziyade müşkülat görmekte iken bir de Madame de Trouville’in, Mister James ile olan latifesini bitirerek ve etrafa meraklı nazarlarla, Zekâ’yı Gabrielle ile baş başa görerek sırlarına vâkıf olmak için yavaş yavaş gelip yanı başlarına oturduğunu Gabrielle görmesin mi?

      Artık güzel bir komedya oynamak zamanı gelip çattığına hükmetti. Çılgın zamparaya hem ümit verecek cilveli hâllerini gizleyemeyerek ve menedemeyerek hem de teklifini kabul etmekte o kadar inat gösterdi ve Zekâ Bey dahi hırsına ve hevesine galebe ile o derece saldırdı ki daha oracıkta öpücük almak küstahlığına bile kalkıştı. Binaenaleyh Gabrielle “Benim tarafımdan bundan sonra hiçbir şeye nail olamazsın!..” diye öyle ilahi bir silleyi süslü beyin sol yanağına bir indiriş indirdi ki fişek gibi patladı. Mutlaka bu fişek sillesinin ateşi, beyin gözlerinden fırlamıştır. Hâlbuki kıskançlığın icabatına bu zamana kadar hiddetinden titreye titreye güç hâlle sabretmiş olan De Trouville dahi ortaya fırlamıştı. Bir muharebe ki maazallah!..

      Durum birinci kaptana arz olundu. Gemi içinde umumi adaba muhalif hâl ve harekette bulunanların, ilk iskeleye çıkarılıp terk edileceğine dair nizamname fıkrası beyefendiye gösterilip vakıa vapur Messina’dan başka yere uğramayacak ise de bir daha bu gibi hareketi görülür ise bir [daha] kabineden dışarı çıkmasına müsaade edilemeyeceği dahi kendisine anlatıldı.

      Bu durum, Sena Bey’e iki cihetten dokunmuştu. Birincisi kendisi gibi bir Osmanlı’nın dost ve düşmana karşı bu gibi uygun olmayan muameleler görülerek tekdir edilmesi ve ikincisi de Gabrielle’e olan samimiyetini Zekâ Bey’den ziyade arttırmış bulunmasıyla bir bakıma himayesi altında demek olan bir kadına taarruz olunmasıdır. Ancak bu çocuk, gençliğiyle beraber ağırbaşlı mahcup bir şey olduğundan rezilliği bir kat daha arttırmamak için hiddetini yine içinde yenerek sabır ve sükûtu vacip gördü.

      İşte Nasuh Efendi’nin yukarıda bulunmuş olsaydı görmüş olacağı vaka şundan ibaretti. Bari aşağıya indiğine göre başka bir kadın olsa. Madame Cartrisse’i yerine bıraktıktan sonra Lehli Gardiyanski ile birkaç çift söz söyleşmek için onun yanına vardı ise de Gardiyanski okumakta olduğu bir Rusya tarihi muhakematıyla pek ziyade meşgul olduğundan sohbet için itizar etmiş ve binaenaleyh Nasuh dahi eline bir kitap alarak yatağına girip perdeyi çekmiştir.

      On İkinci Bölüm

      Erken yatmış bulunmak hasebiyle ertesi sabah dahi erkenden kalkmış olan Nasuh, vapurun Reggio şehriyle Messina Burnu arasından geçerek Sardunya Denizi’ne girmekte bulunduğunu görmüştü. Bir gün evvelki havanın, Messina’da ziyadece fırtına yapacağı, yolcular tarafından hesap edilip kaptanın o konuda verdiği teminatı kabul etmemekte oldukları hâlde, havanın hemen limanlık diye hükmolunacak mertebede olması Nasuh için epeyce bir memnuniyete vesile oldu.

      Bir sigara yaktı. Bir de alaturka kahve ısmarlayıp iki tarafı temaşa ederek sabah keyfini sürmeye başladı.

      Nasuh bu hâlde iken bir de merdiven cihetinden Mademoiselle Catherine’in başı görünmesin mi? Sonra omuzları, nihayet tüm vücudu meydana çıktı. Ama buna Nasuh’un hayali manasını vermeyiniz. O dakikada Catherine’in, Nasuh’un hayalinde bile olmadığına emin olunuz. Bu gelen bir hayal olmadığı gibi, o kadar hakikat idi ki Nasuh’u gördüğü zaman birdenbire irkilip âdeta dönüp gidecek gibi bir tavır gösterdiği hâlde yine pişman olarak ilk azminde devam etti.

      Evet! Mademoiselle Catherine idi. Zira dünkü gün, kuşluk yemeğinden beri âdeta kabinesinden salona bile çıkmamış olduğundan ve sabah erkenden güvertenin tenha olacağını da hesap etmiş bulunduğundan hava almak, gam dağıtmak için oraya çıkmıştı.

      Kabinesinden niçin çıkmadığını ve güverteye çıkmak için böyle bir tenha vakti niçin aradığını mülahaza etmek lazım gelir ise de sormak icap etmez.

      Nasuh kadını görünce sigarasını denize atıp yarıya kadar içmiş olduğu kahvesini dahi yanı başına koyarak ayağa kalkıp onu karşıladı. Catherine başıyla selam verdi. Verdi ama verdiği selam yekdiğerine müştak olan iki dostun verdikleri selamlardan olmayacağı malumdur. Pek soğuk bir selamdı. Nasuh ise aynen, dünkü gün gösterdiği tevazu ve nezaket derecesinde bir iltifatla selama karşılık vererek, aralarında henüz yedi sekiz adım mesafe olduğu hâlde Catherine’in yanına varmayıp kadın kendi yanına mı gelecektir yoksa başka bir tarafa gidip yalnız mı oturacaktır, emeli ne ise onun icrasında kendisini serbest bırakmaya lüzum gördü.

      Hâlbuki bu düşüncenin Catherine’de dahi var olduğu görülüyordu. Zira ayakları Nasuh tarafına istemeye istemeye yürüyüp teveccühü ise başka taraflara idi. Ne ise istesin istemesin geldi, ağzından dökülürcesine birkaç iltifatlı kelime ile Nasuh’un yanına oturdu.

      Birkaç dakika geçtiği hâlde henüz bir lakırtının ucunu tutamadılar. Catherine iç sıkıntısından esnemeye başlamıştı. Hatta Nasuh “Sizde bir sıkıntı görünüyor. Benim huzurumdan sıkılıyor iseniz çekileyim gideyim.” hükmünü tasvir eder mahsus bir tavırla yerinden kımıldandığı zaman bile Catherine hiçbir ilişik etmemişti. Nasuh nihayet ayağa kalkıp da ilk adımını dahi attıktan sonra:

      Catherine: “Nereye savuşuyorsunuz monsieur?”

      Nasuh: “Sizi şu gördüğüm iç sıkıntısından kurtarmak için ilaç aramaya!”

      Catherine: (alaycı bir tebessümle) “Bu belli bir hastalık mıdır ki onun ilacı da belli olsun? Tıp…”

      Nasuh: “Bu hastalıklar tıbbın bahsedeceği şeyler değildir mademoiselle. Bunlar güzel terbiye dershanesinde bahsedilir hastalıklardandır. İlacı elbette ki bellidir.”

      Catherine: “Nedir?”

      Nasuh: “İç sıkıntısını veren ne ise veyahut kim ise onun defi!”

      Catherine: (mecburen) “Estağfurullah! Sizin gibi terbiyeli bir adam insana iç sıkıntısı verir mi ki?”

      Nasuh: “Böyle bir teveccühünüze mazhar olmuş isem kendimi mesut addederim.”

      Vakıa Nasuh bu söz üzerine, fakat bir iki metre kadar uzak olmak üzere Catherine’in yanına oturdu ise de üç dakikada bir kelimecik konuşulmak üzere Messina’nın geçilip geçilmediğine ve havanın yine bozulup bozulmayacağına dair yavan sözlerden başka bir zamana kadar söz söylenmedi. Eğer uzaktan bir yerden gizlice bakmış olsa idiniz, bunları gayet mahcup ve âdeta miskin bir yeni gelin ve güveyi zannederdiniz. Çünkü ağızlarından dökülen sözler öyle