Ахмет Мидхат

Paris’te Bir Türk


Скачать книгу

“Demek oluyor ki benim fikrim anlaşılmaz bir fikir değildir. Belki sen anlayamamışsındır. Bakılsa anlamalıydın. Seneler geçti ki beraberiz. Ben diyorum ki müzik bir sadadır. Ama insan sadası değil! İnsanlığın üst tarafında vaki bir âlemin sadası. Şimdi bu sadayı insan sadası etmek mahiyetini bozmak demektir. Sadaya beşer lafızlarını katmamalı. Öz hâlinde bırakmalı. Mesela bir güzel opera ki her nağmesi iliklerime, kemiklerime kadar tesir ediyor. Ben bunu dinler iken hayal ediyorum ki içimden kabarıp gelen hislerin gereklerini naralar ile ifşa ve ilan etmek ister isem şu usuldeki naralarla kendimden geçeyim. Veyahut hayal ediyorum ki benim uzuvlarımı ve damarlarımı doldurmuş olan manevi hissin, kâinatı dahi doldurmuş olan azamın geriye kalan kısmı coşup taşmış da feryadını bana o şekilde işittiriyor.”

      Cartrisse: “Aman Catherine! Bu laflar senin ağzından mı çıkıyor yoksa uluhiyetin manevi ağzından mı dökülüyor?”

      Catherine: “Gördün mü bir kere! Şimdi tavsif ve tarifi sana bu sözü söyletmiş olan müzik, öyle ulu ve semavi bütün tesirleriyle beraber beni kendinden geçirecek derecelerine getirdiği esnada bir de şehvete tapan bir rezilin ‘Senin gonce-i lebin meşamm-ı iştiyâkımı müstefit edeceği hülyasıdır ki beni müteselli ediyor. Yoksa..’ diye maşuku tarafına attığı avaze-i rezalet kulağıma gelir ise müziğin se-maviliğine karşı büyük bir küfür edilmiş olmaz mı? Ama hakkım var ise teslim et. Yoksa beni ikna edecek gibi söz söyle.”

      Cartrisse: “Hakkını teslim ederim. Fakat hâl bu merkezde olduğu için müziğe dahi düşmanlık etmek reva mıdır?”

      Catherine: “Benim müziğe düşmanlık ettiğim yoktur. Hatta gönlümün hoşlanmadığı rezilliklere dahi katlanarak güzelce operaları dinlemeye devamdan dahi geri kalmadığımı bilirsin.”

      Cartrisse: “Pekâlâ! Edebiyat ve felsefeye nefretin, fikrine uygun olacak surette bulunmadıkları için olduğuna göre, şayet fikrine muvafık olacak bir şey görsen dahi nefrette devam edecek misin?”

      Catherine: “Benim fikrime muvafık olan şey yine benim fikrimdir Cartrisse! Ama sen bunu kibirliliğime hamledecekmişsin. Var hamlet. Herkesin bin türlü ayıbı olur. Benim ayıbım da kibirliliğim oluversin. Eğer ben kendi kalbî hislerimi kendim tasvir ederek şiir söyler isem onu beğenebilirim. Zira o zaman, müziği dahi kendi hissiyatımdan ibaret olan şiirleri feryat ediyor diye hülya ederim.”

      Cartrisse: “İşte iyi ya? Niçin bu yola dökülmezsin?”

      Catherine: “Ne? Şair mi olayım diyorsun?”

      Cartrisse: “Niçin olmayasın? Kudretin mi yok? Lisanına kemaliyle maliksin. İçinde hiçbir fikir ve hikmet olmadığı hâlde sadece söylediğin sözlerin zati letafeti bile insanı hayran eder. Bir de buna saf fikirlerini ilave eder isen o hâlde…”

      Catherine: “O hâlde kadın çıldırmış derler. Hem neme lazım a efendim! Ben kendi telezzüzüme14 hizmet edeceğim. Zira kibirli olan biraz da hodendiş15 olur. Âlem benim neme lazım? Kendi zevkimi arayacak olduktan sonra hülyalarım dahi kifayet ediyor. Söyleyeceğim şiirleri hülya ederim, zevkini de çıkartırım iş biter, gider.”

      Konuşma bu neticeye vardıktan sonra Catherine artık kahvesini bitirmiş olduğu cihetle Cartrisse’in yukarıya çıkar ise pek memnun olacağına dair ettiği ısrar üzerine Catherine giyinmeye başladı. Bir yandan giyinir ve bir yandan da Cartrisse ile şu vadide bir söz söylerdi:

      Catherine: “Ey, nasıl? İkinci mevkide bulduğun dostlar ile bu tarz konuşmalarda bulunabilir misin?”

      Cartrisse: “Henüz bu tarz konuşmalarda bulunduğum yoktur. Biz en çok vaktimizi edebiyatla geçirdik. Bazı zarifane sözler ve muameleler dahi doğrusu beni pek güzel eğlendirmektedir. Ancak görüştüğüm adamlar içinde seninle bu yolda söz söyleyebilecek adam yoktur diyemem.”

      Catherine: “Vardır mı demek isteyeceksin?”

      Cartrisse: “Evet!”

      Catherine: “Hangisi? Hani ya şu gemilerin pruvalarına koydukları aslan resimleri kadar mağrur duran Moskof mu?”

      Cartrisse: “O Moskof değil Lehlidir. O da pek iyi bir adamdır. Ama bu yolda tavsiye ettiğim o değil.”

      Catherine: “Ya şu altmış yaşındaki telli bebekle rezaleti ayyuka çıkaran süsüne mağrur, güzelliğine kendisi hayran olan şık mı?”

      Cartrisse: “Zekâ Bey dedikleri adam ha? Allah etmesin! Tavsiye etmek…”

      Catherine: “Tavsiye etmek istediğiniz adam öyle ise hâl-ü şanına nazaran kendisini Jean Jacques Rousseau kadar büyük görüp tıpkı yine onun gibi dünyanın bütün elem ve kederleri kendi üzerine hücum etmiş zanneden ve bunun için gülmekte dahi bir sefalet olmasın diye dudaklarını ısırıp sahte tavırlarla dikkat nazarlarını celbetmeye çalışan fesli efendi mi?”

      Cartrisse: “Amma vasıflar ha! Bir kere senin gibi akıl ve ileri görüşlülükle vasıflananlar bir adamın hakiki hâllerine tamamıyla vâkıf olmaksızın, dışarıdan aldıkları emareleri bu kadar uzatıp götürmezler.”

      Catherine: “Yanlış mı hükmetmişim?”

      Cartrisse: “Keyfî verilen hükümlerin hangisi doğru olabilir ki?”

      Catherine: “Demek oluyor ki tavsiye edeceğin zat o dediğim adamdır.”

      Cartrisse: “Evet ismi de Nasuh’tur.”

      Catherine: “Bu nasıl isim?”

      Cartrisse: “Türk ismi.”

      Catherine: “Vay bu adam Türk ha?!”

      Cartrisse: “Hem de hani ya şu gerçekten Türk olanlar yok mu? İşte onlardan. Öyle…”

      Catherine: “Hani ya şu dört kadın, on sekiz cariyenin şehvetli ellerinde ve top gibi atılıp dolaşan Türklerden.”

      Cartrisse: “Kaç karısı ve kaç cariyesi olduğunu bilemem.”

      Catherine: “Hani ya şu bir kadından hevesi geçer geçmez onu gönül sahifesinden silip çıkarmak için yalnız bir kelimeyi telaffuzdan başka hiçbir şeye muhtaç olmayan Türklerden.”

      Cartrisse: “Onu da bilemem.”

      Catherine: “Etme Allah’ı seversen Cartrisse! Böyle boş yere ayak atma.”

      Cartrisse: “Ben bir ayaktır attım. Attığım ayak boşa gitmedi. Kuvvetli bir esas üzerine bastı. Ama ayağımı geriye çekmek yine benim elimdedir. Üstelik ben Nasuh ile evlenmedim, evlenmeyeceğim ve evlenemem ki benim ile beraber daha kaç karı alacağını veyahut benden ne zaman usanıp ve beni hangi kelime ile gönül sayfasından sileceğini hesap edeyim. Yoldayız. Gemideyiz. Senin gibi öyle kabinemde kapanarak hülyalarım içinde boğulamam. Konuşacak, görüşecek adam isterim. Bu çocuğu yalnız gemide olanlardan değil hatta ömrüm boyunca gördüğüm adamlardan daha terbiyeli, daha nazik, daha akıllı, daha anlayışlı gördüm.”

      Catherine: “Eğer hususi hâllerini bilmemiş olsaydım, şu barbar Türk’e âdeta alaka etmişsin derdim.”

      Cartrisse: “Pek de istersen, hususi hâllerimi bildiğin hâlde dahi bu hükmü et. Lakin garip değil midir ki ben o barbar Türk ile sana dair birkaç söz söyledim. O hiç senin gibi kötü bir şey söylemedi.

      Catherine: “Beni ona ne diye tavsiye ettin?”

      Cartrisse: “Sen ne isen öyle tasvir ettim. Zekidir, anlayışlıdır fakat âlemde hiçbir kimseyi, hiçbir şeyi sevmez dedim. ‘İnsan değil mi? Serbesttir! İstediğini sever, istemediğini sevmez.’ dedi. Bir barbarın verdiği şu cevapla bir de kendi fikrini mukayese et.”

      Catherine: