Ахмет Мидхат

Paris’te Bir Türk


Скачать книгу

edilecek itirazları gör!”

      Catherine: (merak gösterir bir tavırla) “İtiraz mı?”

      Cartrisse: “Ne zannettin ya? Sen herkesi ‘Aman senin için kurban olayım!’ diye ayaklarına kapanır, gözyaşları döker ikiyüzlülerden zanneder isen çok hatalara düçar olursun.”

      Catherine: “Sen bu sözleri söylüyorsun ki Türk ile görüşmeyi merak edeyim diye.”

      Cartrisse: “Benim neme lazım? İster görüş ister görüşme. Zannedersem Türk dahi seninle görüşmeye o kadar can atmaz. Çünkü güzellere o kadar müştak olsaydı hazır İstanbul’dan tanıdığı Gabrielle isminde bir genç, güzel aktris var iken benim gibi bir kart karı ile ülfetten hoşlanmayarak onunla meşgul olurdu.”

      Catherine: “İşte giyindik. Haydi bakalım şu senin Türk efendiyi de görelim.”

      Dokuzuncu Bölüm

      Bu hikâyemizde ashab-ı vakayiin hal-ü şanlarını yazarlık sıfatıyla kendi tarafımızdan vasfetmeyip ne hal-ü şanda bulunduklarını orada bulunan kimselerin kendileri tarafından fikirler ve fiiller ile göstermeleri suretini tercih etmiş olduğumuzdan Catherine’in fikir ve mütalaasından anlaşılacak ahvaline muhterem okuyucuların ne nazarla bakacaklarını bilemeyiz. Şu kadar var ki Cartrisse’e itiraz mahiyetinde söylemiş olduğu sözlerin cümlesi sırf ciddi olmayıp biraz da şakavari olacağı ihtimalden uzak olamaz. Zira bu kadar muhakemeye iktidar davasında bulunan bir kadının, öyle hiç tecrübe etmediği hususlar üzerine fikrini açıklayıp belli bir hüküm dahi vermesi akıl ve hikmetle tatbik kabul etmez bir durumdur.

      Bunlar güverteye çıktıkları zaman ne Nasuh’u ve ne Gardiyanski’yi bulamayıp yalnız Sena ile Gabrielle’i bir tarafta oturmuş ve Zekâ Bey ile Madame de Trouville’i dahi kol kola ve farklı aşüftece hareketler ile gezinir ve oynaşır bulmuşlardı. Şimdi Catherine’in, “Hani ya senin akıllı Türk burada yoktur!” demesi üzerine Cartrisse “Mademki benim akıllı Türk’ü görmek istiyorsun haber göndereyim de gelsin.” dedi ve her ne kadar Catherine bu davete lüzum göstermemek istedi ise de Cartrisse ona bakmayıp kamarotu çağırarak özel bir emir ile ikinci mevkiye gönderdi.

      Nasuh gezinti mahalline geldiği zaman Catherine’i kıç üzerinde bulunan dümen dolabının gayet süslü yapılmış olan sandukasına dirseğiyle dayanmış buldu ki beklerkenki tavrında büyük bir alay ve küçümseme alametini dahi gizleyemezdi. Nasuh bu acayip duruşu nazarıdikkatle derinlemesine düşünerek işin hakikatini anlamaktan geri kalmadı. Binaenaleyh ne o kadar temellük16 ne de lüzumundan fazla haşinlik ile olmayarak vakar ve tevazudan mürekkep güzel bir tavırla kadınları selamladı. Catherine’in yanı başında bulunan Cartrisse, kendisine düşen teşrifatçılık vazifesini güzel bir suretle icra etti. Çünkü eliyle nazik bir tavırla Nasuh’u işaret ederek ve yüzüyle Catherine’e hitap çehresi göstererek tavsiye hususunda ise yalnız, “Nasuh Efendi…” sözünden başka bir şey söyleyemedi. Cartrisse nazarında Nasuh’un mazhar olmuş bulunduğu mevki bundan ziyade söz söylemeye ihtiyaç mı gösterir?

      Bunu müteakip işareti Catherine’e ve yüzünü dahi Nasuh’a çevirerek “Mademoiselle Catherine! Sizinle görüşme şerefini arzu eden ve görüşme ve sohbetinize liyakatini hakkıyla gösterecek olan Mademoiselle Catherine!” dedi ki bu söz ile Catherine’den ziyade Nasuh’u methetmiş olduğunu, gerek Nasuh ve gerek Catherine anladıkları cihetle ikisi dahi duruşlarında kendilerini toplamış olmaları emarelerini gösterdiler.

      Nasuh: “Beni bu şerefe kadar mazhariyetle bahtiyar ettiğinizden dolayı evvela size teşekkürler ederim Madame Cartrisse, ikinci olarak Mademoiselle Catherine’in bu görüşmeye lütfen tenezzül buyurmuş olmalarını o kadar teşekkürlere şayan görürüm ki derecesini tayine lisanım muktedir olamaz.”

      Catherine: (gerçekten alicenabane bir tavırla) “Sohbeti insanı mesut edecek saygıdeğer zevattan olduğunuz her hâlinizden anlaşılıyor Monsieur Nasuh. Binaenaleyh bu görüşme, beni de teşekkürü hakkıyla ifada aciz bırakacak nimetlerdendir.”

      Şu ilk kelimeler edildikten sonra Cartrisse dümen yanını terk ve kenarlarda oturmaya mahsus olan peykelere oturmaya yöneldiğinden Catherine ile Nasuh dahi ona uydular. Orada bulunan Sena ile Gabrielle ve Zekâ ile Madame de Trouville, bunları küçümseyen bir nazarla gözden geçiriyorlardı. Hatta o aralık De Trouville’in Zekâ Bey’in kulağına fısıldamış olduğu sözlere kulak veren bulunsaydı şu kelimeleri işitirdi:

      “Tiyatro temaşasındayım zannediyorum. Aktör ve aktrislerin maharetlerine de diyecek sözüm yoktur.”

      Zekâ dahi şu mukabelede bulunmuştu:

      “Hayır! Ben kendimi bir sefarethanede veya bir resmî baloda zannediyorum. Çünkü sözler pek resmî gidiyor.”

      Cartrisse peyke üzerine oturmakla beraber Catherine dahi onun yanına oturup vakıa bunlar Nasuh’a yer gösterdiler ise de Nasuh ayakta durmayı tercih etti. Bir aralık, o güne kadar seyahatleri oldukça zararsız devam ettiğine ve Messina Boğazı’na yaklaştıkça fırtınanın şiddeti artacağına veyahut artmayacağına dair söz söylendi. Nihayet Catherine şu ufacık bir bahisten sözü açtı:

      Catherine: “Bu seyahat ilk seyahatiniz midir Nasuh Efendi? Başka seyahatleriniz var mıdır?”

      Nasuh: “Maddi olarak zikre şayan başka bir seyahatim yoktur mademoiselle.”

      Catherine: “Acayip! Seyahatin maddisi, manevisi olur mu?”

      Nasuh: “Niçin olmasın efendim? Manevi tabiri yakışık almaz ise ‘hayalî’ tabiri yakışık alır ya? Hayalî seyahatlerimden tıpkı şu maddi seyahatim kadar mütelezziz olmuşumdur.”

      Cartrisse: “Ne gibi?”

      Nasuh: “Ne gibi olacak? Bu seyahatimi lezzetli eden bir şey var ise o da arkadaşlığınızın lezzeti olduğunu arz etmeye hacet yoktur zannederim. Hayalî seyahatlerimde dahi kendime böyle aramakla bulunmayacak arkadaşlar hayal ederim. Onların arkadaşlıklarının lezzetleriyle mütelezziz olurum.”

      Catherine: (belli belirsiz ve alaycı bir tebessümle) “Demek oluyor ki hayaline vücut verenlerdensiniz.”

      Nasuh: “Hayalime vücut vermez isem nasıl lezzetini bulabilirim?”

      Catherine: (yine aynı tavırla) “Öyle ise kendi kendinizi aldatıyorsunuz demek.”

      Nasuh: “İşte yalnız işin burasının dediğiniz gibi olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim.”

      Catherine: “Neden?”

      Nasuh: “Şundan ki hayallerime vücut vermekle lezzet almakta isem de lezzetin yalnız hayallere vücut vermekle yetinip kendimi aldatmak derecesine hiçbir vakit varamam ki hatta ayıplamanızda hak kazanabilesiniz. İnsan kendi kendisini aldatabilmek için ya kendisinden ziyade ahmak olmalıdır veyahut kendi nefsinden ziyade akıllı. Tek bir nefiste ise bu ikiye dilinme mümkün değildir.”

      Catherine: “Ben zannederim ki kendi kendisini aldatmaya muvaffak olanlar da vardır.”

      Nasuh: “Bu sözdeki haksızlığınız o kadar büyük değildir mademoiselle. Vakıa bazı adamlar vardır ki kendi hülyalarına aldanmış gibi görünürler. Ancak bunlar o ahmaklardandırlar ki hülyayı hakkıyla edemeyip zihinleri daldan dala kalkar konar. Binaenaleyh bir hülyanın mahiyetini nazarıdikkatleri önünde tayin edemezler ki eksiğini, fazlalığını bulup da hülyaya aldanıp aldanmamak lazım geleceğini ona göre hesap etsinler. Siz bunları hülyalarına aldanmış zannedersiniz. Fakat kendilerine sorsanız ne aldandıklarına dair kesin bir cevap verebilirler ne de aldanmadıklarına. Ben hükmederim ki bu gibi hayallerde bulunanlar, hülyalarında bir lezzet bulamazlar.”

      Cartrisse: (bir küçümseme tavrıyla Catherine’e bakarak) “Bu sözde