Ахмет Мидхат

Paris’te Bir Türk


Скачать книгу

fakat Gabrielle’i Yorgidis meşgul etmekte bulunduğu cihetle henüz bahsi geçenin gıyabında ve fakat bilvücuh medhüsenasında olmak üzere Sena ile söz söyleşirdi.

      Derdini dökecek adam arayan biçare Madame Syrienne dahi Dizier ailesi halkıyla ve bunlardan bilhassa kocakarı bağdaşıp vefat etmiş kocasının mehamidini10 hikâye ettiği görüldükten sonra öte tarafta Kaliksberg ile Cartrisse ve Gardiyanski ve Nasuh kalır ki biz ancak bunların açtıkları sözden mütelezziz olacağımız cihetle onlar tarafına kulak vermeliyiz. Söz İstanbul’un bazı yeni gelişmeleri hakkında olup Cartrisse şu suretle fikrini beyan ederdi:

      Cartrisse: “İstanbul’da gördüğüm yeni gelişmeler, şaşkınlık ve hayret nazarlarıma sebep oldu. Ben zannederdim ki İstanbul’da hâlâ değirmen taşı kadar sarıklı ve belleri yatağanlı ve piştovlu adamlar göreceğim. Hâlbuki bilakis İstanbul’da âdeta Avrupa gibi giyinmiş adamlar ve özellikle de gençler gördüm.”

      Kaliksberg: “Size İstanbul hakkında ilk fikrinizi kim verdi?”

      Cartrisse: (bu sualin biraz aykırıdan gelmesine canı sıkılarak) “Acayip! İnsana kim ilk fikri verir? Şundan bundan aldığı malumat üzerine fikir dahi kendiliğiyle hasıl olur.”

      Nasuh: (sözü Kaliksberg’in ağzından kaparak) “Madame, Herr Kaliksberg size sual etmek istedi ki İstanbul hakkında almış olduğunuz ilk malumatı bir kitaptan ve seyahatnameden mi aldınız? Yoksa birisi o malumatı size şifahen mi verdi?”

      Cartrisse: “Bu sualin hikmetini de anlayamadım.”

      Nasuh: “İstanbul’u ilk hayal ettiğiniz surette bulamamış olduğunuzu beyan ettiğinizden bizim için bunun hikmetini anlamak üzere o ilk hayalinizin kaynağını ve vasıl yerini anlamak lazım geldi de onun için bu sual varit oldu.”

      Kaliksberg: “Evet madame! Emelimiz böyleydi.”

      Cartrisse: “Evet! Aldığım malumat-ı musavver, bir İstanbul seyahatnamesinden alınmıştır. Hatta ‘Parmakkapı’ diye bir yerin resmini yapıp orada ağaçlara ve dükkân saçaklarına yirmi kadar da adam asmıştı.”

      Gardiyanski: (hafif bir tebessümle) “Siz de buna hemen inandınız öyle mi?”

      Cartrisse: “Umumun nazarlarına arz olunan bir esere nasıl inanılmaz?”

      Nasuh: “O seyahatname hangi tarihte yazılmıştı. Hatırınızda mıdır?”

      Cartrisse: “Başka bir şey olsaydı pek de hatırımda kalmazdı ama Kırım Muharebesi esnasında yazılmış olduğu için hatırımda kalmıştır.”

      Nasuh: “Öyle ise size bu kadarcık ters ve yanlış malumat vermiş olmasına hayret etmeyiniz efendim. Zira bugün yazılan şeylerde bile bu kadar gariplikler vardır.”

      Cartrisse: (bu söze inanmadığını ima eder bir tavırla) “Amma yaptınız ha! Monsieur Nasuh! Bunda biraz mübalağa ediyorsunuz.”

      Nasuh: (gayet ciddi bir tavırla) “Mübalağa denilen şey yalana çok yakın olur madame! Ben ise yalana asla yanaşmam. Ben size ‘bugün yazılan’ demedim mi? İşte size bugün yazılan bir eser takdim edeceğim.” diye yerinden kalktı. Doğruca Mister James’in yanına gidip yapmış olduğu resimleri Madame Cartrisse’in beğenisine sunacağını arz edeceğinden bahisle aldı, getirdi ve “Siz şimdi şunları temaşa ededurunuz.” diye onları Madame Cartrisse’e terk ederek Monsieur Autrans’ın yanına varıp o sıralarda yazmakta olduğu seyahatnameyi dahi alarak geldi.

      Nasuh: “Resimleri temaşa ettiniz ya? Şimdi de şu yazıyı okumama müsaade buyurunuz.”

      Cartrisse ve Kaliksberg: “Bunları temaşa ettikten sonra bahiste hak kazandığınızı teslim ettik Monsieur Nasuh!”

      Nasuh: “Hayır efendim! Israrla rica ederim ki şu yazıyı okumama müsaade buyurunuz.”

      Cartrisse: “Zaten bize eğlence lazım değil mi? Okuyunuz da dinleyelim.”

      Nasuh: (Birçok girişi hem de pek güzel zevzekçe yazılmış olan girişleri geçtikten sonra şu suretle okumaya başladı.) “İstanbul Şark milletlerinin bir ekspozisyonu olup orada Şark milletlerinden her nevi adam bulunur ve her lisan konuşulur.”

      Cartrisse: “Bu yalan değildir zannederim.”

      Nasuh: “Sabrediniz. (okur) Vakıa bu keyfiyeti şöyle haber vermek okuyanlara hoş görünür ise de İstanbul’da bulunanlar için hoş değildir. Çünkü bir dükkâna girip de mesela ekmek alacak olsanız ekmeğin on on beş lisanda adını söylemeye mecbursunuz. Zira ekmekçi hangi milletten ise kendisine o milletin lisanını söylemenizi ister.”

      Cartrisse: “İşte bu mübalağa zira…”

      Kaliksberg: “Yalan bile!”

      Nasuh: “Sabrediniz efendim! Gözüme bir şey daha ilişti. (okur) İstanbul’da Türkler hiç hatır gönül bilmezler. Yolda insanın üzerine o kadar bağırırlar ki başka memlekette olsa düelloya davet edilirlerdi. Lakin onlara hiç ses çıkaramazsınız. Zira henüz barbar olduklarından sizi derhâl vurup öldürebilmeleri ihtimal dâhilindedir.”

      Gardiyanski: “O! Bu herifin kalemi şiddet ve süratini gittikçe arttırıyor.”

      Nasuh: “Hele şurasını dinleyiniz. (okur) Türkler o kadar barbardırlar ki hâlâ Ayasofya Camii’nin eski kapılarının üzerinde Hristiyanlık işaretleri olduğu hâlde dokunmayarak her zaman ibadethaneye girdikçe bahsi geçen işaretlere hakaret nazarlarıyla bakarlar.”

      Cartrisse: “Elverir Monsieur Nasuh! Demek oluyor ki muharrir efendinin fikrine göre eğer Türkler Ayasofya mabedini yerle yeksan etmiş olsaydılar o zaman medeni addolunacaklardı. Gerek resimlerini ve gerekse tasvir ve işar11 şeklini pek beğendik! Ressam ve muharrire tarafımızdan teşekkürler ediniz!”

      Nasuh kâğıtları sahiplerine iade etmeye gittiği zaman Cartrisse ile Gardiyanski ve Kaliksberg arasında şu sözler teati olundu:

      Cartrisse: “İşte bizim Avrupalıların Türkiye’yi layıkıyla tanıyamamaları bu zevzek muharrirlerin bu gibi hezeyannamelerinin suçudur. Monsieur Nasuh doğrusu ya hak kazandı.”

      Gardiyanski: “Ya herifler ne yapsınlar efendim? Bu gibi uydurma şeyler ile okuyuculardan beş on para dolandırmazlar ise ne ile yaşasınlar?”

      Kaliksberg: “Bir milletin gerçek hâlinin, ecnebiler nazarında meçhul kalması bazı ince politikalar münasebetiyle kârlı bir şeydir!”

      Nasuh: (dönüşünde) “Elhamdülillah daha beni ilk tanımaya başladığınız esnada mübalağacı bir adam olmak üzere tanımadınız madame!”

      Cartrisse: “Bundan sonrası için de ihtiyatlı bulunmak lüzumunu hissettim.”

      Nasuh: “Bu bana ait bir şey değildir. Şimdi söyleyecek şu sözüm kaldı: Siz İstanbul’un yeni gelişmelerinden olmak üzere Avrupakari giyinmiş birçok adam bulunduğunu beyan ettiniz. İstanbul’un gelişmişliğine dair gördüğünüz misal yalnız bundan ibaret midir madame?”

      Cartrisse: “Bu gelişme az gelişme midir? Bir millete eski kıyafetini terk ettirmekten güç bir şey mi olur?”

      Nasuh: “Bendenize kalır ise ondan daha kolay hiçbir şey olamaz. Büyük Petro gibi bir adam olur da bir günde kıyafet değişikliğini emreder ve emrini icra ettirebilir. Yahut bu yolda cahilce heves eden birinin koca bir halka yol göstermesi dahi mümkündür. Fakat size şunu sorarım ki şimdi Paris halkına bir aba, potur, cepken filan giydirsek, başlarına dahi kocaman birer fes veyahut sarık koysak Parisliler barbar olurlar mı?”

      Cartrisse: “Yok!”

      Nasuh: “Öyle ise teslim ediniz ki gelişmelerde, gerilemelerde, medeniyette,