“Artık iş derecesini geçti! Şu biçare genç kadın akşamdan beri çok üzüldü. Durunuz bari şuna bir güzel hizmette bulunayım.” diye kalktı ve Madame de Trouville’in yanına sokulup şu sözü söyledi:
Nasuh: “Bu hâller bir marquise valideye bile yakışmaz. Nerede kaldı ki bir Madame de Trouville’e! Hatta bizim marquise valide bile asla böyle şeyler yapmazdı. Artık Madame de Trouville’e caiz midir ki…”
Nasuh Efendi sözü buraya kadar getirmiş ve henüz tamamlamamıştı ki Madame de Trouville çeşm-i3 dikkatini patlatırcasına Nasuh’un üzerine açıp fakat sanki nutku tutulmuş da söz söylemeye iktidarı kalmamış gibi söylemek istediği hâlde söyleyemeyerek hemen Zekâ Bey’i koluna taktı ve kıç üstü merdivenden aşağıya inerek kamaraya doğru yürüdü gitti.
Madame de Trouville’e söylediği sözleri Nasuh Efendi pek de yavaş söylememiş olduğu cihetle birtakım kimseler işitmiş oldukları gibi bilhassa Angeline tam bir dikkatle dinlemişti.
Söylenen sözün mebna aleyhi4 malum olmadığından âdeta manasız bir şey olduğuna hükmedilmek lazım geldiği hâlde bunun efsun gibi bir tesiri görülmesine ve bahusus bu tesir Madame de Trouville gibi bir kadın üzerinde müşahede olunmasına herkesten ziyade Angeline şaştı ve sonra kendisini ve çocuğunu çirkin bir beladan kurtarmasına mukabil Nasuh Efendi’ye tam bir nezaketle birçok teşekkürlere başladı.
Henüz yeni tanımaya başladığınız Nasuh Efendi’nin şimdiye kadar gördüğünüz ahvaline dikkat etmiş iseniz onun Angeline’e güzel mukabelede kusur etmeyeceğini teslim edersiniz. Kendisi Angeline’e gerekli mukabeleyi icrada iken öte tarafta Cartrisse ile Gardiyanski ve Gabrielle arasında şöyle bir söz daha geçmişti:
Cartrisse: (Nasuh hakkında) “Bu efendinin derece-i malumatına ne dersiniz?”
Gardiyanski: “Bu!.. Ne idi onun ismi? Ha! Nasuh Efendi için mi söylüyorsunuz madame?”
Cartrisse: “Evet! Şark ve Garp’ın edebiyatı kaybolsa zihninden çıkarıp yeniden ortaya koyacak.”
Gardiyanski: “Ben o kadar edebiyattan anlamam ama bu akşam sofrada felsefe ve politikaya dair bazı sözler söyleştik, doğrusu onlardaki kemalini teslim ettim.”
Cartrisse: “Acayip! Felsefe ve politikada ha?”
Gardiyanski: “Evet!.. Hem ahlakta…”
Cartrisse: “O! Pek namuslu bir adam olduğu zahir hâlinden görülüyor.”
Gabrielle: (biraz mahcubane) “Kendisini ben İstanbul’da tanıdım. Dediğiniz gibi pek namuslu bir adamdır.”
Gardiyanski: “Öyle ise niçin yabancı gibi durmaktasınız?”
Cartrisse: (Gabrielle’in artan utanması üzerine) “Bir adam mahcubane bir tavırla ağzından bir söz kaçırır ise artık onun üzerine varmak layık mıdır monsieur?”
Gardiyanski: (Gabrielle’den özür diledikten sonra Cartrisse’e) “Sizden de af rica ederim madame. Ben de boş bulundum.”
Nasuh Efendi, Angeline’e olan güzel mukabelesini tamamladıktan sonra yine eski arkadaşları yanına gelmiş idiyse de Cartrisse havanın serinliğinden şikâyet ederek biraz gezinmek ve bu hareketle ısınmak için kalkmış olduğundan evvelki bahis tekrarlanmadı. Bu kalkışında Cartrisse’in erkeklerin yüzüne bakarak onlardan ümit içinde beklemesi, Gardiyanski ile Nasuh’tan birisinin refakat konusunda kendisine kol uzatmasına intizar demek olduğunu her ikisi anladı ise de bu şerefi ikisi dahi birbirine bahşetmek istediklerinden kollarını uzatamadılar. Hatta ara yerde teklif ve tekellüfe dair sözler de söylendi. Nihayet Cartrisse “Monsieur Gardiyanski! Bari refakatimi siz kabul ediniz de Nasuh Efendi ile Mademoiselle Gabrielle dahi eski sohbetlerini yenilesinler!” diye Gardiyanski’nin kolunu almakla Nasuh Efendi’ye dahi Gabrielle’in refakati kaldı.
Lakin bu gibi yerlerde Cartrisse’in sözüne dikkat olunacağı malum olmakla Nasuh Efendi bunun için Gabrielle ile şu iki çift sözü teati etti:
Nasuh: “Mademoiselle Gabrielle, Cartrisse’in bu sözü söylemesi neden neşet etti?”
Gabrielle: “Ben sizi tanıdığımı ağzımdan kaçırdım da ondan! Mahcup oldum ama…”
Nasuh: “Neden mahcup oldunuz? Bizi mahcup edecek bir hâl ve hareketimiz mi var ki?.. Siz gençsiniz, ben genç! Siz hürsünüz, ben hür! Siz tiyatrocusunuz, ben yazar! Her cihetle aramızda mevcut olan münasebet bizi birbirimize tanıttırmış olmasından dolayı mahcup edemez. Hele bir adamın insafı var ise asla ayıplamaya kendisinde hak bulamaz.”
Şu sözleri Cartrisse işitmiş olduğundan önde gitmekte olduğu hâlde arkasına dönerek:
Cartrisse: “İşte ben de bu ayıplamaya kendisinde hak bulamayan insaflılardanım Nasuh Efendi!”
Nasuh: “Öyle ise nazarımda kendinizi bir kat daha büyülttünüz madame!”
Cartrisse: “Aynen sizin de benim nazarımda büyüdüğünüz gibi!”
Nasuh: “Gerçekten teveccühünüze mazhar olmakta isem kendimi bahtiyar bileceğim.”
Elbette Nasuh’un bu sözü dahi cevapsız kalmazdı. Ancak Cartrisse ilerlerken birinci kamara yolcularından olmak üzere haber verdiğimiz genç ve gayet güzel Fransız karısına tesadüfle söyleşmeye başlamış ve hatta kolundaki Monsieur Gardiyanski’yi ona takdim etmediği cihetle o bile edeplice çekilip ayrılmış olduğundan Nasuh’un alacağı meydanda bulunan cevap yakinen ümit ederiz ki Cartrisse’in ağzında kalmıştı.
Bu Fransız karısına gayet güzel deyişimiz mübalağa değildir. Gerçekten gayet güzeldi. Kaşların, gözlerin, burun ve ağzın ve çenenin velhasıl yüzünü teşkil eden malum azalarının cümlesi birer birer güzel, hani ya şu ressamların teslim ettikleri yolda güzel oldukları gibi heyet-i mecmua5 ve umumiyeleri6 dahi güzeldi. Boy pos da yerinde. Bu kadının bir kusuru var ise o da biraz ziyadece zayıflığı olup ancak bu kadar güzel olan birinin kansızca çehresi ve baygınca bakışının dahi ona tatlılık vereceği, konunun erbabı olanlarca bilinir.
Cartrisse bu kadına Catherine diye hitap etmiş olduğundan ismi Catherine olduğu anlaşıldı ise de Nasuh güzelliğinin derecesini beş on dakika tam bir dikkatle temaşa etmedikten sonra anlayamadı.
Yirmi dakika kadar daha Gardiyanski ve Gabrielle gezindikten sonra Nasuh artık havanın serinliğinden gereği gibi şikâyet etmekle ve bu şikâyeti Gardiyanski ve Gabrielle dahi uygun görmeleriyle üçü birden kalktılar, aşağıya, kamaraya indiler.
Beşinci Bölüm
Güverte üzerinde cereyanını haber verdiğimiz olaylar cereyan ettiği müddet zarfında kamarada dahi bazı hâller yaşanmıştı ki eğer onları dile getirmez isek okuyucuları, bu seyahatte, Messagerie Imperiale yolcularına manen tamamıyla arkadaş edememiş ve binaenaleyh hikâyemizin esası olan bu seyahati de layıkıyla anlatamamış oluruz.
Salondan içeriye girdikleri zaman bahsi geçen üç arkadaş, Monsieur Autrans’ı ayağında sarı mest pabuç ve kıçında bir Rumeli poturu, onun üzerinde bir güzel Toska fistanı, daha üzerinde bir örtü ve başında dahi bir zeybek külahı olduğu hâlde put gibi bir garip vaziyette durmuş ve İngiliz Mister James’in marifetiyle karakalem resmini aldırmakta bulmuşlardı. Nasuh Efendi bunu görünce kahkaha ile gülmekten kendisini menedemedi.
James: “Güzel değil mi mösyö? Şu resm-i Türkî!.. Şey! Türk resmi güzel değil mi? Ne acayip?”
Nasuh: “Acayip olduğunu teslim ederim. Fakat güzel değildir. Hem bu kıyafette Türk yoktur ki!”
Autrans: