Ахмет Мидхат

Paris’te Bir Türk


Скачать книгу

mi ya? Elbisesi olmadığından ötekiden berikiden birer elbise dilenmiş. İstanbul’da türlü türlü milletlerin ekspozisyonu olduğundan her millet kendisine kendi kıyafetinden birer şey vermiş, bu hasıl olmuş. İstanbul’da şalvar üzerine palto giyen ve dar pantolon üzerine Şark modasınca koca bir kırmızı kuşak bağlayıp daha üzerine dahi salta7 giyinen vesair bu türlü karışıklık yapan adamlar az mıdır?”

      Nasuh: “Demek oluyor ki siz de biraz mübalağa ettiniz. Buna karar verdiniz.”

      James: “Mösyö! Biraz da şu resimleri gözden geçirir misiniz? Biraz çalakalem yapılmıştır. Ama affedersiniz. Çünkü bir buçuk saatte hem de gece yapılan resim bu kadar olur.” diye Mister James, Nasuh Efendi’nin eline üç parça kâğıt daha tutuşturdu. Üzerlerinde olan resimler dertest-i tersim bulunandan daha az garip değildiler.

      Bunlardan birisi güzel Arnavut elbisesi üzerine koca bir sarık oturtulmuş olup buna dair istenilen izah üzerine Monsieur Autrans “Efendim işte altına yazmışlar ya! Bir Arnavut hocası! Evvela Arnavut iken başında koca püsküllü bir fes vardı. Hoca olduktan sonra ise elbet sarık saracaktır.” cevabını verdi. Bu cevabın isabetine Mister James kanmış olduğundan artık Nasuh’un “Canım Yanya’da hoca olan adam bu fistanı giymez! Türklerin hocası gibi cübbe, şalvar giyer. Fistanı giyenler ise bu sarığı sarmazlar.” diye ettiği itiraz kabul mü olunur?

      İkinci resim, başında bir güzel fes ve arkasında bir kısa ceket ve Frenk gömleği ve yelek olduğu hâlde ayağında dört parmaktan ibaret bir zeybek dizliği ve kırmızı yemeni ile alınmıştır ki Monsieur Autrans “İstanbul’da tulumbacıları görmediniz mi? Koşmak için hafif bulunmak üzere bu dizlikleri giyerler. Hâlbuki ben Rumeli ve Anadolu’yu gezdim. Her yolcu seferberlik hâlinde buna yakın dizlikler giyerler. Bu ise hepsinden hafif olduğu cihetle yolcu kıyafetinde göstermek istediğimiz bir İstanbulluyu böyle göstermeye karar verdik. Yolda kısa ceket insanı yormaz ki! Hatta ben İstanbul’da ava giden bir beyi gözümle gördüm ki ayağına Yanya çarıkları giymişti. Hafif olmak için Yanya’nın çarıklarını giydiği hâlde Aydın’ın dahi dizliğini giymesi mantığa uygundur.” diye bunu da izah etti.

      Resmin üçüncüsü, gecelik kıyafetinde ve bir elinde çubuk, diğerinde nargile marpucu, ağzında sigara ve bir elinin iki parmağı arasında kocaman bir kahve fincanı ve diğerinde bir şarap kadehi olduğu hâlde aldırılıp altına dahi “İstanbul’un bir ehlikeyfi. Meşhur Ressam İngiliz Mister James tarafından resmedilmiştir.” ibaresi yazılmıştı. Vuku bulan istizahlar8 üzerine Monsieur Autrans “İstanbul’da türlü türlü keyif veren şeyleri merak eden adamlar olduğunu inkâr edemezsiniz ya? Farz ediniz ki o adam merak ettiği keyif veren şeylerin hepsini birden kullanıyor. Artık resimde bu kadarcık da mübalağa olmaz ise zevki çıkmaz.” diye bunu bu şekilde izah etti ve yorumladı.

      Şimdi siz Nasuh Efendi’nin bu rezaletlere mukabele edip etmediğini sual edersiniz. Kime mukabele etsin? Bir kere Mister James, İstanbul’da böyle şeyler var olmasına katiyen inanmış. Çünkü kendisi filozoftur. Autrans’ın yorumlarını ve izahlarını pek muvafık bulmuş. İkincisi kendisi bir İngiliz’dir. Bir kere inanmış olduğu şeyden bir daha döner mi?

      Yalnız Gardiyanski ile Gabrielle ve Nasuh Efendi, müteaacibane9 kahkahalarla İngilizlerin bu yoldaki gayretini övmüş ve bununla yetinmişlerdi.

      Şu resim temaşası bir saat kadar uzayarak sonra yukarıda, kıç üzerinde, soğuğun tesirlerinden etkilenmeye başlayan yolcular birer birer geldiler. Onlar da Ressam Mister James’in resimlerine baktılar. Fakat resimlerden ziyade ortaya ekspozisyon gibi serilmiş olan Şark eşyalarının temaşasıyla meşgul olmuşlardı. Nihayet uyku zamanı gelince herkes birbirine veda ederek kadınların tamamı ve erkeklerin bazısı hususi kabinelere çekildiler. Büyük salonda gecelemek için kalan İngiliz Mister James, Autrans, Remzi, Sena ve Yorgidis ile bir de Nasuh Efendi’den ibaretti. Fakat bunların hepsi birden yataklarına girmedi. Monsieur Autrans masa üzerinde yazıya başlayıp bir saat kadar daha meşgul olduğu gibi, bir saatten sonra o da yatağına girdiği zaman James’i hâlâ bitmiş olan dört parça resimlerden Autrans için kopya edilecek birer nüshayı çoğaltmakla meşgul bıraktı.

      Bu gecenin vukuatını tamamlamak için şunu da haber verelim ki:

      Yolculardan bir saat sonra yatağına giren Autrans’tan dahi bir saat sonra James işini bitirmiş ve yarım saat kadar da sandıklarını yerleştirmekle meşgul olup bundan yani herkesin uykuya varmasından üç buçuk saat sonra deli İngiliz’in canı biraz da piyano çalmak ve şarkı çağırmak istemiş olduğundan ve filozof olan bir adam ekseriya bu gibi arzularının icrasına hiçbir mâni göremediğinden, hemen piyano başına geçmiş ve öküz gibi böğürmeye başlamıştı. Uykuda olanlar nasıl bir hâle uğradıklarını bilemeyerek yerlerinden fırlamakla beraber, işin aslını anlayınca İngiliz’i zemmedip ayıplamaya giriştilerse de İngiliz dahi kendi hâlinde olan serbest bir adamın zevkine müdahale etmenin nezakete muvafık olmadığını dava ile bunlara karşılık verdi. Nihayet kaptana müracaat olunup da piyanodan edilecek istifade, halkın rızası şartına bağlı olduğuna ve öyle gece yarısı değil a, gündüz bile piyanoyu Mister James kadar fana çalanları menetmeye yolcuların heyet-i umumiyesinin hakkı olduğuna dair nizamname bendini göstermeyince, şerh etmeyince ve açıklamayınca İngiliz’i susturmak mümkün olamadı.

      Ama gerçekten susturmak mümkün olamadı. Zira Mister James mücadele esnasında, edilen bir itiraza vereceği cevabı verip bitirdikten sonra müzikayı yine evvelce bıraktığı yerden başlar ve hatta şayet yolculara beğendirebilirim ümidiyle daha ziyade bağırarak çehresiyle, tavrıyla dahi “Şimdi şu hava beğenilmeyecek bir hava mıdır? İnsaf ediniz!” manasını işrap ederdi.

      Altıncı Bölüm

      Ertesi sabah yataklarından kalkanların, ellerini yüzlerini yıkar yıkamaz bir baş güverteye çıkıp nerede bulunduklarını tahkike girişecekleri, bunun gibi deniz yolculuğunda bulunmuş olanların malumlarıdır. Bu seferde ise yukarıya çıkmak pek de o kadar kolay bir şey değildi. Zira o gece rüzgâr istikametini kuzeydoğuya çevirerek geminin oldukça pupasından geldiği ve binaenaleyh gemi yelken açmış bulunduğu hâlde baş vurmaktan hasıl olan sallantı, denize alışık olmayanları ayakta duramayarak düşürecek mertebedeydi.

      Bununla beraber herkes düşe kalka birer kere güverteye başvurduktan ve köpürmüş olan denizin müthiş güzelliğini bir ancık temaşa ettikten sonra yine aşağıya indiklerinden yolcular tamamıyla salonda mevcut idiler. Sabah kahvaltısı geçmemiş ise de yemek yerken geminin sallantısı yolculara bir hayli güçlük göstermiştir. Böyle bir havada Mister James resim yapamamakta idiyse de Autrans yazı yazmakta inat ve ısrar ediyor ve bir Şark seyahatnamesi kaleme almakta bulunduğunu söylüyordu.

      Dün geceki tetkiklerimiz üzerine, bizim dikkat edeceğimiz kişiler Madame de Trouville, Cartrisse, Nasuh, Gardiyanski ve Zekâ Bey gibi ilk hâlleri bir derececiğe kadar nazarıdikkatimizi celbetmiş olan adamlar ise de evvela şunu haber verelim ki Madame de Trouville dün akşam Nasuh Efendi’den işitmiş olduğu söz üzerine bugün neşesini ve şuhluğunu kaybetmiş olduğundan sabahtan beri ağzından hemen bir kelime dahi çıkmamıştı ve nihayet geminin sallantısının başına vurduğunu bahane edinerek kabinesine çekilmişti.

      Hatta Cartrisse, Nasuh’un De Trouville’e söylediği sözün suret-i vech ve tesirini şöyle kibar bir şekilde Nasuh’tan istizah dahi etmek istemişti:

      Cartrisse: “Monsieur Nasuh! Dün akşam sizin Madame de Trouville’e okuduğunuz efsunda ne kuvvet vardı ki bizim o neşeli Madame de Trouville’mizi sihirlenmiş gibi hâle getirdi. Şimdi sizi nerede görse oradan kaçmak ister.”

      Nasuh: (Cartrisse’in bu laftan