Ахмет Мидхат

Paris’te Bir Türk


Скачать книгу

“Öyle ise sözümü geri aldım.”

      Nasuh: “Öyle ise madame, ahvalini birtakım garabet içinde gizlediğiniz şu madame mı mademoiselle mi ne ise Catherine hakkında lütfen izahat veriniz de âlemi merakta bırakmayınız.”

      Cartrisse: “Bu o kadar merak edilecek bir şey değildir. Veledizina dairesine bir çocuk bırakılır. Alameti sol taraf böğür kemiğine çizilmiş bir istavrozdan ibaret olur. Kundağı arasında çıkan bir kâğıt üzerinde dahi kıza Catherine ismi verilir. Sonra kız büyür. On beş yaşına varır. Bir gün bir mektup daha gelip kızın namına filanca bankaya beş yüz bin frank bırakıldığını müjdeler. İşte bu suretle bir kız yirmi yaşında iken değil hatta on beş yaşında iken bile Karun kadar servet sahibi olabilir. Bunda şaşılacak ne var?”

      Nasuh: (Cartrisse’in söylediği bu söze güya öteden beri vâkıf imiş de şimdi kadını daha deşip söyletmek istiyormuş gibi bir tavır ile) “Amma yaptınız ha! Siz gittikçe o kadar garip katmerler açıyorsunuz ki!”

      Gardiyanski: “Vallahi öyle! Bu kızı oraya getiren kim? Parayı gönderen kim?”

      Cartrisse: “Eğer bunlar bilinecek bir şey olsaydı bilinirdi. Bir şey ki bilinecek şeylerden olmaz. Onu bilmeyi de o kadar merak etmemelidir.”

      Gardiyanski: “Nasıl etmemelidir a madame!

      Cartrisse: “Pekâlâ! Haydi bakalım merak ediniz! Ne öğrenirsiniz? Merakınız pek boşuna olur.”

      Nasuh: “Şimdi bu Catherine’in dâr-ı dünyada hiçbir kimsesi yok ha?”

      Gardiyanski: “Kendisiyle izdivaç?..”

      Cartrisse: “O! O pek çok! Catherine’in aşkıyla çıldırmak derecesini bulanları mı istersiniz? Canına kastedeceğini kendisine yazanları mı? Fakat bunların cümlesinin Catherine’e değil; sadece parasına âşık olduklarını Catherine yakinen bilirdi.”

      Nasuh: “İyi ama kendisi de aşkıyla çıldırmaya, âşıkların hak kazanacakları kadar güzeldir.”

      Cartrisse: “Yoksa sizde de yavaş yavaş âteş-i aşk iltihap mı edecek?”

      Nasuh: “Bunu merak etmeyiniz efendim. Nasuh bendeniz öyle barut gibi pek kolay ateş alır adamlardan değildir.”

      Söz bu neticeye erişince öte tarafta Zekâ Bey ile Sena Bey arasında meydana gelen konuşmanın şiddeti herkesi işinden alıkoyup o tarafa yönelmeye mecbur edecek dereceye varmakla, sohbetlerini dinlemekte olduğumuz üç zat dahi sözlerini keserek o tarafa nazarıdikkatlerini vermeye mecbur oldular. Meğer mesele ikisinin de önceden gördüğü, bu konuda birbiriyle rekabet eden ve Mademoiselle Gabrielle’in geçen kış “Mardi Gras” denilen yortu gecesinde tozpembe veyahut koyu kırmızı fistan giymiş olması bahsinden ibaret olup Zekâ Bey kadının tozpembe ve Sena Bey ise koyu kırmızı giymiş olduğunda ısrar ederlermiş. Cartrisse bir latife olmak üzere bu davayı sonlandırmaya muktedir olup olamayacağını Nasuh’tan sual etti. Nasuh “Sanki buna muvaffak olamaz mıyım zannediyorsunuz?” diye yerinden kalkıp genç beylerin yanına giderek “Beyler müsaade buyurur iseniz ben sizin ikinizin de hakkını meydana çıkarayım. O gece Mademoiselle Gabrielle’i ben de gördüm. Pembe fistan giymişti. Fakat Sena Bey’in gözlükleri koyu renkli olduğu cihetle pembeyi koyu kırmızı görmüş olduğuna şüphe yoktur.” dedi. Gerçekten Sena Bey’in o gece boynuna takmış olduğu gözlük hâlâ boynunda olup rengi dahi koyu maî olduğundan iki taraf da bu hükme razı oldular. Cartrisse ise Nasuh’un bu derece zekâsına hayran kaldı.

      O gün akşama kadar nazarıdikkatleri çekebilecek başka bir hâl görülmedi. Çünkü Catherine tarafından edilen davet üzerine Cartrisse birinci mevkiye gidip Nasuh ise yatağına girmiş ve bir kitap alıp okumaya başlamış ve James hayallerini resim ve Autrans seyahatname yazmakla meşgul oldukları gibi Madame Syrienne ise henüz derdini kocakarıya anlatıp bitirememişti ve Zekâ ve Sena Beyler kumpanyası ise Mademoiselle Gabrielle’in Mardi Gras Yortusu’nda giydiği fistanın tozpembe olduğuna dair diğer delilleri ve muhtıraları tedarik etmekte bulunmuşlardı.

      Şira açıklarının büyüdükçe büyümekte olan dalgaları gemiyi gerçekten sallandırmaya başlamış ve binaenaleyh denize alışık olmayan yolcuları gereği gibi hasta etmiş olduğundan o akşam sofrada ikinci kaptan ile Nasuh’tan ve bir de James ve Autrans’tan başka kimse bulunamamıştı.

      Bir yandan yelken ve diğer taraftan makine kuvvetiyle saatte on milden on dört ve yerine göre on altı mile kadar mesafe kateden vapur, ertesi sabah erkenden Yunan adalarını bitirip Venedik Körfezi hizasına gelmiş ve binaenaleyh rüzgârı arkasına alıp adalar ise pupadan gelen dalgaların hızını kırmakta bulunmuş olduğundan yolcular birazcık sallantıyı dahi göze kestirerek etrafı görmek için güverteye çıkabilmişlerdi. Orada iki günden beri aralarındaki arkadaşlığı gittikçe kuvvetlendirmekte bulunan fırka fırka dostlar selamlaştıkları ve birkaçar kelime teati ettikleri gibi Cartrisse ile Nasuh arasında da şu kelimeler teati olunmuştu:

      Cartrisse: “Bonjur! Monsieur Nasuh!”

      Nasuh: “Bonjur madame! Havamız pek de fena değil. Çünkü yolumuza yardım ediyor.”

      Cartrisse: “Lakin bu gece de fena sallanmadık.”

      Nasuh: “Rahatsız oldunuz mu?”

      Cartrisse: “Biraz.”

      Nasuh: “Ama gemide olduğumuz da ne ile bilinecek ya? Tabiatın böyle kuvvetli pençesi altında bulunmak dahi zevktir.”

      Cartrisse: “Haklısınız ama dostum ben tabiatın pençesinde olan kuvveti kendi üzerimde tecrübe etmek istemem. Onu hem edip hem filozof olanların kaleminden çıkmış olan eserlerde görürsem lezzetini hem de rahat rahat alırım.”

      Nasuh: “Bu da güzel ama lezzetini kendiniz almış olmazsınız, başkasının aldığı lezzeti temaşa etmiş olursunuz. Siz gayet sevdiğiniz bir dost ile arkadaşlıkta ve söyleşmede bulunarak lezzetinden bayılmaktasınız. Ben de sizi temaşa ediyorum. Vakıa sizi temaşa etmek lezzetsiz değildir. Lakin sizin aldığınız lezzetin tamamından ben de zevk alamam.”

      Cartrisse: “Misali pek serbestçe tuttunuz. Bu misali başka bir kadının huzurunda tasvir etmiş olsaydınız, kendisini bayıltacak olan lezzet üzerine size pek şen tebessümler ile mukabele ederdi!..”

      Nasuh: “Hata mı ettik? Öyle ise meseleyi değiştireyim. Mesela bir seyahati siz etmişsiniz. Ben de seyahatnamenizi okumaktayım. Seyahatin lezzetini sizin bilfiil almış olduğunuz kadar ben de seyahatnamenizden alabilir miyim?”

      Cartrisse: “Deminki misaliniz ne kadar gönül alıcı idiyse bu da o kadar akıllıca ve şairanedir. Her meselede bir büyük iktidar, bir büyük vukuf gösteriyorsunuz Monsieur Nasuh! Acaba siz bu bahisleri hep birer birer üstattan mı öğrendiniz? Buna imkân veremem. Zira bu kadar farklı, ince ve haklı fikirler bir ömür müddeti içinde tahsil edilemez.”

      Nasuh: “Demek oluyor ki efendim bu bahiste kazandığım hak bana olan teveccühünüzü bir kat daha arttırdı. Bu gibi küçük küçük şeylerin muallimden tahsil edilecek ne ehemmiyetleri olabilir? Bunlar o hakikatlerin müfredatından değil midir ki apaçık ortada olmaları hasebiyle herkes onları görüp durur?”

      Cartrisse: “Herkes demeyiniz! O hakikatleri insanların yüzde biri kendi kendisine görür. Yüzde kırk dokuz kadarı dahi birisi kendisine gösterir ise görebilir. Hele yüzde ellisi kendi kendisine göremedikten başka birisi gösterse bile göremez, bir türlü zihin sardırmaz. Neyse! Bu sabah Monsieur Gardiyanski’yi göremedik.”

      Nasuh: “Belki henüz yatağındadır.”

      Cartrisse: (tebessümle) “Yani o cesur Lehlinin kadınlar kadar da cesareti olmadığından hâlâ yatağından çıkamadığını anlatmak ve Gardiyanski’yi bu suretle