(şaşırarak) “Hemen hiç!”
Cartrisse: “Nasıl hiç? Az kaldı ki evladım gibi muamele ettiğim Catherine ile bugün senin için boğaz boğaza geleyim!”
Nasuh: (kalemi elinden bırakarak) “Niçin?”
Cartrisse: “Siz ona akılsız, edepsiz, terbiyesiz demişsiniz?”
Nasuh: “Ne demişim? Ben mi demişim! Böyle bir laf Nasuh’un ağzından çıkmış ha? Yanlışınız var efendim.”
Cartrisse: “Evet! Öyle diyor.”
Nasuh: “Öyle ise âdeta hoppalık ediyor ki onun gibi kâmil geçinmek isteyen bir kadına hoppalık hiç yakışmaz. Ne ise! Böyle bir hezeyan etmiş olduğum gerçek ise gider özür dilerim.”
Cartrisse: “Bin bela ile yumuşattım. Gel Allah’ı seversen şuna bir şey anlatınız.”
Bu teklif üzerine Nasuh bir kere başını önüne eğdi. Fakat çok vakit bu durumda devam etmeyip hemen müteakiben yine kaldırdı. Hem de mütebessimane bir tavırla kaldırıp Cartrisse’e dedi ki:
Nasuh: “İster misiniz ki şu Catherine ile dost olayım?”
Cartrisse: “Ben dostluktan vazgeçtim. Birbirinizi hiç tanımadığınız zamanki hâle çevirebilirseniz memnun olurum.”
Nasuh: “Hayır! Hayır! Dost olacağım. Hem o kadar dost ki!..”
Cartrisse: “Ne kadar?”
Nasuh: “İhtimal ki sizi kıskandıracak kadar!”
Cartrisse: “Beni mi? Ben kıskanacağım ha? Neden kıskanayım? Aramızda bir alaka mı var?”
Nasuh: “Yok ama ben…”
Cartrisse: “Ey! Sen?”
Nasuh: “Ben istersem o dünyada kimseyi beğenmeyen azametli Mademoiselle Catherine’i kendime çıldırasıya âşık ederim.”
Cartrisse: “Güleceğimi getiriyorsunuz Monsieur Nasuh!”
Nasuh: “Ayaklarıma kapandırırım diyorum.”
Cartrisse: “Muhal28 denilen şeyin hükmü içinde bir de imkân var mıdır?”
Nasuh: “Bence vardır. Fakat sonra kıza yazık etmiş olmayalım.”
Cartrisse: “Bence bu dediğiniz şey muhaldir. Muhal hükmünde de hiç imkân yoktur. Binaenaleyh kıza yazık olmayacağına ben eminim. Elinizden geleni esirgemeyiniz. Eğer muvaffak olur iseniz o zaman da işin bir kolayı bulunmaz değil a?”
Nasuh: “Ha! Bak o zaman işin bence hiçbir kolayı bulunamaz. Bu bir muhaldir ki işte bunun imkânını bulmak gayet güçtür.”
Cartrisse: “Ne ise! Eğer siz bu dediğiniz şeyi yapabilir iseniz…”
Nasuh: “Yapabilir isem? O zaman bana ne verirsiniz?”
Cartrisse: “Ne istersiniz?”
Nasuh: “Bir bakıma pek küçük, bir bakıma pek büyük!..”
Cartrisse: “Ne?”
Nasuh: “Bir zafer öpücüğü!”
Cartrisse: “Benden mi?”
Nasuh: “Evet! Sizden! Ama istediğim gibi!”
Cartrisse: “Pekâlâ!”
Nasuh: “İstediğim gibi olacağına dikkat isterim. Bu kaydı asla ve kat’a unutmamalı!”
Cartrisse: “Asla ve kat’a unutmayacağım.”
Nasuh: “Öyle ise haydi gidelim.”
Bu müzakere ve karar üzerine ikisi beraber kalktılar doğruca birinci kamaranın salonuna gittiler. Çünkü Catherine, Nasuh aleyhine olan şikâyetini Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız âdeta Cartrisse ile kavga edercesine arz edip Cartrisse dahi eğer Nasuh böyle bir edepsizlik etmiş ise mutlaka özür için getireceğini vadetmiş bulunmasıyla, o mütekebbir ve müteazzım29 kadın, mağlubu olan erkeğin kendisinden af ve özür dilemesine orada muntazır bulunurdu.
Nasuh önde ve Cartrisse arkada olarak salona girdikleri zaman Catherine, kendilerinden başka kimse bulunmayan o mükellef salon içinde ayak üzerinde bulunup her pencere arasını süsleyen aynalara bakarak güzelliğini, letafetini kıyaslayarak gururunu arttırdıkça arttırırdı. Bir nebzecik gurur her kadın için ziynet addolunabilir ise de Allah için işin şu cihetini itiraf etmelidir ki Catherine’e gururun ifratı dahi ziynet addolunabilmekteydi. Nasuh’un şimşek gibi tez olan nazarıdikkati, bu hakikati çoktan görmüş ve Catherine’in kimseyi beğenememesi âdeta kendisini hevaperestane bir kadın olarak göstermemek için olduğunu, kadın kendisiyle muaşaka edilmesi değil, sözün en kısası kendisine perestiş edilmesi davasında bulunduğunu fark etmişti. Zaten Catherine’i bu kadar imtihan ve tetkik etmemiş olsaydı, Cartrisse ile o büyük mukaveleyi akdedebilir miydi?
Kadının huzuruna geldiği zaman Nasuh’un verdiği selamda gösterdiği tevazu şimdiye kadar verdiği birkaç selamdan ne ziyadeydi ne de noksan. Catherine ise başını bile eğmeyerek Nemrut gibi bir duruşta bulundu ki duruşunda görülen azamet ve gururun, ta bu derecesinde dahi yine o dereceye mütenasip letafet ve tatlılık olduğunu teslim, elbette ve elbette lazımdır.
Nasuh: “İlk görüşmemizde size ‘Ben en büyük felaketlerin bile zevkini, lezzetini bulurum.’ dememiş miydim mademoiselle? Siz o zaman bana itiraz etmiştiniz. İşte davamı fiilen ispat ediyorum. Şu anda yaptığımı bilmediğim bir büyük edepsizliğimden dolayı huzurunuzda hatamı ve suçumu itirafa davet olundum. Merhamet ve affınızı istemeye getirildim. Ne büyük felaket! Âlemde en ziyade nefret ettiğim edepsizliği gayriihtiyari kabul etmiş olayım! Bundan büyük felaket mi olabilir? Lakin bakınız bu felaket içinde ne de büyük bir lezzet bulmaktayım. Bir de değil. Pek çok. Bir kere, büyük bir güzellik ve letafetle kadın nevine gerçekten üstün gelmiş olan en güzel bir kadını, tam bir hışım ve gazap içinde görmekteyim ki kıymetini bilenlere, bu dünya zevki değer. İkincisi, haberdar olmadığım suçumu itiraf ederek, hakk-ı galibiyetinizi teslimle sizi galip tavrı içinde görmekteyim ki bu muzafferane tatlılık, güzellik tanrıçası Venüs’te dahi yoktu. Zira kemal güzelliğiyle beraber gördüğü hakareti en bayağı bir kadın dahi görmez… Aman ya Rab! Bir güzel kadına galibiyet tavrı ne de güzel yaraşır? Üçüncüsü, suç ve kusuru itiraf ederek, yalvararak, ağlayarak mutlaka merhametinize nail olacağım ki elbette herkes için nail olunması imkânsız derecesinde zor olan bir nimete, benim böyle hiç beklemediğim bir kolaylıkla nail olmam en büyük nimet ve binaenaleyh büyük bir zevk ve lezzettir.”
Sözünü burada kestikten sonra cevabı bekler bir tavırla Catherine’in yüzüne baktı. Catherine, şu uzunca özrü, başından sonuna kadar güya her harfini ezber ediyormuşçasına tam bir dikkatle dinlemiş ve Nasuh cevabı beklediği zaman ise ömründe kimseden işitmediği ve ihtimal ki o zamana kadar kimsenin tefevvüh30 edememiş olduğu bu garip özre, verecek hiçbir cevap bulamayıp âdeta nutku tutulmuş kalmıştı.
Bu şaşkınlık ve hayret şüphesiz üç beş dakikadan ziyade devam ettikten sonra Catherine güç hâlle “Buyurunuz oturalım.” diyebildi. Lakin öte taraf yalnız bu cevaba kanaat edemeyerek:
Nasuh: “Ağzınızdan af kelimesi çıkmadıktan sonra oturmak ihtimali yoktur. Yok eğer dizlerinize kapandığımı…”
Catherine: (dizlerine kapanmak üzere davranmış gibi görünen Nasuh’un kolundan tutarak) “Estağfurullah! Affa ihtiyaç görülecek bir kusurunuz mu var ki?”
Nasuh: “Tamam! Ben de öyle isterim ya! İşte kusurum olmadığı tarafınızdan itiraf edildiği hâlde, affedilmiş olmamı