Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

var mı Mahir?”

      “Onu epey eskiden tanırım. Annemin çok beğendiği bir kadındır. Öyle zannederim ki, mazisi ve yaşı, muhitin telakkilerine aykırı gelmeyecek olsaydı, onunla evlenmem, annem için bir bahtiyarlık vesilesi teşkil edecekti.”

      “Onu seviyor musun?”

      “Bir zamanlar sevdin mi diye sormalıydın. Çünkü az daha bir felakete doğru gözü kapalı gidiyordum.”

      “Nasıl kurtuldun?”

      “Garip bir hikâye ve mesut bir tesadüfle… Liseyi bitirir bitirmez Avrupa’ya gönderilecek talebeler arasında benim de namzet4 seçildiğimi hatırlarsın elbet. İşte o sıralarda, ona deli gibi âşıktım, gözüm ondan başkasını görecek hâlde değildi. Kocasından henüz ayrılmıştı. Sürdüğü hayat da beni ürkütmüyordu, henüz bir talebe olduğumu, aramızda da yaş farkını ve hiçbir gün onun tarafından beğenilmeyeceğimi aklıma bile getirmiyor, çılgın gibi evinin etrafında dolaşıyordum. Annemle aralarındaki samimiyet, bu hissimi her gün biraz daha alevlendiriyordu. Bir akşamdı, onun sular kararırken bizden çıkıp gittiği bir sonbahar akşamı… Anneme, sayıklayan bir hasta gibi aşkımı itiraf ettim. Beni sonuna kadar sabırla dinledi, sonra gayet dertli bir sesle bana hayatının masalını anlattı.

      Bu, sade bir şeydir, tek cepheli bir aşk ve ihtiras hikâyesi… Dinleyen için hiç de derin bir mana ifade etmez. Fakat bana o akşam, yaralı bir kadın kalbinin müthiş sırrı çok dokundu. Nahide’yi sevdiğim için ondan uzak kalmaya karar verdim.

      Görüyorum ki, bu basit masalı anlamak istiyorsun.”

      Mahir, ince büklümlerle havaya yükselen sigarasının dumanlarına uzun uzun baktı. Sonra biraz ezilmiş ve büzülmüş bir sesle devam etti:

      “İstanbul’un eski, muhteşem yalılarından birinde, boğazın sayılı güzellerinden genç bir kadın yaşamaktadır. Eski paşalardan birinden dul kalan, gayet zarif, şen, sazdan sözden anlayan, hoş meşrep bir kadın… Günün birinde köyün fakir delikanlılarından birine delicesine âşık olmuştur. Çocuk henüz Tıbbiye talebesidir. Kendisinden sekiz on yaş büyük bir kadının çılgın sevgisinden tam dört yıl haber almamıştır. Kadın yaşını, mazisini, delikanlıyla aralarındaki yaşayış farkını ve nihayet muhit telakkilerini düşünerek bu aşka basıp geçmek istemiştir. Fakat ne boğaz sularını heyecanla ürperten saz geceleri ne cuma ve pazar günlerinde eğlence yerlerine muntazaman devam ediş ne de seyahat, hiçbiri kalbinin coşup taşan hislerine tesir yapamamışlardır. Kafasının hükmü, kalbinin istekleri karşısında zaafa uğrayınca genç kadın, bu müthiş aşkı nihayet sahibine duyurmuştur.

      Mektebini henüz bitiren genç doktor, boğaz kıyılarını şiddetle alakadar eden bu harikulade kadının aşkını büyük bir lütuf olarak kabul etmiş, bu kalp davetine çılgın gibi koşmuştur. Ama ‘Çok koşan çabuk yorulur.’ derler. Genç doktor da bu kaideden kendini kurtaramamış, hızını pek çabuk kaybetmiş.

      Birleşik hayatları, genç kadın için müthiş bir işkence hâlini almış, bir tarafta susturulmaz, sönmez bir aşk, diğer tarafta havai bir koca… Ve kıskançlık ateşi… Bu ateşi yenmeye çalışan asil bir gurur… Artık hayat, kadın için cehennemden farksızdır. Vefasız kocasının her hareketini sükûtla karşılamaktadır. Gözyaşlarından, izzetinefis isyanlarından, kalbinin onmaz yarasından kimseye bahsedememiştir. Derin bir tahammül içinde kararan gözlerinin arkasına takılıp sürüklenmiştir.

      Doktor, nihayet karısını ve çocuğunu görmeyecek, düşünmeyecek bir şekilde bir başka aşka bağlanarak çekilip gitmiştir.

      Giden ve bir daha asla dönmeyen, babamdır dostum. Onu çeken, sürükleyen, yuvasından, kadınından, çocuğundan alan kuvvet gençliktir. ‘Gençlik, gençliğin cazibesinden kurtulamaz!’ Mehmet Rauf’un romanlarından birinin tezi budur. Pek beğenirim, ne sağlam bir hakikattir bu!

      Bedbaht olması için annemin ne gibi eksiklikleri vardı? Zamanına göre pekâlâ okumuş, müziğe aşina, hoşsohbet, zarif bir kadındı. Fakat buna rağmen babama karşı göz yumulmaz bir kusuru vardı: Ondan yaşlı olması. Ne yapsalar, her iki taraf da bütün hüsnüniyetlerine rağmen aradaki sekiz on yılın uçurumunu aşıp birbirlerini bulamayacaklardı.

      Onları görünüşte hayat, yani bir kadın ayırdı ama dostum, asıl ayıran tabiattı. Tabiatın değişmez kanunlarından biri!

      Aşk ve heyecan gençlerindir. Yaşlılara yasak…

      Bir gün Nahide’yi ihtiyarlamış, benim henüz tam genç sayılacağım çağlarda çökmüş, saçlarına kır düşmüş ve yüzü kırışmış olarak tahayyül etmek beni ölümünden çok korkuttu. Ölen bir kadın, ama sevilen bir kadın için yas tutulur. Belki hatta arkasından gidilir. Fakat hislerimizin en çılgın demlerinde çöken, yıpranan, heyecanları solan, ihtirasımızı, aşkımızı aşındıran, yarıda kesen bir kadından nefret edilir.

      Onu bu müthiş akıbetten korumak için ben aşkımdan geçtim. İmtihanı kazanmaklığım da ızdıraplarımı hazmetmeme çok yardım etti. Uzun tahsil yıllarında onu çılgın gibi aradığım, özlediğim olmadı mı? Dişimi sıktım, tatil aylarında cazibesinden kurtulunmayan maceralara atıldım. Değişik yüzler; renkleri, kokuları, huyları daima değişen bir sürü çılgın insan sinirlerimi hükümleri altına aldılar. Ve nihayet onu unutmaya muvaffak oldum.”

      “Sen onu sevmemişsin dostum. Çünkü ilk aşkın izi her şeye rağmen yürekte kalır. Ve bir gün bu aşkın nüksetmesi ihtimali o kadar kuvvetlidir ki… Onu böyle harikulade bir mana ile canlı ve muhteşem görmek, nasıl oluyor da sende bir sarsıntı yapmıyor? Hem ondan öyle bir dille bahsettin ki, işiten, aranızda cidden mevzubahis olmaya değer bir yaş farkı var sanacak!

      Hâlbuki nedir? Bir uçurum olarak gösterdiğin bu fark da nedir? Üç veya dört yıl gibi ehemmiyetsiz bir şey değil mi? Bugünün hayat telakkilerine göre bu sebep, ağza bile alınmaz.”

      “Hissinden tarafa çıkarak konuşmak istiyorsun.”

      “Hayır. Yakınlarımızda yaşayanları dikkatlice gözden geçirecek olursan sen de bana hak verirsin.”

      “Sen ne dersen de, onu bir vakitler sevmiştim, fakat talebe aşkına bel bağlanır mı? Bence o çağlarda yaşayan aşklar, nefis bir kokudan ibarettir. Uzun veya kısa bir zaman duyulan, sonra da bir gün belirsizce kayboluveren bir koku.”

      “Evet, üst üste sürülen losyonlara karışarak kaybolan nadide bir esans kokusu!”

      “Seni dinleyeceğim yerde ben saçma sapan konuştum. Fakat ben bugünkü hâlimden memnunum yavrum. Hiçbir ciddi bağım yok. İşimin haricinde mükemmel bir şekilde eğleniyorum. Evlenmeyi şimdilik aklıma bile getirdiğim yok. Çünkü annemin idare ettiği bir evde bekârlık, mahrumiyeti duyulacak gibi değil. Her şeyim temin ediliyor. Ne sökük çoraplarımın örülmesini ne kahvaltımın hazırlanmasını ne de elbiselerimin ütüsünü düşünüyorum.”

      “Kızlar senin bu manasız sözlerini duymasınlar! Sen karını bütün bu gibi maddi şeylerle meşgul olması için mi hayatına karıştırmak istersin?”

      “Eh, aşağı yukarı öyle…”

      “O hâlde derli toplu bir işçi kadın kâfi bu işe…”

      “Ben de onun için değil midir ki evlenmeyi aklıma bile getirmiyorum.”

      “Her insanın kendine göre zevkleri, hususiyetleri, telakkileri ve itiyatları vardır. Bunlara karışılmaz şüphesiz. Fakat ben senin gibi düşünmüyorum, hayatıma karışacak kadının, kafama ve kalbime hitap etmesini istiyorum. Kendisiyle her mevzu üzerinde dil sürçmeden konuşulmayacak bir kadını, ben aşkıma layık görmem Mahir!”

      “Kadının