Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

uzaklaşmıştı. Bazılarını o kadar beğeniyordu ki, tekrarlaması için arkadaşına rica ediyordu. Günlerini birçok işe bağlayarak, büyük bir yorgunlukla geceleri bulan genç başkan da belki bu gece çok uzakta kalmayan hatıraları ile baş başa idi. Nazlanmıyor, arkadaşının samimi isteklerini yerine getiriyordu.

      Hırçın ve dize gelmez gönlünün muğlak isteklerinden biri tekrar sesine bağlanmıştı:

İÇİN, İÇİN

      Bilmek istemem

      Beni bildiğini.

      Anlamasın, duymasın

      Sakın

      Sevildiğini…

      Susun,

      Uyusun

      Bu sevgi içimizde!

      Dönelim

      Biz yine her akşam aynı yerden

      Benim izimde o

      Onun izinde ben…

      Sakın

      O beni bilmesin

      Görüp irkilmesin.

      Ben severken

      Sevilmek istemem,

      Sevdiğimi bilmek istemem.

      Şiir biter bitmez Sermet “Ötekini de…” diye yalvardı ve “Ne olursun, Kandil’i de oku!” dedi.

      Genç adamın alnındaki ince çizgiler derinleşti. Siyah bakışlarına gölgeler doldu. Dudakları artık kilitlenmek istiyordu. Çoğu, herhangi bir yerde neşredilmeyen şiirlerini soluk yapraklarında gizleyen defteri kapadı. Sonra biraz dalgın ve içli, arkadaşının yüzüne bakmadan, bakışları pencerenin arkasında uzayan karanlığa kayıp gitmiş olarak Kandil’in son mısralarını söyledi:

      O, sade bir kandil

      Değil

      Bana bir güneş!

      Gönlümün

      Ölgün

      Hislerine aşina bir eş

      İşte biz böyle her gece

      Gizlice

      Ve yalnız

      Baş başa tutuşur, yanarız.

      Aynı sebepten

      Onun yanışı.

      Benim gözlerimin yaşı…

      Ve sonra pencereden istasyon caddesinin iki sıralı ışıklarına baka baka, belki de o ışıklarda cızıldayan bir mumun titrek alevini, aşkını yakarak eriyen mumun ızdırabını görmek istediler…

***

      Çocuk Esirgeme Kurumu birincikanunun9 sonlarına doğru vereceği balo için hararetli bir şekilde hazırlanıyordu. Memleketin durgun havası, bu fevkalade olacağı tahmin edilen gecenin heyecanı ile çalkanmaya başlamıştı. Bu yüzden terzilerin işleri sıkışmış bulunuyordu. Manifatura ve tuhafiye mağazalarında her zamankinden fazla bir kalabalık göze çarpıyordu. Lame, çiçek, plaka, düğme, toka, çanta gibi ufak tefek süs eşyası İstanbul’a ısmarlanıyor, Kadri, genç kadınların siparişlerini not etmeye yetişemiyordu.

      Adil Usta, vitrinlerini en şık iskarpinlerle süslemişti. Oğlu da durmadan sipariş alıyordu.

      Kabul günlerinde günün belli başlı mevzusu olarak yalnız balodan konuşuluyordu. Giyinme hususunda fazla titiz olanlar, tuvaletlerinin rengini ve modelini saklaması için terzilerine lazım gelen talimatı vermiş bulunuyorlardı.

      Balo tertip heyeti parti binasında, halkevi salonunda sık sık toplantılar yapıyordu. Kotiyonlar İstanbul’dan getirtilecekti. Her iş bölüşülmüştü. İnhisarlardan bir şube amiri ile bir önyüzbaşı büfeyi idare edeceklerdi. Bir avukat, balo komiseri seçildi. Cemiyet azalarından kadınlı erkekli bir grup teşrifatçılık için ayrıldı.

      Memleketin ince zevkli iki resim öğretmeni, müstait10 öğrencilerinden birkaçını yanlarına alarak salonu süslemeye koyuldular. Piyango eşyaları alındı. Pamukçu’nun meşhur zeybeklerine haber gönderildi. Monolog söyleyecek, taklit yapacak gençler ayrıldı. Nihayet her şey tamamlandı. Ve çok soğuk bir kanun gecesi ileride şehir kulübü olarak umuma açılacağı söylenen Evkaf Otelinin bakımsız bahçesi önünde arabalar dizildi.

      İki büyük sobanın kuvvetli ateşi salonu iyice ısıtmıştı. Köşelerden birer demet çiçek hâlinde renkli ampuller sarkıyordu. Masaların beyaz örtüleri itinalı bir şekilde kolalanmıştı. Kabartmalı tavanın lambalarından masa üstlerindeki yeşilliklere ve renkli çiçeklere bir ışık çağlayanı dökülüyordu.

      Büyüklere ait resimler, vakur çerçeveleri içinde bu süslü salona uzaktan gülümsüyorlardı. Masalar erkenden kapatılmaya başlamıştı. Geniş camlı kapının her açılışında başlar da harekete geçiyor; vestonlu, smokinli erkeklerin yanında renk renk giyinmiş kadın kümeleri, yerlerine yerleşinceye kadar tecessüs dolu bakışlardan kurtulamıyorlardı.

      Her yeni gelen için birçok fikir ileri sürülüyor, tenkitler yapılıyor, bazı masalardan samimi el hareketleri ile davetler oluyordu.

      Memleketin en güzel kadınlarından biri olan bir doktor karısı, henüz masasına yerleşmekte idi. Kayısı gülü renkli saten tuvaleti, dirseklerine kadar uzun siyah eldivenleri ve siyah atlas iskarpinleri tenkit süzgecinden geçiyordu. Saç tuvaleti kendisine yakıştığı hâlde, saçlarının o tarz toplanışını beğenmemek isteyenler de vardı. Bazıları şakağındaki yara izinin örtülmesi için bu modeli tercih ettiğini ileri sürüyor; bir genç kadın da “İz diye bahsettiğiniz o minimini beyazlığı yakından gördüm, hiç de yüzüne çirkinlik vermiyor. Bilakis yakışıyor bile!” diye güzel kadını müdafaa ediyordu.

      O, biraz küçük, fakat çok parlak gözlerinin tatlı bakışlarını yakınındaki masalarda dolaştırarak başının zarif hareketleri ile dostlarını selamlıyordu. Çok geçmeden pırıl pırıl üniforması içinde dimdik yürüyen, yüksek boylu ve biraz şişmanca bir albayın yanında beyazlar giymiş karısı ve bir müteahhit karısı olan yakın arkadaşı kocası ile beraber doktorların masasına yaklaştılar.

      Şimdi masanın etrafında üçü de ayrı tip, manalı ve çekici üç arkadaş toplanmıştı. Albayın karısı saçlarını yukarıya kaldırarak geniş alnını tamamıyla açıkta bırakmıştı. Gözlerinin yeşili tutuşmuş bir ocak gibi renk renk ışıltılarla yanıyordu. Ayrı ayrı tetkik edildiği zaman belki de orta güzellikte olan genç kadın konuşmaya, bilhassa karşısındakinin gözlerinin içine bakmaya başlayınca şayanı hayret bir şekilde güzelleşiyordu.

      Müteahhidin karısı yuvarlak yüzlü, çok iri siyah gözlü, ince, uzun ve çok koyu kara kaşlı, küçücük ağızlı ve simsiyah saçlı, çok genç bir kadındı. Gayet geniş omuzlu ve pek uzun boylu kocasının yanında yürür, kollarında dans ederken binbir emekle meydana gelmiş bir bibloyu, bir minyatürü andırıyordu. O da beyaz satenden, uzun etekli bir tuvalet giymişti. Siyah saçlarının arasında pırıl pırıl taşlardan bir akarsu şeklinde bant vardı.

      Tam bir neşe içinde konuşuyorlar, etrafları ile hiç alakadar görünmüyorlardı. Bu aralık kapının önünde, memleketin en güzel kadınlarından biri olan Afet Hanımefendi’nin yanında, ince, uzun bir hayal şeklinde o göründü. İkisi de siyah saten tuvalet giymişlerdi. Afet, mavi renkli, iri bir çiçekle tuvaletinin siyahlığını tadil etmişti. Kumral saçları pek itinalı dalgalarla güzel başını nefis bir bukete benzetmişti. Yeşil engininde binbir renk kaynayan lacivert çımgılı gözleri, pürüzsüz, pembe yüzüne özenilerek yerleştirilmiş iki eşsiz zümrüdü hatırlatıyordu. Lame iskarpinleri içinde