Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

bulunan bir doktor ne dedi biliyor musunuz? Çok tehlikeli bir işe girişeceğimi, bir aşk hastası olacağımı!”

      Nahide “Mesleğinin diliyle konuşmuş olmak için böyle söylemiş doktor.” dedi.

      Afet de “Bu hastalığa giriftar olunca tedavi etmeniz için size başvururdum deseydin.” diye alay etti.

      Sermet’i tamamıyla unutmuşlardı. Ancak Mahir’i büfeden zarif bir kızla dönerken görünce hatırladılar. Afet orijinal bir aşk hikâyesinin başlamak üzere olduğunu sezmişti. Genç kızı masasına bıraktıktan sonra kendilerine doğru gelen Mahir’in havadisle dolu olduğunu hissediyordu.

      “Arkadaşınız gitti mi Mahir Bey?”

      “Aşağıki salonda hanımefendi.”

      “Desenize, genç arkadaşınızın ruhu pek ölgün. İnsan bu yaşta baloyu en civcivli zamanında bırakabilir mi? Biraz da fazlaca sıkılgan galiba. Salonda o kadar genç kız var, birini kaldırıp dans etmedi.”

      Mahir, gayet lakayt bir sesle “Sermet henüz talebe iken ancak evleneceği kızla dans edeceğini söylerdi.” dedi.

      “O, bu ne kadar hislilik? Bu asırda kızlar bile buna riayet etmiyorlar.”

      “Arkadaşım da bir kız kadar temizdir efendim. Lakin hanımefendi, sesinizi bir kere daha işitmenin benim için ne büyük bahtiyarlık olacağını tahmin edemezsiniz.”

      “Benim canım ancak ayda âlemde bir şarkı söylemek ister.”

      “Ne yazık. Niçin sesinizden herkesi faydalandırmıyorsunuz hanımefendi? Plaklarda niçin bu harikulade ses zapt edilmesin? Sanat bakımından buna acıyorum. İsminizi vermez misiniz? İleride çocuklarınıza, hatta torunlarınıza sizden kalacak en kıymetli hatıra bu plaklar olmaz mı?”

      Sonra Bahri Doğru’ya dönerek “Kabahat sizde mi beyefendi?” diye sordu.

      “Karım her hususta tam salahiyet sahibidir Mahir Bey, ne dilerse o olur. Ben, kendi hesabıma hayranı olduğum o sesi, sık sık dinlemek saadetine mazhar oluyorum. İlerisi için de kendi arzusu hâkimdir şüphesiz.”

      Nahide “Ben de her zaman Afet’e bunu söylerim Mahir Bey.” diye söze karıştı. “Kadın sesleri içinde Safiye’nin sesine hayranım. Onun sesinde beni benden alan bir tesir var. İlk defa bu derin sesi Küçük-çiftlik Parkı’nda dinlemiştim. Vakit epey ilerlemişti. Gelişini, bahçeyi dolduran alkış seslerinden anladık. Masamız, havuz başındaydı. Fıskiyeden dökülen tatlı bir musiki yaratan suyun sesini bile onu daha iyi dinlemek için dindirmişlerdi.”

      ‘Neredesin’ diye başladı.

      Bunu yalnız ses ile, bakışları ve yüzü ile sormuyor, söylemiyordu, bütün vücudu vect ile, nihayetsiz bir hüzün ve sitemle gidip de gelmeyeni araştırıyordu. Onu huşu içinde dinleyenlerin çoğu muhakkak ki benim gibi bahçeden çok uzaklara gitmişlerdi.

      Safiye’nin sesi bizi sürüklemiş, hayalimizin engininde, ızdıraplarımızın kaynağında kalplerimizi sanki eritmişti.

      O kadar ısrarla alkışladılar, istediler fakat bir başka şarkı söylemedi. Bir gölge gibi bahçeden silindi gitti. O zaman yanımdakilere ‘Safiye’nin sesinden başka bir ses dinlemeye tahammül edemem.’ demiştim. Sonra aynı hayranlığı Afet’in sesi karşısında hissettim. Bu iki ses, tonları itibarıyla tamamen yekdiğerinden ayrıdırlar. Amma birleştikleri bir nokta vardır ki asıl kudretleri de oradan gelir: Tahrik edici, sürükleyici oluşları… Afet, ne olursun, bu gece söyle…”

      “Kalabalık çekildikten sonra!”

      Mahir, önce çocuk gibi ellerini çırptı. Fakat sonra “Bu kalabalığın arasında benim de çekilmemi emredecek misiniz hanımefendi?” diye boynunu büktü. Kalbi kuş kanadı gibi titremeye başladı.

      “Koca çocuk.”

      “Bu gece pek lütufkârsınız!”

      “Bir romanı severek okuduğum, beğendiğim bir filmi zevkle seyrettiğim zamanlar hep şarkı söylemek isterim. Hâlbuki bu gece pek canlı, pek orijinal bir mevzuyu kendi kafamda roman hâlinde işlemeye başladım.”

      Mahir “Zannederim kahramanlarınız arasında küçük dahi olsa benim de bir yerim olacak!..” diye güldü. İkisinin de bakışları Nahide’nin yüzünde toplandı. O, hiçbir şey anlamamış gibi oğlu ile dans eden Jülide Hanımefendi’ye bakıyordu.

      “Bir hayli şişman olduğu hâlde ne kadar kıvrak dans ediyor.” diye konuştu. “Hareketlerine bayılıyorum. Sonra, ne kadar tatlı, cana yakın bir konuşması var. Yıllarca İstanbul’dan uzaklarda dolaştığı hâlde o güzel şivesini hiç kaybetmemiş.”

      Mahir: “Daha az boyansa ve daha başka türlü giyinse ama.” diye tenkit etti.

      Afet “Siz ileride karınıza çok karışacağa benziyorsunuz.” diye çıkıştı. “Nesi var? Pekâlâ giyinmiş işte. Bir siyah dantel tuvaleti bile çok görüyorsunuz kadıncağıza.

      Avrupa kadınları altmış yaşlarını geçtikten sonra bile ipekler, elmaslar, danteller, kokular içinde en lüks balolara iştirak ediyorlar. Bir tutam beyaz saç, yüzde birkaç hain çizgi, yaşamak hakkını almalı mı elden? Bizde otuz yaşını geçen kadının her şeyi bitmiş zannedilir. Bu telakki ne kadar yanlıştır. Asıl, kadının olgunlaştığı, heyecanlarının, ruhi vasıflarının inkişaf ettiği çağ o yaştan sonra başlar. Ama şüphesiz kendisini idare etmesini bilen, neşeli, hoşsohbet, zarif kadınlar için söylüyorum. Kendini bırakan, dünya zevklerinden el etek çeken, ölgün ruhlu kadınlar ölüm kararlarını kendileri vermişler demektir.”

      “Sözümü geri aldım hanımefendi.”

      “Haydi, arkadaşınızı bulup getirin. Âlem burada ne güzel gülüp söylüyor, eğleniyor. Ne varmış aşağıdaki salonda?”

      “Emredersiniz hanımefendi.”

      Mahir tehalükle salondan çıktı. Nahide ince bir sitemle arkadaşının yüzüne baktı:

      “Niçin bunu yaptın?”

      “Acıyorum o çocuğa doğrusu. Demin ayrılırken o kadar içli, o kadar kırılmış görünüyordu ki…”

      “Gelmezse daha kıymet alacak gözümde.”

      “Geleceğini bildiğin için böyle söylüyorsun. Sevilen bir vücudun yakınına çağırılıp da gelmemek, hisli bir insanın elinden gelir mi?”

      Gece epeyce ilerlemişti.

      Programın son numarasında bir piyango vardı. Biletler satıldıktan sonra ortaya küçüklü büyüklü masalar kondu. Üzerleri renk renk eşya ile dolu idi. Önce numara, sonra eşya çekiliyordu.

      Diş fırçaları, taraklar, kartlar, kalemler, losyonlar, eşarplar, boyun bağları, türlü küçük eşya çıkıyordu. Nahide’nin numarası masanın üstünde duruyordu. Kendisi pek kayıtsızdı. Numarası okunduğu zaman Bahri Doğru, Nahide’nin biletini alarak eşya numarasına yaklaştı. Döndüğünde “Kırmızı kurdele ile bağlı beyaz bir kutu çıktı size ama Nahide Hanım…” dedi, “piyangonun sonunda almanızı rica ediyorlar.”

      Karısı “O da nedenmiş?” dedi. “Herkes iğne, düğme, ne çıktı ise alıp şansını deniyor ya.”

      Bahri Doğru güldü.

      “Sende bir şey var. Paketin içinden ne çıkacağını biliyorsun.”

      “Olabilir.”

      “Söyle Bahri.”

      “Çocuk Esirgemecilerin bir sürprizini bekleyelim. Zevki bozulmasın.”

      Nahide de merak etmişti. Acaba kutunun içinde ne vardı? Artık piyangonun