Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

yavrum.” diye Afet tekrar etti. “Aşk bir rüya gibidir. Uyuduğumuz zaman nasıl irademiz haricinde binbir tabii güzellik yahut korkunç uçurumlar içinde yaşar, sever, sevilir, güler, ağlar, ölür, öldürürsek aşkın pençesine de yine böyle, irademizin haricinde düşeriz. Bir an olur ki nasıl ve ne zaman sevdiğimizi kendimiz bile tayin edemeyiz.”

      “Yook yavrum, yok. Herhâlde hareketleri bu kadar alelade, bu kadar basit bir genci beğenecek, sevecek değilim.”

      “Ama onun tarafından sevilmek de seni sinirlendirmeyecek sanıyorum.”

      “Hangi kadın vardır ki, kendisine perestişle bakan gözlerin karşısında bir an haz duymamış olsun. Sevmeden sevilmek, gerçi hoş bir şey değildir. Fakat menfaatsiz sevilmek, ümit vermeden, müsamaha göstermeden bir erkek tarafından huşu ile, yüksek duygularla benimsenmek güzel bir şeydir. Dediğin gibi sahiden bu çocuk bana bağlanmak istidadını gösteriyorsa sinirlenmem. Ama bu da ona mukabele edeceğim demek değildir.”

      “Görürüz.”

      “Canım Afet. Niçin bir hiç üstünde duruyorsun böyle? Haydi büfeye gidelim.”

      Bahri Doğru hürmetle önlerinde eğildi. Afet, arkadaşının koluna girerek “Sana ötekiler için böyle bir şey söylememiştim.” dedi. “Sevildin, beğenildin. İstesen birini seçer, pekâlâ mesut olurdun. Fakat ruhen hasta idin. Kalbinin geçmeyecek diye inat ettiğin yarası kabuk bağlamamıştı. Hâlbuki zaman o harikulade eli ile ruhunun acılarını, kalbinin o hazin yarasını sildi götürdü. İddia edebilir misin ki, birkaç sene evvelki ruh hâletini hâlâ muhafaza ediyorsun?”

      Nahide durgunlaşmıştı. Geniş alnı üstünde sol kaşı tatlı bir bükülüşle yükseldi. Kirpiklerinin arasında gece renkli gözlerinin ışıltısı kayboldu. Afet, arkadaşının titrediğini hissetti.

      “Nahide, muzdarip misin yine?”

      “Muzdaribim. Fakat öteki için değil Afet. Onu tamamıyla unuttuğumu bu gece daha iyi hissediyorum.”

      “Öyleyse niçin değiştin?”

      “Bir başka balo gecesi aklıma geldi de ondan.”

      Büfenin tenhaca bir yerinde yavaş sesle konuşuyorlardı. Bahri Doğru kibar bir hareketle önlerinde eğilerek “Hâlâ ne içmek arzusunda olduğunuzu söylemediniz. Ama sormak da fazla değil mi?” dedi. “Karşı karşıya geçtiniz mi vermutsuz olamazsınız.”

      Afet: “Sodasız içelim Nahide.” dedi. Sonra sesini yavaşlatarak “Hangi baloyu hatırladın?” dedi.

      “Yanında ilk defa karısını gördüğüm baloyu. O gece kıyıları döven denizin karanlık dalgalarına bakarak ölmek istemiştim. Yine böyle soğuk bir kanun gecesiydi. Başım ateşler içinde, balkona çıkmıştım. Onlar dans ediyorlardı. Elini emniyetle kocasının avuçlarına bırakan, büyük bir samimiyetle sevdiğim adama sokulan kadın, o gece beni çıldırtıyordu: ‘Kalbimle oynamayınız. Ben size ne yaptım? Niçin öldürüyorsunuz?’ diye haykırmak istiyordum. Ve yine kendi kendime bir kere değil, belki bin kere tekrarlıyordum ki, ‘Ne olursa olsun onu unutamayacağım. Bu muhal aşk bir gün beni öldürecek!’ diyordum.”

      “Çocukluk.”

      “Evet, şimdi ben de böyle söylüyorum. Çocukluk, hatta delilik diyorum. Fakat o zaman hiç de böyle değildim. O gece sevdiğim için muzdariptim, bu gece unuttuğum için harabım.”

      “Bu da çocukluk Nahide, manasız düşünüyorsun. Unuttuğun için sevinmeli, bayram yapmalısın.”

      Onların, büfenin bir ucunda gayet yavaş sesle konuştuklarına dikkat eden Bahri Doğru, karısının bakışlarına karşı “Emriniz.” diye yetişti.

      “Birer vermut daha Bahri.”

      Bardaklarını kaldırırlarken önlerinde Hakkı Raşit Bey derin bir saygı ile eğildi. Nahide’nin yüzü hoşnutsuzlukla karıştı. Binbir iltifat içinde gözlerinin içine bakan, kendisinden bir şeyler beklediği her hâlinden belli olan bu adam, artık tamamıyla sinirlerine dokunuyordu. Bardağını son yudumuna kadar boşalttıktan sonra “Biraz üşür gibi oldum Afet.” dedi. “Salona girelim.”

      Hakkı Raşit fena hâlde bozuldu. Fakat etrafa bir şey belli etmemek için yine hürmetle eğilerek salonun kapısına kadar onlara refakat etti. Masalarında yalnız kaldıkları zaman Afet, arkadaşına çıkıştı:

      “Pekâlâ şu adamla evlenip prensesler gibi yaşayabilirdin. Hâlâ da gecikmiş değilsin ya. Oldukça yakışıklı, kibar adam, zengin de… Sonra hakikaten seni seviyor. Niçin reddettiğini bir türlü anlayamıyorum.”

      “Bıraktığım adamın da zengin, pekâlâ kibar ve oldukça yakışıklı olduğunu bildiğin hâlde, aşağı yukarı onun modeli olan birini niçin bana tavsiye ediyorsun Afet? Benim bu tiplerden hoşlanmadığımı, sevmek için büsbütün başka şeyler aradığımı bilmiyor musun?”

      “Sen bukalemun gibi bir kadınsın yavrum. Ne istediğin hiçbir zaman tam manasıyla belli olmamıştır ki… Zaten ‘birini seviyorum’ dediğin zaman da sana pek inanmayacağım. Bu itirafına bel bağlamak için üstünden en aşağı bir yıl geçmesini bekleyeceğim.”

      “Epey bir müddet.” dedi Nahide. “Fena değil. Yine o kadar kendimizle meşgulüz ki… Biliyor musun, seninle oturup saatlerce konuşmayı bütün bu toplantılara tercih ederim. Balo gecelerinin sabahında âdeta hastalanıyorum. Kulaklarımda mütemadiyen şu cazın sesi vınlıyor. Davulun uğultusu günlerce kafamdan çıkmıyor. Ama bunlar da lazım. Büsbütün bir köşeye çekilip hayattan el etek çekmek olmuyor ki…”

      Halk mükemmel eğleniyordu. Pamukçu’dan bu gece için getirilen zeybekler coşkun bir neşe içinde oynamışlar, pek çok alkışlanmışlardı. Kotiyon dağıldıktan biraz sonra balo komiseri “Lütfen herkes masasının altındaki armağanları çıkarsın!” dedi.

      Önce Avukat Bahri Doğru’nun şaka yaptığını sanmışlardı. Sonra kahkahalı, gürültülü bir araştırma başladı. Büyük sarı zarfların içine yerleştirilmiş konfetiler, serpantinler, şişirgen düdükler, başlıklar, irili ufaklı oyuncaklar, renkli gözlükler masalara serildiler. Raptiyelerle masaların altına yerleştirilen ince paketlerin o saate kadar farkına kimse varmamıştı. Bu, hoş bir sürpriz oldu. Herkes bu suretle şansını denemiş oluyordu.

      Kotiyon dağılırken Nahide’ye mavi sorguçlu, yaldızlı bir taç verilmişti. Balonun en ağır kotiyonu o idi. Nahide giymek istemiyordu. Afet zorla başındaki siyah tülü çıkartarak “Bu altın tacı başına layık görmüyor musun?” diye uzattı. “Balo kraliçesi sensin bu gece.”

      “Ben her zaman bu mevkiye seni layık gördüm Afet!”

      Gülüştüler.

      Afet’in yakın arkadaşlarından biri olan miralayın karısı, masalarına geldi. Bahri Doğru genç kadına yer verdi, saygı ile elini öptü.

      Sabiha çok içmişti. Her zaman alevli, daima binbir mana ile dolu gözleri çakmak çakmak olmuştu. Beyaz elbisesinin geniş volanlarını düzelterek Afet’e bir hayli sitem etti:

      “Artık hiç görünmüyorsun. Üç defa, beş defa geliyorum. Sonra artık gitmeyeceğim, biraz da o beni arasın, diyorum amma dayanamıyorum.”

      Afet’in ince kumral kaşlarının biri alnında şikâyetle yükseldi.

      “Yeni arkadaşların da sinirime dokunuyor. Karşılaşırım diye gelmiyorum.” diye cevap verdi.

      Sabiha manalı bir şekilde sustu. Sonra Nahide’ye dönerek “Arkadaşlarım sizi çok seviyorlar, çok beğeniyorlar hanımefendi.” dedi. “Bir gün hep beraber size bir baskın yapacağız.”

      “Pek memnun olurum.”

      “Amma