ses toplama aleti gibidir!” diye şaka yaptı. Mahir sordu:
“Hangi romanları seversiniz hanımefendi?”
“Eserinin içine yaprak yaprak felsefe kitaplarından alınmış gibi ukalaca şeyler karıştırmayan muharrirlerin romanlarını!” diye cevap verdi.
“Ben düşündüren, ızdırap veren, feragatle dolu ve muhal12 aşkların yaşadığı romanları tercih ederim.” diye Nahide fikrini söyledi.
“Bugünlerde kimleri okuyorsunuz hanımefendi?”
Bunu Nahide’ye Sermet sormuştu.
Genç kadın “Rus hikâyelerini!” diye cevap verdi. “Rus edebiyatına karşı derin bir alakam var. Rusça bilmediğime çok esef etmekteyim.”
“Dilimize çevrilen Rus eserlerinin çoğu da Fransızca nüshalarından alınıyor zannediyorum.”
“Evet, hemen hemen öyle.”
“Hangilerini tercih ediyorsunuz?”
“Bir zamanlar Puşkin’in şiirlerine bayılıyordum. Sonra hikâyeye ve romana düştüm. Gorki’yi, Turgeniyef’i, Dostoyevski’yi ihtirasla okudum. Fakat Tolstoy’a hayranım. Ciltler dolusu eserlerinin hiçbirini vermemiş de sadece Anna Karenin’i yazmış olsaydı, beynelmilel olmasına yine kâfi idi bence. Bu kitabın üzerimde çok kuvvetli tesiri vardır. İlk okuduğumda on altı on yedi yaş arasında bir talebe idim. Tabii eserin ruhunu anlamış değildim. Felsefeye başladığı sırada yaprakları çevirir, köylüden, topraktan, Rusya’nın içtimai hayatından örnekler vermek için kahramanlarını uzun uzun konuşturunca yine konferans başladı, derdim. Fakat yaşım ilerledikçe şüphesiz fikirlerim, kanaatlerim de değişti.”
Afet “Ben orijinal aşk hikâyelerini, kaprislerle, esprilerle dolu romanları severim.” diye fikrini söyledi. “Anna Karenin’de baştan Kiti pek hoşuma gidiyordu. Onu Voronski’ye pek yakıştırıyordum. Fakat o, haşin Levin’le evlenince o da gözümden düştü.”
“Ben daima Anna’yı şayanı dikkat buldum Afet. Zaman zaman bu kitaba kapanarak birçok şey düşünürüm. Fakat hep Anna ile Voronski faslını okurum. Aşk dediğin bir humma, bir sara, nasıl söyleyeyim öldürücü bir hastalık gibi insanı sarmalı. Yıldırım gibi çarpmalı.”
Sonra, “Biz de baloda nelerden bahsediyoruz.” diye güldü. “Bunları konuşacak o kadar çok zamanımız var ki… Bu gece gülenler, içenler, dans edenler, kısaca hayatın tadını çıkaranlarla alakadar olmak daha doğru.”
Afet güldü:
“Biz hayatın tadını çıkaramayanlar grubuna dâhil miyiz ki?” diye sitemle arkadaşının yüzüne baktı.
“Lakin bunu pek senin için söylememiştim yavrum.”
“Sen, yaradılışta biraz fazlaca melankoliye müstait bir kadınsın Nahide. Fakat yavaş yavaş seni değiştireceğim.”
Sonsuz bir sevgi ile deminden beri Nahide’nin yüzüne bakan Sermet’in içi titredi. Değişmesin. Hiç ama hiç değişmesin. Onu böyle daima muğlak, kapalı, bir uçurum gibi mühlik ve erişilmez bir mahluk gibi uzak görmek isterim! diye içinden söylendi.
Nahide, ağır bir tangoya başlayan cazın ahengine ruhunu vererek artık etrafındakilerle meşgul görünmüyordu. Afet, kocası ile dansa kalkmıştı. Mahir, Oya ile dans ediyordu. Nahide’nin babası eski arkadaşlarından biri ile büfede kalmıştı. Bu suretle onlar baş başa bulunuyorlardı. Genç kadın sükûtu dağıtmak için “Ne güzel müzik.” dedi. “Ne derin bir tango. Bu kadar manalı parçalara bu dekor kâfi gelmiyor. İnsan, etrafını nihayetsiz bir boşluk sarsın, uçsun, çok, pek çok uzaklara çekilip gitsin istiyor.”
Sermet, kendisinin de şaştığı bir cesaretle “Demin insanları çarpan, ölüme sürükleyen, hastalık gibi yere vuran aşkları tercih ettiğinizi söylemiştiniz. Sorabilir miyim niçin?” diye sordu.
Nahide biraz kızardı. O tahrik edici sesi ile “Lakin romanlarda diye işaret etmiştim, değil mi?” dedi.
“Romanlar da hayattan alınmış şeyler, cemiyete ait örnekler değil mi hanımefendi?”
“Pek hepsi değil Sermet Bey. Mamafih benim de söylediğim şey bir hayli romantikti ya…”
Sermet azarlanmış bir çocuk utancı ile önüne baktı. Genç kadın, karşısında renkten renge giren, yüzüne bakarken solan, konuşurken titreyen bu çok toy gencin kırılmasını istemiyordu:
“Baloda söylenen sözlerin üstünde pek durulmaz, değil mi?” dedi. “Kalabalık, bozuk hava, içki, müzik ve nihayet karmakarışık renk, koku ve tipler insanı âdeta sersem ediyor.”
“Biliyor musunuz siz bu gece, daha kapıdan girdiğiniz dakikada bana Anna Karenin’i hatırlatmıştınız. Tuhaf tesadüf. Sözleriniz de ona intikal etti. Voronski ile tanıştığı, pek tanıştığı demeyelim de nasıl söyleyeyim, Voronski’yi çıldırttığı gece böyle, sizin gibi siyahlar giymişti.”
Bunu söyledikten sonra gayriihtiyari gözleri, genç bir subayın kolunda dönen, pembeli kıza ilişti. Zeki kadın onun ne düşündüğünü, kafasında nasıl bir ölçü yaptığını derhâl fark etti. İçinden Kiti de pembe giymişti, diye düşündü.
“Ben Anna gibi tehlikeli bir kadın değilim ki Sermet Bey. O bir yıldırım gibi çarpıyor, bir güneş gibi gözleri kamaştırıyordu.”
“Tolstoy eğer bu harikulade kadını hayalinde yarattı ise bu gece bu salonda bulunmuş olsaydı ‘İşte kahramanım!’ diyecekti.”
“Yok canım!” diye Nahide yine güldü. Yanlarına gelen Afet’e “Çok dans ediyorsun.” dedi.
“Senin yerine de yavrum.”
“Teşekkür ederim. Lakin daha fazla yanımda oturmanı tercih ederim de…”
Sermet vurulmuşa döndü. Mahir, Oya’yı büfeye götürdüğü için masaya dönmemişti.
Kalkmak, kaçmak istiyordu. Manasız konuşması ile Nahide’yi sıkmış, hatta belki de sinirlendirmişti. Salonun dans için epey daralan pistinde neşeli bir grup kadril için hazırlanıyordu.
Afet, “Buna bayılırım doğrusu.” dedi. “Ama karşıdan bakmaya…”
Sermet ayağa kalktı. Kırık bir sesle müsaade istedi. Birkaç dakika evvel kendisini yedi kat yerin dibine geçiren kadın nazlı bir gülüşle elini uzattı:
“Şüphesiz baloyu terk etmeyeceksiniz. Yine masamıza bekleriz Sermet Bey.”
“Sizi sıkmamayı tercih ederim hanımefendi. Bir fen adamının, daha doğrusu benim gibi konuşmayı bile tam manasıyla beceremeyen bir insanın, edebiyat münakaşalarına girişmesi ne gülünç. Bunu ancak şimdi fark edebiliyorum.”
Nahide elini çekmeden “Rica ederim!” dedi.
Sonra söyleyeceği şeyi söylememeyi tercih ederek elini çekti:
“Güle güle beyefendi.”
Sermet uzaklaşır uzaklaşmaz Afet kati bir sesle “Bu çocuk seni seviyor.” dedi. “Bu çocuk senin için çıldırıyor.”
Nahide siyah bir gül demeti hâlinde göz alan biçimli başını sarsarak “Yine başladın.” dedi. “Sana kalırsa bana tutulan âşıklarımın sayısı sayılmaz olacak.”
“Sayılır mı sayılmaz mı onu bilmem ama bu çocuk senin için deli oluyor. O rengindeki değişme ne öyle!.. O bakışlar, o manalı sözler… Edebiyat münakaşasından bahsediyordu. Nedir o?”
Nahide güldü. Söylememek istiyordu. Afet zeki bakışlarını