Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

köycülük şubesine girmişti. O gece toplantıları vardı. Avrupa’dan yeni dönmüş, uyanık fikirli, memleketin tanınmış ailelerinden birinin çocuğu olan reis, arkadaşına ayrıca telefonla da içtimayı7 hatırlatmıştı.

      Sermet’le aralarındaki samimiyet günden güne artıyordu. Buluştukları zaman o kadar iyi mevzular üzerinde konuşuyorlardı ki, yüksek tahsil yapmış, zengin kütüphanelere malik şehirlerde yaşamış iki genç, bu konuşmaların içinden daima fikrî cepheleri tatmin edilmiş olarak çıkıyorlardı.

      Sermet, başkan odasına girdiği zaman, Esat Adil’i hararetli bir münakaşaya dalmış buldu. Arkadaşına yer gösterdikten sonra odadakilerle tanıştırmayı, meşhur dalgınlığı içinde hatırlamadı.

      Temsil kolu, açılış gecesi için Aka Gündüz’ün “İkizler”ini hazırlayacaktı. Edebî eserler üzerinde çalışacak, seçim yapacak heyet, birkaç gün evvel kararını vermiş, bunu reise de bildirmişti. Fakat fazla kadın eleman bulunamayacağı için eserde bazı tadilat yapılması keyfiyeti, hakem heyeti arasında ihtilaf doğurmuştu.

      Edebiyat öğretmenlerinden biri “Muharririne danışmadan esere el sürülmez.” diye iddia ediyor; diğeri “Bu işte zaruret vardır.” diye fikrini müdafaa etmeye çalışıyordu. “Mademki kadın eleman azdır ve kimse kokot rolünü yapmak istemeyecektir. Her yeni işe başlamak güçtür. Arkadaşların çoğu fedakârlık yaparak sahneye çıkacaklardır. Muhitin, bu fedakârlığı ne şekilde karşılayacağı, nasıl tenkitler baş göstereceği henüz malum değildir. Bana kalırsa birçok mahzuru nazar-ı itibara alarak eserde değişiklik yapmakta serbest olmalıyız!”

      Nihayet hakem heyetinden diğer ikisi de fikirlerini ileri sürünce mesele halledildi. Biraz sonra aşağı salonda “İkizler” temsil kolu azalarına okunacak, ekseriyetin muvafakati olduğu takdirde rol bölümü yapılacaktı.

      Hakem heyeti çıktıktan sonra Esat Adil, arkadaşına sigara paketini uzattı. İkisinin de sigaraya düşkünlükleri hemen hemen aynı derecede idi.

      “E, ne var ne yok bakalım, anlat.” diye Esat Adil, Sermet’ten yana dönmüştü ki, oda kapısına vuruldu. Çok geçmeden odada onun narin gölgesi belirdi. Yanında yine o kır saçlı, temiz giyinmiş, gözlüklü erkek vardı.

      İki arkadaş saygı ile ayağa kalktılar. Genç kadın köşedeki koltuğa geçtikten sonra biraz havanın rutubetinden ve sokakların çamurundan şikâyet etti:

      “Babam şehir içinde araba ile gezmekten hiç hoşlanmaz. Beraber çıktığımız zaman çok defa yürürüz. Mamafih çamur da olsa, kar da olsa yanımda babam olduktan sonra yürümekten hazlanırım.”

      Esat Adil, genç kadının babasına sigara ikram etti. Zile basarak ne içmek istediklerini sordu.

      Nahide bütün ısrarlara rağmen bir şey almadı. Babası ile Sermet, birer kahve söylediler. “İkizler”den, köy gezintilerinde muzika ve köylüyü sıkmayacak, kısa, vazıh söylevlere yer verilmesinden, içtimai yardım şubesinin programından konuştular.

      Galip Bey, içtimai yardım şubesinde çalışacaktı. Kızına halkevini göstermek için şöyle bir uğramışlardı. Ve Sermet, kaçınmak istediği tesadüflerin elinde oyuncak oluşuna sinirlenmek mi icap eder, yoksa bu tesadüfleri bir lütuf olarak kabul etmek mi lazımdır, diye düşünüyordu.

      Bir aralık Esat Adil, onun kanepenin bir ucunda sessiz sedasız oturuşunu fark etti. O, dalgın gülümsemesi ile “Dostlarım huylarımı bildikleri için bir hayli kusurlarımı hoş görürler.” dedi. “Sizleri tanıştırmayı pek geç hatırlamış bulunuyorum.”

      Büyük kitap ciltleriyle dolu etajerin yakınındaki koltukta oturan genç kadın ince parmakları arasında evirip çevirdiği masa bıçağını bırakarak “Sermet Beyefendi’yi bir yemek davetinde tanımıştım zannederim.” dedi. “Şayet benim de dalgınlığıma gelmiyorsa!”

      Sermet o kadar kızardı ki, bu perişanlık Şair Esat Adil’in gözünden kaçmadı. Nahide’nin babası ile Sermet, kimyevi maddeler üzerinde derin bir konuşmaya dalmışlardı. Genç kimyagerin dudakları mihaniki8 bir şekilde mesleğine ait sözler üstünde durur ve münakaşa ederken kafası tamamıyla öte tarafta idi. O da konuşuyordu. Sanat ve tiyatroya dair fikirlerini izah ediyordu. Öyle güzel buluşları vardı, öyle yerinde tenkitler yapıyordu ki, bir an oldu, genç adam zehirli gazlara ait bahsi hiç takip edemez hâle geldi.

      Galip Bey, üst kattaki müsamere salonunu gezmek için müsaade alarak ayağa kalktı. Sermet, bakışları genç kadının muntazam başına dalıp gitmiş olarak ayakta duruyordu.

      Uzun parmaklı, ince bir el uzandı. Boyasız dudaklarda gülüşün en güzellerinden biri canlandı. Ve biraz kalın, tahrik edici sesi “Sizi tekrar gördüğüme memnunum Sermet Bey.” dedi. “Babam misafirlerini her gün dörtle altı arası kabul eder.”

      Sermet, kalbinde ses veren yüksek duyguların humması içinde gözlerinin yeşiline kadar değişti. Titreyen dudakları aralandı. Fakat boğazında düğümlenen kelimecikler, çok beğenilen kadının ince iltifatına ve pek nazik davetine lazım gelen karşılığı vermekte aciz kaldılar.

      Odanın havasında hangi çiçeklerin gönül gönüle vererek yarattıkları belli olmayan uçuk, baygın bir koku kaldı; iki arkadaş önce bir şey söylemeden bakıştılar. Sonra Esat Adil “Kültürlü kadın.” dedi. “Halkevinde çalışmayı kabul etseydi çok istifade edecektik.”

      “Etmiyor mu?”

      “Teklif etmedim tabii.”

      “Niçin?”

      “Halkevi, hiçbir davete lüzum kalmadan kendisine koşan elemanları bekler. Burada çalışmak bir yurt işi olduğuna göre vatandaşın kendiliğinden vazife alması lazımdır. Mamafih ben ümitsiz değilim. Balıkesir, bu kültür müessesesinin işaret ettiği yolda da aksamadan yürüyecektir. Konseri, konferansı, sergiyi ve samimiyeti burada bulacak bir ferdin, bu samimi ocaktan uzun müddet uzak kalmasına imkân kalmayacaktır. Çünkü ben muhitimde menfi ruhlu insanları hiç görmüyorum.

      Halkevi sadece münevverleri değil, asıl halkı, asıl memleketin başına ümit bağladığı gençliği bağrında topladığı gün, vazifesini yapmış olacaktır.”

      Odacı, Sermet’i komite odasında beklediklerini haber verince konuşmaları yarıda kaldı. O çıkarken “Bu gece bize gidelim Esat.” dedi. “Şiirlerini dinlemeye ihtiyacım var!”

      Genç reis bir şey soracaktı, vazgeçti.

      Birkaç saat sonra halkevinin salonlarına, okuma odalarına, hole derin bir sessizlik sinince iki arkadaş bahçeye çıktılar. Kıyılarına yeni çam fidanları dikilmiş, düzeltilmesi henüz bitmemiş kumlu yolları geçerek Milli Kuvvetler Caddesi’ne çıktılar.

      Sermet, yeni yapılan apartmanlardan birinin üst katında oturuyordu. Çalışma odasına girdikleri zaman yine tiftik yumağı gibi iri tüylü kediyi, yazı masasının önündeki ayı postunun üstünde uyurken buldular.

      Esat Adil, rafları dolduran ciltlerden birini çekerek karıştırmaya başladı. Sermet, arkadaşına çay hazırlamak için semaveri yakmaya gitmişti. Önce memlekete ait işlerden, biraz siyasetten ve günün en hararetli mevzusu olan halkevinin açılış merasiminden konuştular. Söz şiire intikal edince “Defterimi almaklığım için ne kadar ısrar ettin.” dedi Esat Adil. “Son günlerde şiire bu düşkünlük neden? Yoksa âşık mısın?”

      “Zannederim.”

      Kimsenin hususiyeti ile meşgul olmak istemeyen, kendisini kültüre ve memleket işlerine bağlayan genç adam, garip bir gülümseme ile arkadaşının yüzüne baktı:

      “Okurum