Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

Yanıma geldi. Birkaç dakika oturmak ve bana mühim bir şey söylemek için müsaade istedi. O kadar ürkekti ki, yer gösterdiğim zaman çok sıkılgan bir mektepli gibi şaşırarak koltuğa oturdu. Bu çocuğun daima şaşıran bakışları, ürpertilerle dolu sesi, biliyor musun, hoşuma gitmeye başlamıştı. Bir şeyler söylemek istiyordu. Açılması için yardım ettim. Damdan düşer gibi ‘Balıkesir’i terk etmek mecburiyetindeyim. Gideyim mi, kalayım mı?’ diye sordu.”

      Afet gülmekten kendini alamadı:

      “İtirafın bu çeşidini de şimdiye kadar ne bir romanda okudum ne de duydum doğrusu. E, sen ne dedin?”

      “Onun gayritabiiliklerine alıştığım için hiç şaşırmadım. Sualini bir başka sorgu ile karşıladım: ‘Bunu niçin bana soruyorsunuz?’

      Mümeyyiz karşısında ter döken bir mektepli gibi heyecanlı idi; gözlerini kaldırdı. ‘Ümitsiz olduğum için gitmek lüzumunu hissediyorum. Ve… Bu mecburiyet size olan aşkımdan geliyor.’ ‘Unutmak, daha doğrusu vazgeçmek için gitmeye lüzum yoktur Sermet Bey.’ diye cevap verdim. ‘Gözlerinizi biraz da hayata çeviriniz. Gençsiniz. İyi bir istikbaliniz var. Sevmek için telaş edecek çağda değilsiniz. Ben size ancak yakın bir dost olabilirim. Daha fazlası elimden gelmez.’

      ‘Ben kadınla erkek arasında başlayan herhangi bir arkadaşlığın gönül sınırları haricinde kalabileceğine inananlardan değilim.’

      ‘Öyle dostluklar vardır ki tadı aşkta bulunmaz. Öyle samimi, kardeşçe rabıtalar vardır ki, yıllar geçer de aşınmaz. Ama nihayet karakter meselesi. Kalbine ve terbiyesine güvenebilenler için!’

      ‘Ben bu vadide kendime güvenemiyorum hanımefendi. Ya hep ya hiç!’

      ‘O hâlde hiç!’

      Gitmek üzere davrandı. O zaman anladım ki bu çocuk beni alakadar ediyor. Kalmasını istemediğim gibi gitmesini de istemiyordum. Karışık bir hâletiruhiye içinde idim.

      ‘Durunuz!’ dedim. ‘Pek kestirme konuştuk. Bana bir itirafta bulundunuz. Fakat benim kim olduğumu biliyor musunuz?’

      ‘Sizi sevdiğimi bilmek kâfidir hanımefendi.’

      ‘Hiç ama hiç kâfi değil.’

      ‘Peki, ne lazım, ne yapmaklığım icap ediyor? Emrediniz. Bana yol gösteriniz.’

      ‘Çocuksunuz, hem çok çocuksunuz!’ diye güldüm. ‘Sevenler yollarını kendileri bulurlar!’

      Aşkla, kuvvetle gözlerimin içine baktı. Kendisinde hiçbir zaman görmediğim emniyetle ‘En doğru yolu bulmakta gecikmeyeceğim sanıyorum.’ dedi. ‘Sonsuz sevgim, rehberim olduktan sonra!’

      Gülerek şaka yapar gibi ‘Dikkat edin!’ diye cevap verdim. ‘Her kılavuza pek güvenilmez. Mamafih sizi dinlemek hoşuma gidiyor. Bir gün bize uğrayınız. Önce telefon edersiniz.’

      Çılgın bir sevinçle ayağa kalktı. Belki göğsünün içinde bir fatih gururu çalkanıyordu. Buz gibi soğuyan elleri ancak parmaklarımın ucuna dokunabildi.

      Arkasından ‘Ben deliyim!’ diye söylendim. ‘Şüphesiz ben deliyim. Bu kadar tecrübesiz bir gençle, bulanmamış, yıpranmamış bir kalple oynamak hiç iyi değil. Pekâlâ gidiyordu. Niçin bırakmadım?’ diye kendimi yemeye başladım. Telefon ettiği zaman reddedeceğimi kararlaştırmıştım ki, onu da yapamadım Afet. Yarın gelecek. Geldiğini istemediğim gibi, gelmemesine de razı olamıyorum. Ne çapraşık şey bu!”

      Afet’in bir hayli canı sıkılmıştı. Nafiz bakışlı gözlerini arkadaşının ürpertilerle solan yüzüne dikerek “Sen de onu seviyorsun.” dedi. “Fakat bunu kibrinden, azametinden kendine bile itiraf edemiyorsun. Mamafih fikrimi sana açıkça söyleyeyim: Mesut olamazsınız.”

      “Niçin?”

      “Birbirinizin küfüvü16 değilsiniz.”

      “Evet, ben daha yaşlıyım.”

      “Bu, bugünün telakkilerine göre hiç engel değil. Kadının yaşı; hisleri, heyecanları, ihtiraslarıyla ölçülür.”

      “Benim mazim var.”

      “Onun yok mudur acaba?”

      “Fakat o erkek.”

      “Ne sade ruhlusun Nahide. Seni karşıdan görenler böyle temiz bir mahalle kızı gibi düşüneceğine asla ihtimal vermezler. Benim telakkime göre ne mazin ne hatıraların ne yaşın, hiçbiri, üzerinde ciddi bir şekilde durmaya değer sebepler değillerdir. Aranızda doğacak anlaşmazlığın en mühimi, görgülerinizin arasındaki aykırılık olacaktır. Sen tam manasıyla ayrı bir terbiye almışsın. Baban seni aşağı yukarı bir Garplı zihniyetiyle yetiştirmiş. Müzik bilirsin, okursun, konuşursun, sosyeteye alışıksın. Senenin muayyen17 zamanlarında seyahat etmeyi itiyat edinmişsin. Bir salona girdiğin zaman yakışırsın. Kendine çabuk muhit yapabilirsin. Fakat Sermet öyle değil. Görüşlerimde yanılmadığıma herkesten çok senin itimadın vardır. Onun için cesaretle söylüyorum. O basit, pek mütevazı bir genç. Ömrü mektep odaları, laboratuvar tüpleri, potaları arasında geçmiş. Hayata yeni karışıyor, medeni yaşamanın icap ettirdiği şartlara pek vâkıf değil. Sonra müthiş kıskanç.

      Evlendiğiniz takdirde ya sen ona uyacaksın; dört duvar arasında gayet sessiz, durgun bir ömür süreceksiniz ya da o sana uyacak; daima yadırgayacağı cemiyet âlemine karışacak. Her iki şekilde de aksaklık olacak. İleride aşkın sesini dindirdiği, alışkanlığın hâkim olduğu günlerde yanlış adım attığınızı anlayacaksınız. Fakat ne çare ki iş işten geçmiş olacak.”

      “Doğru söylüyorsun Afet. Muhakkak ki bu çocuğu beğenmiyorum. Dediğin gibi basit, fazla mütevazı bir genç! Bugünün hayatına ayak uydurmak için yalnız işinin ehli olmak kâfi değil elbet. Gündüz vazifesini başaran bir erkek, evine döndüğü zaman karısının ruhi ihtiyaçlarını da tatmin etmeyi bilmeli. Gülmeli, gezmeli, dans etmeli, müzikten, toplantılardan, çaylardan, balolardan hoşlanmalı. Bu da doğru. Lakin yapamazsa, elinden gelmezse, bu yüzden bedbaht mı olmalı Afet?”

      “Onu iltizam ediyorsun,18 müdafaa ediyorsun!”

      “…”

      “Haydi çekinme, itiraf et ki toy bir gencin işlenmemiş kalbi seni alakadar etti. Onu avuçlarında dilediğin şekilde yoğurmak istiyorsun.”

      Nahide’nin bakışları derinleşti. Gülerek “Heykeltıraşlık bizde de yeni yeni inkişaf ediyor, değil mi?” diye şaka yaptı.

      Arkadaşı da “Güzel sanatların bu şubesine başlamak niyetindeysen ilk tecrübe için neden bu çocuğu seçiyorsun.” diye cevap verdi. “Taptaze bir yürekten ne istiyorsun?”

      “Hiçbir şey istediğim yok. Yahut daha doğrusu ne istediğimi ben de layıkıyla bilemiyorum.”

      Nahide ayağa kalktı. Radyonun düğmesini çevirdi. Odada tatlı bir kitar sesi dalgalandı. Arkadaşının ince sigarasını yakarken “Kitarı çok severim!” dedi. “İnleyen telleri, sanki görünmez ilmiklerle kalbime bağlıdırlar. Her titreyişlerinde ruhumun yaprak yaprak açıldığını, varlığımda binbir cihan doğduğunu zannederim.”

      Masanın üstünden yün yumağı gibi kabarık saçlı Arap bebeği eline aldı. Kulaklarında sallanan iri halkalardan birini çekince Arap rakkase arkaya doğru kaydı. Kabarık eteklerin kapattığı sepeti arkadaşına uzattı.

      Afet itina ile boyanmış ağzına, aldığı çikolatayı götürürken “Bari Mısır’ı aç da müzik, dekoru tamamlasın!” dedi.

      Artık