Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

onu düşünmek, onsuz kalmak ihtimaliyle ne hâle gireceğini hesaplamakla vakit geçirdin ve şimdi maddeten olmasa bile ruhen hastasın.”

      Genç adam bezgin bir sesle “Hastayım!” diye tekrarladı.

      “Amma iyi olacaksın.”

      “Zannetmiyorum. Belki şaşacaksın. Fakat bende bir şey eksildi. Öyle bir şey ki, beni ayakta tutan kuvvet yavaş yavaş tükeniyor sanıyorum. Zanneder misin ki onu unutmayı istemedim. Fakat ona yaklaştıktan ve bilhassa biraz da ondan müsamaha gördükten sonra vazgeçmek mümkün değil.”

      “Nasıl ki ölülerin arkasından hiçbir şey yapılamazsa bence kaçan kadının arkasından da bir şey yapmamalı. İki şey düşünerek:

      Zaafı olduğu için kaçıyorsa ne bahane olursa olsun dönecektir. Beklemeli. İstemediği, belki de nefret ettiği için uzaklaşmışsa ümidi kesmeli. Çünkü zorla güzellik olmaz.”

      Sermet yatağında doğruldu.

      “Birinci ihtimali kafandan çıkar yavrum!” dedi. “Sevse bile dönmeyecektir. Onda o gurur, o marazi hassasiyet varken…”

      “Seni sevdiğine ihtimal veriyor musun?”

      “Bazen, hatta buna inanacağım geliyor. Çünkü aksi takdirde beni hiç dinlemeyecek, hakaretle olmasa bile, bir bakışla, gayet sade bir hareketle uzaklaştıracaktı.”

      “Demek ki daima aranızda bir ümit kapısı aralık bulunuyordu.”

      “Fakat şimdi o kapı tamamıyla kapandı, gitti. Ansızdan çıktı, gitti.”

      “Peki sana sorması, haber vermesi mi lazımdı? Bunu ne sıfatla ondan isteyebilirdin?”

      “Evet amma ne bileyim, insan, hislerinin çıkarına hareket etmek istiyor.”

      “Nahide senden nefret etmiyor tabii.”

      “Zannederim.”

      “Seviyor mu?”

      “Zannedemiyorum.”

      “Şu hâlde?!”

      “Fakat onsuz da yaşayamayacağımı anlıyorum!”

      “Basit mahalle çocukları gibi bu yaşta ölümü tahayyül ettiğini ve hatta canına kıymayı tasarladığını aklıma bile getirmek istemem.”

      “Sana bir gün onu sorduğum zaman ‘Kan, ateş, ölüm ve ızdırap arkasından gelir.’ demiştin amma…”

      “Sen bana bakma. O dakikada onun pek mühlik bir kadın olduğunu bildiğim ve hakkında bazı şeyler duyduğum için söylemiş olabilirim.”

      “Şimdi mühlik değil mi?”

      “Zannederim.”

      “Niçin?”

      “Seven kadın bütün silahlarını terk etmiş demektir.”

      Sermet’in rengi değişti. Gözleri doldu. Heyecanla “Demek o da seviyor!” diye haykırdı. “Bunu bana daha önce niye söylemedin?”

      “Belki şimdi bile söylemek caiz değil.”

      “Mahir, kelime oyunları yapmanın sırası değil. Bekliyorum.”

      “İnsanların katiyetle bilmedikleri şey üzerinde konuşmaları hiç de doğru olmamakla beraber yine dilimi tutamayacağım. O da seni seviyor Sermet!”

      Genç adam çılgın bir çocuk gibi yatağından fırladı. Arkadaşının bileklerini sıkıyor, deli deli etrafına bakınıyordu.

      Mahir, içine bir büyük kadeh konyak boşalttığı çay fincanını ona uzattı:

      “Hele şunu iç, sonra yatağa uzan, seninle biraz konuşacağım.” dedi.

      Sermet, muhakemesinin son safhasına gelmiş bir mücrim gibi dinlemeye hazırlanmıştı.

      Mahir, bir an daldı. O kadını bir zamanlar kendi de sevmişti. Onsuz yaşayamayacağını düşünmüş, bir sürü çılgınlıklar yapmak istemişti. Herhangi bir tesadüfün eli, bu çapraşık gönül davasını halletmişti. Bugün içinde, arızasız kurtulmaktan gelen bir sükûn vardı. Onları el ele bir yuvanın eşiğinden geçerlerken tahayyül etti. Varlığında hiçbir titreme duymuyordu. Kalbini yokladı. Acı acı sesler duymadı. Demek ki tamamıyla unutmuştu. Fakat niçin ciddi bir şekilde bir başkasına can ve gönülden kendini veremiyordu? Acaba bu ilk, fakat çok tehlikeli aşk, içindeki asil duyguları, yeniden sevme kabiliyetini öldürmüş müydü? Bir gün bir kere daha sevmemekten, sevemediği için yuva kuramamaktan, mesut olmamaktan korktu. Hislerinin dumura uğraması ihtimaliyle sarsıldı. Sonra omuzlarını silkti. Bu çetin gönül düğümünü çözmenin sırası değil! diye içinden söylendi. Hele şimdi Sermet davası halledilmeliydi.

      Tekrar konuşmaya başladı:

      “Buna böyle birdenbire nasıl hüküm verdiğime belki şaşarsın. Şimdiye kadar birçok defa bunu sana söylemek istedim. Fakat daima garip bir şüphe içinde bocalıyordum. Yanılmaklığım ihtimali karşısında sen çok daha muzdarip olacaktın. Belki ondan gelen sevgi emareleri çok küçüktür. Fakat daha geniş bir müsamahayı da onun gibi bir kadından beklemeye hakkımız yoktur, değil mi?

      Şimdi ikiniz için de pek mühim olan büyük kararı vermeden önce, bırak da seni biraz sorguya çekeyim: Onu kuvvetle sevdiğine emin misin?”

      Sermet arkadaşının yüzüne öfke ile baktı. Bu bakışta “Bunu hâlâ anlayamadınsa aklına şaşarım!” diyen bir mana vardı.

      Mahir sorgularına devam etti:

      “Evlenirseniz mesut olacağına inanıyor musun?”

      “Bütün kalbimle.”

      “Mesut olacağınıza?..”

      “…”

      “Bak, cevap veremiyorsun. Demek ki onun saadeti bahis mevzusu olunca iş çatallaşıyor.”

      “İnsan kendinden başkasının saadetine inanamaz. Bu vadide bir hüküm verilemez ki Mahir.”

      “Fakat aşağı yukarı tahmin de edilebilir, değil mi? Bir kadına evlenelim diyen erkek, onun bu dilekle mesut olacağını önce hesaplar da öyle harekete geçer.”

      “Şu hâlde ben tamamıyla hesapsız hareket ettim.”

      “Bak, itiraf ediyorsun. Sen hiçbir zaman onun hislerinden emin olmadın. Olmayacaksın da… Daima seni beğenmeyeceği, istediğin şekilde sevemeyeceği kanaatindesin. Bedbaht olman için sade bu gizli şüphe ile sarsılman kâfi. İnsan her şeyini ayakları altına attığı kadının, bunları bir gün çiğneyip geçmesi ihtimali de olabileceğini düşünmemeli. Bunun için de onun hislerine inanmak lazım.”

      “Ben zaten ona hiçbir gün inanacak değilim Mahir. Çünkü hiçbir zaman benim onu sevdiğim gibi, onun beni sevmesine imkân yok. Olamaz da…”

      “Niçin? Sen sevilmeyecek çocuk musun?”

      “Belki sade ruhlu, çok genç, tecrübesiz bir kız için evet. Fakat onun için asla…”

      “Buna rağmen onunla evlenmek istiyorsun?”

      “Evet.”

      “İnsanların bile bile kendi felaketlerini hazırlamaları ne hazin!..”

      “Bunu benim için bir felaket olarak telakki edersen azap duyarım. Beni anla Mahir. Bir an için dahi olsa onun benim olduğunu görmek bütün hayatıma kâfi gelecek bir saadettir. Bunun tahayyülü bile beni çıldırtıyor. Gerçekleştiğini görürsem, bilmem ne olacağım?”

      “Peki, edebiyatı bırakalım. Beraberliğinizin, hayatınızın sonuna kadar devam edebileceğini umuyor musun?..”

      “Buna kim inanmıştır