anneciğim, bunun kolayını da buldu: “Yavrum, şu parçayı bir kere daha tekrarlar mısın?” diye başladı. Onlar istedikçe benim çalma heveslerim sönüyordu. Artık nihayet haftada, ayda piyanonun başına uğrar oldum.
Sonra şiir toplama, şiir defteri tutma derdi başladı. Ve bu saçma, çocukça, hatta delice düşkünlükleri daha birçok münasebetsiz istekler kovaladı.
Ne istediğini bilmeyen, olmayacak şeylerin arkasından koşan; menedilen şeylere karşı çılgınca tutulan deli gönlüm, bir gün öyle bir çarpılışla yere vuruldu ki… O zamanlar kalbim paramparça oldu diye çok ağlamıştım. Annem çoktan ölmüştü. Babam tahsilime dikkat ediyor, iyi yetişmem için hasretimi çekmeye katlanıyordu. Liseyi bitirdikten sonra onu yalnız bırakmaya kıyamadım. Günden güne kuvvetten düşüyordu. Onunla son günlerinde baş başa yaşamayı tercih ettim. Bu beraberlik ikimiz için de tadına doyulmaz bir saadet devresi oldu. Beraber okuyor, çalışıyor, geziyor, konuşuyor, münakaşalar yapıyorduk. O bahçesi ile uğraşırken ben piyano çalıyor, sonra alçak pencereden atlayarak ona yardım ediyordum. Bir zamanlar delisi olduğum çiçekler arasında kahvaltı etmek, gece ay ışığına karşı saatlerce lamba yakmadan oturup düşünmek, köylere gidip kimsesiz, bakımsız çocuklarla meşgul olmak hayatımı dolduran şeylerdi. Fakat bir gün saadetim, huzurum bir anda yok oldu. Çünkü bu defa da muhal bir aşka tutulmuştum. Henüz çok gençtim. Sevgi hususunda tecrübem yoktu. Yaşlı ve evli bir adamı sevdim, önce yalnız hayran olduğumu sanıyordum. Fakat çok geçmeden çocukluğumda çiçeklere, kartlara, pullara, kuşlara ve daha bir sürü manasız şeylere tutulduğum gibi, yine saçma bir şeye bağlandığımı anladım. Bu defa ondan soğumak için bana kim yardım edebilirdi? “Al! Bu sana aittir, istediğin kadar sev!” diyebilecek kuvvet kimde mevcuttu? Şimdi bütün hakları ve kuvvetleriyle aramızda bir kadın vardı. Benim sevdiğim adama uzaklığım nispetinde o yakındı.
Bir gece babama açtım bunu. Zavallı adamcağızın yüreğine inecekti. İlk defa çocukluğumda söylediği çırpınan sulara temas ediyordum. Bu defa da gönlüm muhal bir sevginin arkasında çırpınıyor, baba diye ağlıyor, bedbahtlığımdan şikâyet etmek istiyordum.
Zavallı babacığım beni aldı, o muhitten uzaklaştırdı. Seyahat ettik. Yeni memleketler, yeni yüzler gördük. Oyalanmam ve unutmam için ne yapmak lazımsa hepsine başvurduk. Fakat ben, çekildikçe gerilen teller gibi hassasiyetimin fazlalaştığını anlıyor, onun muhitinden uzaklaştıkça o aykırı hisse çok daha derin bir şekilde yaklaştığımı anlıyordum. Sıhhatim tehlikeye düştü. Yemeden içmeden kesildim. Hangi kitabı elime alsam yapraklarının arasından o çıkıyor, müzik dinlerken onu düşünerek gözyaşı döküyordum. Babam beni teselli etmekten aciz kalmıştı. Ölümü yana yana istediğim zamanlar çok oluyordu. Fakat kendimi öldürmeyi küçük buluyor, onuruma yediremiyordum. Bir tek tesellim vardı: Onun bu derin sevgiden haberdar olmayışı…
Memleket memleket dolaşmanın sıhhatim üzerinde aksülamel yaptığını gören babam, evimize dönmeye mecbur oldu. Onu sık sık görüyordum. Kendisi ile konuşmadığım, hususiyetine vâkıf olmadığım için ona olan düşkünlüğüm artıyordu. Çünkü o, hayalimde şekillendirdiğim, konuşturduğum, güldürüp ağlattığım bir şahsiyetti. Onu süfli hayat işleri içinde tasavvur etmediğim için harikulade buluyor, dünyada onun üstünde bir adam olabileceğine ihtimal veremiyordum. Karısını deli gibi kıskandığım zamanlar olurdu. Kim bilir kaç yıllık evli idiler. Elbet sevişiyorlar, belki ara sıra kavga ediyorlar, birbirlerini kıskanıyorlar, kısaca bir çatı altında baş başa yaşıyorlardı.
Türlü planlar, manevralarla kendimi ona sevdirecek yaradılışta değildim. Zaten belki bir gün hislerimin farkına varıp bana ilanıaşk etseydi o anda gözümden düşecekti, boş yere yıllarca ızdırap çekmeyecektim.
Çocukluğumdan beri bana türlü oyunlar eden kalbimin intikamını yine kendim almak istedim. Beni beğendiğini her hâli ile açığa vuran orta yaşlı bir adamın evlenme teklifini derhâl kabul ettim. Kararımı babama bildirdiğim zaman ölecek hâle geldi. Ah, niçin babam bana karşı bu kadar zayıftı? Beni saçlarımdan yakalayarak yerden yere vurmuyor, tahkir etmiyordu? Çocukluğumdan beri her istediğimi ona yaptırmaya o kadar alışmıştım ki, benim yüzümden bazen o kadar sevdiği annemin bile hatırını kırardı. Annem ara sıra arzularımı baltalamaya kalkışırdı. Benim inadım artar, günlerce yemez, içmez, konuşmaz, uyumaz, hayatı yakınımdakilere zehir ederdim. O zaman zavallı babacığım karısı ile kızı arasında bir uzlaştırma çaresi araştırmaya koyulur; ne kadar ama ne kadar üzülürdü. Ben ne fena yaradılışta bir insandım. Yumuşak davranmayıp beni azarlasa, dövse, hatta evinden kovsa bile yine ben yapacağımı yapardım. Önüme kimse geçemezdi. En mühim kararımda da bu böyle oldu. Hayatımın dönüm noktasını geçerken de yine kendi kafamın doğrusuna gitmiştim.
Evlendim. Ama belki yeryüzünde bu derece garip evlenme görülmemiştir. Düğün, davet, tel, duvak, bir şey istemedim. Kendi intikam arzularıma alet ettiğim adamcağız, beni o kadar seviyordu ki, kaprislerime daima boyun eğdi. O, Şişli’de oturuyordu. Ben babamdan ayrılamayacağımı ileri sürerek onu kendi evimize getirdim. İlk gece babam eski bir dostunu ziyaret etmek mecburiyetinde olduğunu söyleyerek evde bulunmadı. Hislerimin tamamıyla yabancısı olan adamla yalnız kalınca sinirlerim altüst oldu. “Biraz sokağa çıkmak istiyorum.” dedim. “Hava almaya ihtiyacım var.” İçinden bu hâle şaşsa bile arzumu memnuniyetle kabul etmiş göründü. Önce adamcağızı bir sinemaya sürükledim. Sonra bir pastacıya girdik. Daha sonra uzun bir otomobil gezintisi yaptık. Sabaha karşı, içimi bürüyen hiddetten harap olmuş olarak eve döndüm. Rengim pek fena bozulmuş olmalıydı ki “Yorgunsun yavrum.” dedi. Baş ucumda oturarak uyumamı bekledi. Gözlerimi kapadım. İtirafı da yaşandığı an gibi acı olmakla beraber yazayım ki, ötekini düşünmeye başladım. Onu harikulade bir kuvvetle mazisinden, hatıralarından, gönül ve hayat bağlarından ayırıyor, tamamıyla serbest tahayyül ediyordum. Kendimi tacı ile, teli ve duvağı ile hakiki bir gelin olarak onun kolunda görüyor; bütün lambaları yanmış, süslü bir odada bu tarihî geceyi şiir, hayal, aşk, heyecan ve ihtiras içinde geçiriyordum. Eskiden aramızda sadece bir kadın vardı. Bizi ayıran kuvvet yalnız ondan geliyordu. Hâlbuki şimdi ben de aramıza yabancı bir erkek koymuş, imkânsızlık zincirine bir halka da ben eklemiştim.
Soluk alışlarımı dinleyerek uyuduğuma hükmeden yabancı adam, ayaklarının ucuna basarak aradaki kapısı kaldırılmış kendi yatak odasına geçti. Ve ben sabaha kadar, ondan sonra da tam üç ay derin bir nedametin sızısı içinde buhranlar geçirdim. Bütün hüsnüniyetime rağmen kocama yaklaşamıyordum. Uzun bir beraberliğin yaratacağı alışkanlık günün birinde hislerime hükmeder de onu kuvvetle sevmesem bile faziletli bir kadın olarak hayatında kalırım sanıyordum. Olmadı. Hiçbir zaman huylarına alışamayacağım, sevmediğim bir adamla evlenmekle ne büyük hata işlemiştim. Serbestimi kaybetmekle onu unutacağımı tahayyül etmişken hesabım büsbütün yanlış çıkmış, beni büyük bir çıkmaza sürüklemişti. Şimdi bu gayritabii evlenme yükünü üstümden atmak, ne pahasına olursa olsun tekrar serbest kalmak istiyordum.
Bol bol geziyor, bütün eğlence yerlerine girip çıkıyorduk. Herkesin yanında gayet mesut bir kadın rolü oynuyordum. Ama yalnız kaldığımız zaman işin rengi tamamıyla değişiyor; nefretten vücudumun buzlaştığını, tüylerimin diken diken olduğunu hissediyordum. Bir gün “Bu gece Ada’da enfes bir balo var Nahide.” diye geldi. “Sabaha karşı dönersek belki hastalanırsın diye ihtiyatlı davrandım. Otelde iki oda da hazırlattım. Gideriz, değil mi?” dedi. “Yalnız kalmayalım da nereye olursa olsun.” diye içimden düşündüm. Ve o gece bilmem neden, giyinmeme son derece itina ettim. Balo cidden çok güzeldi. Tuvaletler, müzik, büfe, çiçekler mükemmeldi. Beni birçok arkadaşları ile tanıştırdı. Her biri ile dans etmekliğim