Mükerrem Kâmil Su

Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar


Скачать книгу

Bu, bütün zaafları, suçları, gayritabiilikleriyle tamamen kendisiydi. Nihayet yabancı sayılan bir adama bunları apaçık göstermek ona müthiş bir azap verdi. Âdeta âlemin önünde soyunan bir maskaraya döndüğünü zannetti. Gece yazdığı uzun mektubu gündüz göndermek cesaretini gösteremeyecekti. Ona yazmaktansa anlatmayı tercih etti. Masasının üstünden ince uzun bir kâğıt çekerek sadece “Geliniz!” diye yazdı. Geliniz… O kadar… Kime, neye, neye doğru ve ne için?

      Bütün bunları düşünmekle tekrar ruhunun karmakarışık olacağını hissediyordu. Şu hâlde düşünmemek, biraz da mütevekkil olmak lazımdı. Kalbinin derinlerinde yumuşak bir ses “Çok değil, ben hayattan bir tek yıl istiyorum. Bir yıllık saadet bütün ömrüme yetecek!” diye söyleniyordu. Genç kadın bu mazlum sese, ruhunun kapılarını ardına kadar açtı ve ılık, bol gözyaşları ile ağladı, ağladı.

***

      Sermet, hayatının en mesut hadisesini hazırlayan bu küçük mektubu, daha doğrusu tek kelimeciği alır almaz harekete geçti. Bir gün sonra sular kararırken sevdiği kadının karşısında idi.

      Nahide’nin üstünde gayet sade, çok kapalı bir ev elbisesi vardı. Ağustosun durgun akşamlarından biri sularda titriyordu. Saçlarını dümdüz fırçalamış, küçük bir tarakla arkadan tutturmuştu. Yüzünün her çizgisi ayrı ayrı yumuşaktı. Başında harikulade bir mana vardı. Kendisine hiç de yabancı olmayan bir eski dostu karşılıyor gibi elini uzattı. Genç adam bir yıldır rüyasını gördüğü bu sevgili elin üstüne kapandı. Bir şey söylemeye muktedir olamadan ağladı. Yürekten kopan sıcak ve riyasız yaşlarla ağladı, ağladı.

      Nahide titriyordu. Eline damlayan bu sıcak yaşlarda varlığını eriten, değiştiren bir tesir vardı sanki. Mazisi, hatıraları, muğlak ruhunun akisleri bu yaşlar içinde kayboluyor, yılları geri geri aşarak çocukluğunun en masum günlerine dönüyordu. Hüviyeti billur gibi temiz bir aşkın kaynağında yıkanıyor, hisleri yeni baştan yoğruluyor, sanki ikinci defa -fakat daha mükemmel ve daha iyi olarak- yaratılıyordu.

      Serbest kalan elini alnının üstünde dolaştırıyordu. Gözlerinde biriken damlacıkları ona göstermemek için kurutmak istedi. Fakat içinden, varlığının en uzak ve hâkim köşelerinden bir ses yükseldi: “Mazini öldürdün artık. Eski huyları, eski alışkanlıkları bırakmalı, olduğun gibi görünmelisin. Kendini serbest bırak. Açık ol. Ruhunda gizli duyuşlara yer, kalbinde yabancı hislere sığınak bulunmasın, korkma. İçten taşan gözyaşları her acıyı temizler. Çok defa günahları bile!”

      Sonra göz pınarlarında toplanan küçük damlacıklar irileştiler. Önce yavaş yavaş, daha sonra hızla solgun yüzünde yuvarlanmaya başladılar. Hayatları, aşkları, karşılıklı dökülen gözyaşları içinde bağlandı ve kati mahiyetini açıkladı.

      İlk saatlerde Nahide her şeyini, hatta yazarken unuttuklarını bile dile düşürdü. Anlattı. Büyük, hayati kararlarını verirlerken ikisinin de içlerinde gizlenmiş düğümleri kalmadı.

      Artık tamamıyla anlaşmışlardı.

***

      Araba Kazpınarı’na doğru yol aldı. Yavaş yavaş genç kadının rengi soluyor, bakışlarına elem doluyordu. Sevdiği kadının hüznünü, tam manasıyla kendi içinde duyan Sermet, onu rahatsız etmekten çekindiği için susuyordu.

      Büyük mezarlığın önünde durdular. Sermet, yere atlayarak Nahide’nin inmesine yardım etti. Sonra yavaş yavaş arkasından yürüdü. Demir parmaklıklı kapıdan geçtiler. Sağ taraftaki ihtiyar çınar ağacı esrarlı bir sessizlik içinde esmer taşlara bakıyordu. Bu taşlar ki, bir zamanlar yaşayan, gülen, seven, ağlayan, mesut veya bedbaht olan insanların maveraî hayatlarının dilsiz birer nöbetçisi idiler.

      Genç kadın boğazını, göğsünü yakan bir acıyla ilerliyordu. Sararmaya yüz tutmuş otların, baldıranların arasından geçerek, bazıları devrilmiş eski, kırık taşlara elemle bakarak kendi ölülerinin ebedî uykularını uyudukları yere kadar geldi.

      Önce uçuk pembe renkli karanfilleri annesinin mezarına serpti. Sonra titreyen parmakları arasında ağlar gibi boynunu bükmüş olan bir tek siyah gülü babasının baş ucuna bıraktı. Sermet pembe karanfil yığını ile bir tek siyah güle bakarken, bir zamanlar bir yastığa baş koymuş, beraber gülüp ağlamış, uzun hayat yolunda bir müddet beraber yürümüş karı kocayı düşündü.

      Her akşam saçlarının arasına uçuk renkli bir karanfil iliştiren narin, duygulu bir kadın… Sonra kendini yarı yolda bırakıp giden karısının yadigârı kızını dahi “siyah gülüm”, “tek gülüm” diye seven baba… Yanaşmış, içli hatıralara bağlı çiçeklere bakarken bu toprakların altında beraber uyuyan anne ile babayı da sevdiği kadını sevdiği gibi sevmekte olduğunu hissetti. Bu, ona tatlı bir zevk, âdeta bir dinlenme veriyordu.

      Şimdi o da bu taşlara tutunmak, saadetini onlara duyurmak ihtiyacı içinde idi. “O, benim olduktan sonra hayat, ucu bucağı bulunmayan bir şenlik yoludur benim için.” diye söylenmek, içini onlara da dökmek istiyordu.

      Nahide, sanki annesi ile babasının kollarına dayanmış gibi onların mezar taşlarına tutunmuştu. Muhakkak ki, içinden ölülerle konuşuyor, onlara bir şeyler söylüyordu. Belki ağlıyordu, fakat omuzları sarsılmıyor, tamamıyla hareketsiz görünüyordu. Onlarla konuştuğu muhakkak olunca genç adam “Acaba ne?” diye titredi. Acaba bir gönül kırgınlığından mı bahsediyor? Hayatında hâlâ şikâyet edilecek gizli noktaları mı açığa vuruyor? Yoksa belki de saadetini müjdeliyor? Sermet, bütün bunları tamamıyla anlayabilmek için birçok şeyler feda edebileceğini kendi kendine itiraf ediyordu.

      Hâlbuki orada, biraz ötede, sonbahar rüzgârlarının hazin uğultularını dinleye dinleye uyuyan annesiyle babasına gözyaşları içinde bir kadın, ruh dinlenmesi diliyordu. Bir zamanlar onları üzdüğü, ağlattığı, dertlendirdiği için şimdi ne kadar pişman olduğunu söylüyor, af, sadece büyük bir af diliyordu. Şimdi küçük bir kız çocuğundan farkı yoktu. Ruhunu bembeyaz, duygularını tertemiz buluyordu. Birkaç saat sonra hayatının en mühim geçidinden geçecekti. Bu dönüm noktasını ruhunun dinlendirici, şifa verici bir kuvveti olarak tahayyül ediyordu. Bugün başlayacağı yeni hayatı, kendisini her dertten, hayal sukutlarından, tehlikelerden, yalnızlığın yarattığı sonsuz hücumlardan ve ızdıraplardan kurtaracak sanıyordu. Artık kendi ufkunda da bir saadet ışığının doğmuş olduğunu görmek, onun sıcaklığını varlığında hissetmek sonsuz bir teselli gibi benliğini sarıyordu.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Müşekkel: Biçim verilmiş, gösterişli. (e.n.)