M. Turhan Tan

Kadın Avcısı


Скачать книгу

rel="nofollow" href="#n30" type="note">30 Zaman mefhumu gibi mekân mefhumu da aramızda meçhul. Gecesi ve gündüzü olmayan bir cihan içindeyiz ve nihayetsiz ebat arasında dolaşıyoruz. Kanadımız olmadığı hâlde düşmeden ve hatta düşmek endişesine uğramadan uçup duruyoruz…

      İşte bu hayat arasında sen, evet sen, beni bir an için yeryüzüne inmeye mecbur bıraktın. Ruhlar, dünya sakinlerinin her şeyini görür ve bilirler. Mikropların tenasül edişlerinden tut da pencereleri kapalı odalara sığınan çiftlerin dudak dudağa mırıldandıkları esrara kadar bütün hakî hadiseleri, konuşmaları seyrederler ve işitirler. Bu kudret sebebiyle ben de senin bir tuzağa düşmek üzere bulunduğunu gördüm.

      Adını değiştiren, kendine halı taciri süsünü veren çapkının biri, seni baştan çıkarmak istiyor. Süslü kelimelerle, yaldızlı sözlerle iffetini lekelemeye, hayatını zehirlemeye çalışıyor. Sen, zavallı çocuk; bu ahlaksız adamın mektuplarına kapılıyorsun, gözü kapalı uçuruma doğru gidiyorsun.

      Bugün yarın yeni bir mektup alacaksın. Gülhane Parkı’nda gezinti yapmaya çağrılacaksın. Şayet, oraya gidersen felakete uğrarsın. Büyükannenin ruhu sıfatıyla seni tehlikeden haberdar etmek istedim, mektup şeklinde sana temas ettim. Sözümü dinlemezsen kâbus olur, uykunu sarsarım; sıtma olur, damarlarına yayılırım, seni her suretle rahatsız ederim, cezalandırırım. Ruhların şakası olmaz.

      Şayet, bir sözün, nasihatime karşı söylemek istediğin bir şey varsa Divanyolu’nda Diyarbekir Kıraathanesi vasıtasıyla “Süruri Bey” namına bir mektup yaz.

      Bu zat, Cabelsa 31 diyarında sık sık tesadüf ettiğim soylu bir ruhun kalıbıdır. Ben o temiz ruh ile görüşerek yazdığın şeylerden haberdar olurum.

      Son sözüm, ailemizin haysiyetini yaralayacak en küçük hafifliklerden sakınmandır yavrum.

      Süruri Bey, bir büyükannenin ruhu sıfatıyla kaleme aldığı bu nasihatnameden sonra Nadire Hanım’a göndereceği mektubu yazdı. Ona karşı da coşkun aşkından, kızıl elemlerinden uzun uzadıya dem vurdu, Kumkapı İstasyonu yanındaki bir gazinoyu da bu maşukasına adres gösterdi.

***

      Nermin namıyla kendisine mektup gönderilmesine rıza gösteren kız, üç seneden beri tenini satmakla geçinen orta malı bir mahluk idi. Henüz sokaklarda zıpzıp oynarken “Sümüklü Hacer” diye anılırdı. Biraz büyüyünce sümüğü silindi, sıfatı da değişti, “Edepsiz Hacer” diye yâd olunmaya başlandı. Arkadaşlarına çirkin pusulalar yazmak, çantasında münasebetsiz resimler ve namına yazılmış mektuplar bulunmak, abdesthane duvarlarına müstehcen vecizeler karalamak gibi suçlardan dolayı devam ettiği ilk mektebin son sınıfından tardolunduktan sonra şu kucaktan bu kucağa geçerek az zamanda usta bir fahişe payesine erişmişti. Fıtri ve pek süfli bir yetenek ile ortaya koymuş olduğu sanatta ananeperverliği bir lahza bırakmazdı. Gönül için, geçim için, kaza ve bela için unvanları altında daima üç âşık taşırdı. Bunların birincisini sever, ikincisinden para sızdırır, üçüncüsüne ise hürmet ederdi. Sevmekten bıktığı, para sızdırmakta da müşkülata uğradığı vakit, gönül ve geçim için koynuna aldığı âşıklarına hemen yol verirdi. Kaza ve bela için seçilen âşık, mevkisini biraz daha ziyade muhafaza ederdi. Onun değişmesi, Hacer Hanım’ın arzusundan ziyade hadiselere bağlı idi. Dayak atmak lazım geldiği sırada dayak yiyen kaza ve bela siperi kendiliğinden düşer ve yerini ekseriya galip rakibine terk etmek mecburiyetinde kalırdı.

      İşte Nermin, böyle bir kızdı. Alüftelik yoluna girdikten sonra ismini beğenmeyerek “Melahat” adını takınmıştı. Sürtük kadınların hemen hepsi, isimlerini değiştirmekten zevk alırlar yahut böyle bir değişikliğe lüzum görürler. Çok kere de, bununla iktifa etmeyerek birer de lakap takınırlar. Sabık Sümüklü Hacer’in alüfteler âlemindeki lakabı da “Kızgın”dı. Onu, erkekler ve kadınlar, “Kızgın Melahat” diye çağırırlardı. Ateşli bir varlık, yanan ve yakan bir hüviyet ifade ettiği için Sümüklü Hacer, bu lekeli lakaptan memnundu!

      O, bir halı taciri imzasıyla süslü bir mektup alınca kahkahalarla gülmüş ve önüne gelen alüfteyi keyfiyetten haberdar ederek günlerce eğlenmiş, arkadaşlarını da eğlendirmişti. Bir fahişe için sevmeden sevilmek kadar gülünç bir şey yoktur! Onlar, bi-n-nefs32 sevmedikçe sevilmeyi alıklık sayarlar ve kendilerini sevmek alıklığını gösteren erkekleri tahammül kabiliyetlerine göre derece derece haysiyetsizliğe sürüklerler. Bir fahişe, seyyar satıcı mevkisindedir, ancak malını satmak ister. Her müşteri ile çene yarışına, fikir güreşine, gönül mübadelesine çıkmak işine gelmez.

      Sahte halı tacirinin ikinci ve üçüncü olarak yazdığı mektuplar, Kızgın Melahat’te bir heves, garip bir emel uyandırdı. Şimdiye kadar bir hayli macera geçirdiği hâlde evlenmeyi tecrübe etmemişti. Alüftelikte sonuna kadar ısrar etmeyi “hayati” bir zevk meselesi sayanlar için kocanın adı “kapı mandalı”dır. Kızgın Melahat, bu mandalın nasıl asılıp nasıl oynatıldığını henüz öğrenmemişti. Birtakım meslektaşlarının kocalarını aldatmak için başvurdukları çareler, çevirdikleri dolaplar, heyecanlı şeylerdi. Kendisi bazen bu heyecanlı hadiselere imrenir, namuskâr bir kadın maskesi altında koca aldatmak zevkini tatmak için derin bir heves duyardı.

      Halı tacirinin üst üste gönderdiği mektuplar, işte bu hevesini tazelemişti. Mektupların yazılışına göre, tacir beyin kime hitap ettiğinden haberi olmadığı muhakkaktı. Bu meçhul erkek, sürtük bir kadına değil, bir aile kızına söz söyler gibi lisan kullanıyordu. Kendisinin asıl ismini, ara sıra uğrayageldiği baba yadigârı evini de öğrenerek -Hacer Hanım’a hitaben- nameler yollayıp duruyordu. Bir tacir için orta malı bir kadını, ilk tesadüf ettiği meyhaneden veya kaldırımdan yakalayıp götürmekten kolay bir iş olmayacağına nazaran, mektup sahibi, Kızgın Melahat’i tanımıyor demekti.

      Bu düşünceler üzerine Sümüklü Hacer, kuvvetli bir kaprise kapıldı. Kendisine taaşşuk etmiş görünen adama bir oyun oynamayı ve onunla evlenmeyi tasarladı. Emeline muvaffak olduğu takdirde arkadaşlarına da bir sürpriz yapmış olacaktı. Şöhretli ve kirli bir alüffe mevkisinden zengin bir halı taciri karısı mevkisine atlamak, büyük bir muvaffakiyetti ve meslektaşlarının hepsini ayrı ayrı hasetten kudurtacak bir zaferdi.

      Bu sebeple, bol rakı içip zihnini canlandıra canlandıra bir iki gece düşündükten sonra cevabını yazdı; “evine mektup gönderilmesinin haysiyetine leke getireceğinden” tutturarak uzun boylu namusluluk tasladı ve “Namuslu bir kıza aşk değil, izdivaç takdim olunur!” diye bir çırpıda bir de evlenme teklifinde bulundu.

      Hacer, vesikalı bir kahpenin mahiyetini anlamayacak ve ona gönül verecek kadar kısa görüşlü ve kısa düşünüşlü olan bir erkeğin pek kolaylıkla tuzağa düşeceğini umuyordu. Bu maksadı temin için biraz masum görünmeyi, temiz bir kız rolü oynamayı kâfi buluyordu. Şu kadar ki fahişeler için namuskâr kadın vaziyeti takınmak ağırdır. İğreti namus bile namussuzları sıkar! Sümüklü Hacer de hayli rahatsız olacağını takdir ediyordu. Fakat meseleyi çabuk yürüterek bu sıkıntıdan bir ayak evvel kurtulacağını umuyordu. Halı tacirini görüp yola getirdikten, nikâh ve zifaf işini bitirdikten sonra arkadaşlarını maceradan haberdar etmeyi ise katiyyen kararlaştırmıştı.

      Artık sükûn ve ümit içinde günleri hesaplıyordu. Mektubuna alelacele cevap verileceğine emin olduğu için fazla beklemeye lüzum görmüyordu. Bu sebeple, cevabını gönderdikten iki gün sonra adres gösterdiği posta şubesine uğradı. Yol boyunca ve bilhassa posta şubesi civarında etrafını tetkik etmekten geri kalmadı. Âşık beyin oralarda dolaşması, sevdavî bir gözlemde bulunması ihtimalini göz önünde bulunduruyordu.

      Posta