M. Turhan Tan

Kadın Avcısı


Скачать книгу

bahtın layık gördüğü bu aşkın kendisine nasip olmayışını düşünüp üzülmekten, o sıkıntıyı pek de hissetmiyordu. Nadire’nin, mahremiyet kadrosuna kendisini asla sokmak niyetinde olmadığını anlayınca düşüncesi değişmiş, bu mahremiyeti cebren kazanmak için odaya atılarak sitemlere girişmişti.

      Sevilmeyenler, sevilenlerin sırdaşı olmaktan zevk alırlar. Başkalarının aşk yolunda elde ettikleri hazlar, onların hüsranını sanki tedavi eder. Aynı ihtiyaç, Karanfil’in ruhunda da uyanmıştı. Küçük hanımın aşkına mahrem olmakla kendi mahrumiyetine merhem sürmüş olacaktı!

      Terzi kızı, sahnenin yeni bir aktör kazanmasından memnundu. Zihnindeki hıyanet tohumu gittikçe büyüyor, filizleniyordu. O, fasit planını yürütmek için Karanfıl’den de istifade etmeyi tasarlıyordu.

      Bu sebeple kendisini okşadı:

      “A, güzel bacı!” dedi. “Küçük hanım sana saygı gösterdi de o sözü söyledi. Birdenbire celallenme, ya!”

      Saygı! Beşeri duyguların en renksizi veya en çok renklisi saygıdır. Bazen korkudan, bazen sevgiden, bazen şaşkınlıktan, bazen de hilekârlıktan doğan bu duygu, insan ruhunda yaşayan hakiki bir bukalemundur. Saygının en garip bir hususiyeti de kavilerle zayıfların müştereken işlerine yaramasıdır. Gün olur ki zayıflar saygı maskesine bürünerek kavilerin zekâsına gem vururlar. Gün olur kaviler, isyan etmek temayülü gösteren zayıfların taşkınlığını boğmak için aynı boyunduruğu kullanırlar. Karanfil de, küçük hanımın kendisine saygı gösterdiği söylenilince yumuşadı:

      “Var olsun ama…” dedi. “Söylediği söz yutulur şey değil. Nevcivan’a güvenirmiş de bana güvenemezmiş. Hâlbuki ben ser veririm de sır vermem. Bakalım, Nevcivan’ın ağzında bakla ıslanır mı?”

      Kızların anlaşması uzun sürmedi. Meselenin mahiyeti Karanfil’e anlatıldı. Bu vesile ile mahut mektubun en oynak parçaları bir daha okundu ve sonunda müzakereye, münakaşaya girişildi.

      Bahsi idare eden hep Aleksandra idi. Kendi planına uymayacak düşünceleri seri bir zekâ darbesiyle hemen çürütüyor, Süruri Bey’le Nadire arasında mektuplaşma vukua gelmesi için hummalı gayretler gösteriyordu. Nadire’nin iradesi zaten erimiş gibiydi. Kafasında, hep meçhul âşığının, “Kalk, beni düşün!” emri dolaşıyordu. Besleme Nevcivan’ın saf fakat zayıf bir dil açıklığıyla ortaya sürdüğü namus önermesi, haysiyet meselesi, kulağına bile girmiyordu.

      Bu işten nihayet bir düğün çıkacağını, bu suretle de evlenme işine ait olarak evde yerleşip giden uğursuzluğun ortadan kalkacağını, binaenaleyh kendisine de sevilmek fırsatı, evlenmek imkânı elvereceğini düşünen Karanfil de, olanca saffetiyle düzenci terzi kızına yardakçılık ettiği için, Nadire’nin düşünme kabiliyeti kökünden kırılıyordu. Nihayet Aleksandra’nın fikirleri kolaylıkla galebe etti. Süruri Bey tarafından takdim olunan aşkın kabulüne ekseriyetle karar verildi ve vazifeler şu suretle taksim edildi:

      Nadire Hanım, ilk fırsatta gönderilmek üzere Süruri Bey’e cevap hazırlayacak.

      Aleksandra, her gün eve uğrayıp maceradan malumat alacak. Süruri Bey’in adresi öğrenilir öğrenmez Nadire’nin cevabını eliyle götürecek.

      Karanfil, kulağını kapıdan ayırmayacak, gelen mektupların Hacı Hafız Nesimi Efendi’den evvel küçük hanımın eline geçmesini temin edecek.

      Besleme Nevcivan, “Ben bu işi beğenmiyorum, sonunun kötü çıkacağından korkuyorum. İçinizde sanki yokmuşum sayınız, beni hesaba katmayınız…” diyerek bu aşk alışverişinde vazife deruhte etmeyeceğini26 söylemişti. Şu kadar ki işittiklerini unutacak, büyük hanıma ve efendiye bir şey sezdirmeyecekti.

***

      Süruri Bey, pek nefis bir sanat eseri olduğuna kuvvetle kani bulunduğu mektubun müsveddesini koynunda taşıyor, fırsat buldukça arkadaşlarına okuyup duruyordu.

      “Ağlayanı tanıdık, ağlatan kim?” diyenleri çalımlı çalımlı süzerek kısa bir cevap veriyordu: “İstanbul’un gülü, sarı bir gülü!”

      Meçhulün meçhul ile tarif olunmasından huylanarak izahat isteyenlere sükût ile karşılık veriyordu.

      Hayalinde yarattığı uzun boylu, sarı saçlı nefis kadın hakkında fazla söz söylemekten çekiniyordu. Daha doğrusu sevgilisini, kendi eseri olan sevgilisini herkesten kıskanıyordu. Lakin mektubunun Nadire Hanım’a varıp varmadığını takdir edemediği için üzülmekten de geri kalmıyordu. Rüyalarında yaptığı sorgular ve aldığı müspet cevaplar, kendisini tatmin etmekten çok uzaktı.

      “Evet. Bugün için erkekliğin cazibeleri, tüccar zümresinde toplanıyor. Herhangi bir kadın yüreğine emniyetle ve kolaylıkla girebilmek için bir ticarethane firması göstermek lazım. Evvelce yanık bir şiir, parlak bir mahmuz, tumturaklı bir unvan Havva kızlarının yüreğini oynatabiliyordu. Şimdi moda yahut hayat değişti. Aşk mektuplarının banknotlara yazılması ve hiç olmazsa yazılabileceğinin ihsas olunması icap eder.”

      “Ya şu kızcağız, aklına uyup da ticarethaneni görmek isterse?”

      “Yazıhanem Konya’da! Ben, getirdiğimi satmak, götüreceğimi almak için burada bulunuyorum. Bu hanımı nasılsa görüp taaşşuk27 ettim. İşimi komisyoncularıma gördürüyorum. Kendim de aşk tezgâhında bahtiyarlık kumaşı dokumak istiyorum.”

      “Kızı nasıl buldun, adresini nasıl öğrendin?”

      “Bu basit bir tesadüften ibaret.”

      Delikanlı, bir çayhanede oturduklarını henüz hatırlamış gibi etrafına göz gezdirdi, lakin sesini tamamen hafifletmeye lüzum görmeden devam etti:

      “Bir gün postanede ayaküstü mektup yazıyordum. Masanın yanıma tesadüf eden kısmına minyon bir kızcağız geldi. Elindeki zarfın arka tarafına, gönderici sıfatıyla adresini yazmaya başladı. Kız hoşuma gitmişti, hele masaya abanarak ve harflere tuhaf tuhaf kıvrıntılar vererek yazı yazışı içimi gıcıklamıştı. Yan gözle yazdığını okudum ve… Belledim!”

      “Sonra?”

      “Sonrasını keşfedemiyor musun?”

      “Belki anlıyorum, fakat senin söylemeni istiyorum. Sözlerin, pek tatlı!”

      “Tat, sözümde değil hikâyede. Onun için mersi demeye lüzum görmüyorum.”

      “Canım, bahsi değiştirme. Kızın adresini belledikten sonra ne yaptın?”

      “Ne mi yaptım? Aklın emrettiği şeyi yaptım. Sıcağı sıcağına bir mektup yazdım. Ertesi gün bir daha, iki gün bekledikten sonra bir daha… Mektupları fasılasız göndermekte büyük bir hikmet vardır! Hücuma uğrayan kız veya kadın, aşk taarruzunun ardı arkası kesilmediğini görünce şaşırır, düşünmeye kudret bulamaz. Bununla beraber ben, hücumlarıma ara da versem gene muzaffer olacağıma kani idim.”

      “Bu kanaat nereden geliyor?”

      “Çünkü kızın hâlinde, tavrında tuhaf bir şey vardı. Nasıl tarif edeyim bilmem ki. Bakışlarında ümit veren bir parıltı, dudaklarında ‘Beni öpün!’ diyen bir haykırış seziliyordu. Böyle bir kızın önüne atılan yürekleri çiğneyip geçeceğini ummuyordum. Sonra, ilk mektubumda da öbürlerinde de kızın gözünü, kaşını, dudaklarının inceliğini, hatta boynundaki beni uzun uzun tasvir ettiğim için kendisini yakından tanıdığıma şüphe edemeyecekti. Benim bilinmeyişimin hasıl edeceği tereddüdü de halı tacirliği giderecekti. Tüccardan bir âşık! Şu para darlığı sırasında herhangi bir kız için bundan büyük ikramiye