Ebubekir Hâzim Tepeyran

Zalimane Bir İdam Hükmü


Скачать книгу

Lord Lavansdon’un telgrafı olduğu anlaşılınca: “Aşağıda askerlerin İngiliz olduklarını anladı da onların yanına gitmek istedi.” dedim. Bu telgraf İngiltere Hükûmeti namına eski bir hadiseden dolayı beni tebrik ve teşekkürü bildiriyordu.

      Evrak muayeneleri geç vakte kadar ikmal edilemediği için ertesi gün yine polis gözetimi altında divanıharbe götürüldüm.

      Dünkü odada evrakın geri kalanı muayene edilerek ikinci defa Dâhiliye Nezaretine memuriyetimden dolayı tebriki havi her taraftan gelmiş olan telgraflar, mektuplar arasında Bursa Kuvayımilliye Kumandanı Mehmet Ali Bey’in bir telgrafından başka benim için töhmeti(!) gerektiren bir şey bulamadılar.

      Şu muvaffakiyetsizlik Niyazi Bey’in somurtkan simasında pek açık görünen bir hayal kırıklığı izi belirmiş ve diğerlerinden evvel kalkıp gitmişti. “Mühürlü” denilen bağların hâli çuvalın tekrar tekrar açılmış olduğunu göstermekte idi. Korktuğum gibi içine -o zamana göre- gerçekten töhmeti gerektiren kâğıtlar konulmamış olmasına teşekkür ederek çuvalın açılmış olduğu yolundaki iddiadan ve zabıt varakası yazılması talebinden vazgeçtim.

      Çuvalın bağlarını kesmek için cebimden çıkardığım küçük bir çakıyı gören Efe Kâzım Bey, bir tutuklunun yanında kesici alet bulundurmasının kanuna aykırı olduğunu söyleyerek çakıyı istedi.

      Yardımcı üye olsun, divanıharpte kanunu düşünen bir adam bulunduğunu müjdelediği için: “Daima yanımda bulunan yemek sepetinde daha büyük üç bıçak bulunmakla beraber mademki kanuna atfen söylüyorsunuz…” diyerek çakıyı yavere verdim.

      Evrak muayenesinden 14 ve tevkifimden 23 gün sonra (15 Haziran) muhakeme için her defaki gibi polis gözetimi altında divanıharbe götürüldüm.

      İnsan masum olunca hakaret ve aşağılamalar aksi tesiri gerektirir. Bana katılan subaylar ve silahlı askerler, beni firardan men için değil saygılarından dolayı maiyetime veriliyorlar gibi geliyordu.

      İşte bu telakkiden dolayıdır ki divanıharbe ilk defa araba ile gidip geldiğim hâlde sonraları yaya gitmeyi tercih ediyordum.

      Süngülü askerler arasında geçtiğim yollarda rastladığım yüzlerce insanlardan hiçbirinin gözleri beni: “Oh olsun! Hak ettiğini buldun.” manasını taşıyan bir nazarla değil, bilakis sessiz fakat dost ve şefkatli bakışlarla takip ediyorlardı.

      İLK MUHAKEME

      Geceyi şiddetli mide ve baş ağrılarıyla geçirdiğim için uykusuzluktan pek sersem bir hâlde iken öğleden sonra divanıharbe götürüldüm.

      Muhakeme, yani heyet huzurunda Reis Mustafa Paşa tarafından (rivayete göre Mahmut Sait Molla’nın tertip ettiği suallerle) sorguya çekildim.

      Kıpkızıl bir astarla kapatılmış olan yarım ay şeklindeki mevkide, reisin sağındaki Recep Paşa ile Miralay Ferhat Bey ve solunda ihtiyar, belki de emekli Miralay Recep ve Kaymakam Fettah Beyler oturuyorlardı.

      Bunlardan hiçbirini tanımıyor ve suallere tabii ayakta cevap veriyordum.

      İki saatten fazla süren bu muhakemede, cevaplarımın hemen birkaç kelime olarak zapt edildiğine dikkat ederek, muhakemenin sonunda cevaplarım pek noksan zapt edildiğinden yazılı olarak tekrar edeceğimi söyledim ve o gece sual ve cevapları sırasıyla yazarak, ertesi gün pullu bir müdafaaname şeklinde Divanıharp Reisi’ne gönderdim ve divanıharp defterine kaydolunduğunu gösterir ilmühaber aldırdım. Bu tedbirde pek ziyade isabet, yani Divan’ın sahtekârlığı bu suretle bir dereceye kadar tahdit edilmiş olduğu sonra ortaya çıktı.

      Bu müdafaaname harfiyen şöyle idi:

      Birinci Divanıharb-i Örfi Reisliğine

      Dün Divan-ı Âli tarafından Kuvayımilliye’ye dair suallere muhatap oldum. Verdiğim cevapların ancak birkaç kelimesinin zapt olunduğunu gördüğüm için sorgulamanın sonunda söylediğim ve sırasıyla suallere verdiğim cevapları aşağıda olduğu gibi yazmaya ve tespit etmeye lüzum gördüm.

      Soru: “Bursa’da Kuvayımilliye’yi ne hâlde buldunuz ve ne hâlde bıraktınız? Bunlar ahaliye tecavüzde bulunuyor muydu?”

      Cevap: “Bursa vilayetine ilk memuriyetimde orada öyle bir şey yoktu. İkinci memuriyetimde gazetelerde ilan olunan beyannameleri sebebiyle (Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) namıyla teşekkül etmiş olan cemiyetin sair mahaller gibi Bursa’da da şubesi teşkil edilmiş buldum. Fakat şimdiye kadar hiçbir fırka ve cemiyete dâhil olmadığım gibi bu cemiyetle de münasebetim yoktu. Bursa’ya varışımdan bir müddet sonra ötede beride; boz renkli kumaştan yapılmış elbise giyen Kuvayımilliye efradı görünmeye başlamış ve araştırılarak birbiri ardına İzmir cephesine sevk edilmekte oldukları anlaşılmışsa da bunların Bursa’da fena bir hareketleri ve kimseye bir zararları olmadığından aleyhlerinde ahali tarafından hiçbir şikâyet vaki olmamıştır.”

      Soru: “Kuvayımilliye, ahaliden para alıyor muydu? Bunlar aleyhinde şikâyet vaki olmadı mı?”

      Cevap: “Para alındığından dolayı hiçbir şikâyet vaki olmadı.”

      Soru: “Bursa’da Kuvayımilliye Kumandanı kimdir?”

      Cevap: “Mehmet Ali Bey adında bir zattır.”

      Soru: “Kuvayımilliye Kumandanı “Reis-i Eşkıya” değil midir?”

      Reisin maksadı “Kuvayımilliye kumandanı, fırka kumandanı Miralay Bekir Sami Bey değil midir?” demek olduğu hâlde ben anlamamış gibi bulunarak:

      Cevap: “Vilayet dâhilinde bilinen eşkıya kalmadı. Yalnız, Çerkeş Davut adında bir eşkıya reisi varsa da onun Kuvayımilliye Kumandanı olamayacağı tabidir.”

      Soru: “Bu Mehmet Ali Bey’i evvelce tanıyor muydunuz?”

      Cevap: “Hayır, ilk ve son defa olarak tesadüfen Jandarma Alayı Kumandanı’nın nezdinde gördüm. ‘Kuvayımilliye Kumandanı.’ diyerek bana takdim etti.

      Bursa’ya vardığımda orada idiyse belki tebrik için gelen zevat meyanında bulunmuş olabilir. Fakat ben hatırlamıyorum.”

      Reis, evrakım arasından çıkarılan tebrik telgrafını eline alarak:

      Soru: “Dâhiliye Nezaretinde bulunduğunuz zaman bu Mehmet Ali’den telgrafname aldınız ve cevap yazdınız mı?”

      Cevap: “Nezarete iki defa, memuriyetimde tebrik için yüzlerce mektuplar, telgraflar gelmiştir. Bunların çoğunu ben görmedim. Özel Kalem Müdürü alarak daha sonra cevap yazılmak üzere yaptığı listeyi bana gösteriyordu. Evrakım arasında bulunan birçok telgraflar gibi bu Mehmet Ali Bey’in telgrafına da cevap yazılmamıştır. Bu telgraflar arasında şahsen hiç tanımadığım memurlar vesairenin de telgrafları vardır.”

      Soru: “İttihatçılar (İttihat ve Terakki mensupları) ile Kuvayımilliyeciler arasında ne fark vardır? Bu konudaki fikriniz nedir?”

      Cevap: “İttihatçıların en ileri gelenlerinden bazılarının aleyhinde bulunduğum işler ve hareketlerimle ve hatta basılı, yayınlanmış eserlerimle sabit olup onlarla bir münasebetim olmadığı gibi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne de intisap etmediğimden malumatım bulunmayan bu hususta doğru bir fikir beyan edemeyeceğim tabidir.”

      Matbu telgraf kâğıdı üzerine kurşun kalemle yazılmış bir telgrafname suretini göstererek:

      Soru: “Bursa valiliğinde bulunduğunuz esnada Heyet-i Temsiliye’ye telgraf çektiniz mi?”

      Cevap: “(C) İşaretiyle başlamasından da anlaşılacağı üzere İstiklal-i Osmani’nin yıl dönümü münasebetiyle başkent ve vilayetlerde icra olunan tören vesilesiyle Heyet-i Temsiliye’den her tarafa çekilen umumi tebrik