Hüseyin Rahmi Gürpınar

Billur Kalp


Скачать книгу

hiç sezemedi. Kurnaz Hüsniye, kalın demir kapı kanadını hemen kapatırcasına aralık etmişti.

      Hemen hanımefendinin yanına koşarak yalvarmaya başladı:

      “Aman Kadınım… Kocanız burada… İçeride… Şimdi bir şeyden kuşkulanırsa bizi otele kabul ettirtmez. Bu terbiyesize uymayınız… Sesinizi kesiniz. Ben otelci ile konuştum… İçeride yiyip içerek dinlenmek istediğimizi söyledim. Kabul etti. Bize bir oda verecekler… Müşteri olarak bir kere otele girelim. Bir odaya kapanalım. Ötekilerin hangi delikte olduklarını ben çabuk bulurum. Bütün başarımız sizin susmanıza bağlı…”

      Hüsniye, yarı baygın bir durumda bulunan kızı kucağına aldı. Oğlanı da Kâmile kavradı. Ağzına kadar bir sıvı ile dolu birer kap gibi, taşırmamak için çocukları sarsmadan götürüyorlardı.

      Hanımefendi, hızır kadının öğütlerindeki önemi kabul etti. Hain kocasını suçüstü durumunda yakalamak için, fırtınaya karşı yelken açmış sinirlerini indirmeye çabaladı. Titreye titreye, dişlerini gıcırdatarak susmaya uğraştı. Hep otele girdiler. Demir kapıyı itiverdiler.

      Sokakta kalan şoför durmadan bağırıyordu. Arabasının içine eğildi. Bütün döşemelerini, insan gövdesinin dışarı attığı ham ve olmuş pisliklerle kirlenmiş buldu. Çıldırmış gibi haykırıyordu:

      “Bu mundarlar, otomobile binecek müşteri değil, kenefte oturacak insanlarmış… Puyyy anasını avradını… Geçmişini… Geleceğini… Bu ne be? Bu ne be? İki çocuğun arabayı bu kadar pisleteceğine inanamam. Ant içerim ki o üç karı da boş durmamışlar… Bana elli lira verip de anası, kızı, oğlu, dadısı, teyzesi hep birden böyle arabama sıçmaktan maksatları ne idi acaba? Ne memlekette yaşıyoruz yahu, ne memlekette? Tramvaylarda, vapurlarda ‘Yere tükürmek yasaktır.’ levhaları var. Bunu anlarım. Lakin arabaların içine, üzerlerine ‘Buraya küçük büyük abdest bozması yasaktır.’ yazılı birer levha asılması gerekli midir?”

      Arabacı böyle taşıp taşıp da hıncını boşaltamaz bir hâlde kendinden geçmiş gibi iken kulağına sert bir ses geldi:

      “Bana bak şoför…”

      Şoför döndü. Karşısında iki belediye memuru ile bir polis gördü.

      Memur: “Şimdi sen arabanın iki penceresinden dışarı kusan müşterileri taşıyarak buraya gelmişsin…”

      Şoför, karşısına derdini dinleyecek resmî bir adam çıkmış olmasına biraz sevinerek: “Evet efendi… Evet… Allah belalarını versin… Yalnız kusmak değil… Hem yukarıdan hem aşağıdan… Hem çocuklar… Hem karılar… Beşi birden… Arabamın hâline bakınız… Böyle şey akla gelir mi ki müşteriyi almazdan önce ‘Mideniz bozuk mudur? Ameliniz var mı?’ diye sorayım!”

      Memur: “Bu müşterileri nereden aldın?”

      Şoför: “Dizdariye’den…”

      Memur: “Nereye getirdin?”

      Şoför kapıyı göstererek: “İşte bu otele…”

      “Şimdi içerideler mi?”

      “Evet…”

      “Buraya gelinceye kadar hiçbir yere uğrayıp kimse ile görüştünüz mü?”

      Şoför, arabasının pisletilmesinden daha çok büyük bir felaketin eşiğinde bulunduğunu sezer gibi olarak sarardı. Titrek bir sesle “Hayır!” dedi…

      Belediye memuru, onun gittikçe uçan rengine dikkat ederek: “Şoför, tutuklusun. Bugün Dizdariye’nin altında Kadırga’da iki kolera olayı var. Sen buraya koleralı hastalar getirmişsin… Şimdi araban dezenfekte edilecek, sen karantinaya alınacaksın. Bu otel kordon altına alınacak… Eğer otomobiline atlayıp kaçmak çocukluğuna kalkışır isen polis tabancasıyla seni vurmak zorunda kalır; kanun bunu ister…”

      Cebinden çıkardığı bir kâğıda otomobilin dairesini ve kendi numarasını yazdıktan sonra: “Kaçıp da nereye saklanabileceksin? Sonra tutulduğun zaman göreceğin ceza pek büyük olacaktır…”

      “Ben ne kadar zaman tutuklu kalacağım? Kaç gün işleyemeyeceğim?”

      “Bilemem. Şimdi muayene için doktorlar gelecek, dışkılar tahlil edilecek, fennî süre içinde salgın ve ölüm olup olmayacağı beklenilecek, görülecek sonuca göre işlem yapılacak…”

      Sonra yanındaki astı polise dönerek: “Bu otelin başka kapıları, arkadan girilip çıkılacak yerleri var mı? Öğrenelim… Mesele önemli, sorum büyüktür. Bakınız hastalık İstanbul Kadırga’sından ta Beyoğlu’nun göbeğine atılıyor… Buraya otomobil ile uçarak geliyor. (Polise) Kardeşim, sen burada kapıyı ve bu şoförü bekle… (Memura) Sen de evin başka çıkılacak yerleri olup olmadığını anla… İçeriden dışarıya, dışarıdan içeriye kuş uçurtmayacaksınız… Ben ilk karakola koşup telefonla gereken yerlere haber vereyim…”

      Sonra yine şoföre dönerek: “Sen de arkadaş… Olay nasıl oldu? Zihninden bir özet hazırla… Şimdi sana her şeyi soracaklar… Bu hastalar, koleraya tutulduktan sonra asıl hastalık yuvasından kaçmaya kalkışmışa benziyorlar. Oradan buraya kaçmak için herhâlde sana yüklüce bir para vermişlerdir…”

      Şoför, gırtlağından dilinin ucuna doğru kaynayan birkaç koyu sövgüyü dişlerinin arasında ezmeye uğraşarak: “Behey imanını! Efendi, şu uğradığım zarar yetmiyor mu ki bir de durup da başıma başka türlü laflar çıkarıyorsunuz? Beni bir evden çağırttılar. Gittim. Ne bilirim onların koleralı olduğunu? Alacağım yolculardan, posta vapurları gibi temiz kâğıdı soramam ya… Belediyeden bize böyle bir emir verilmedi.”

      “Her şeyi doğru söyle. Bizi, hükûmeti yorma. Yanıltma… Böyle bir olay sırasında yalan bir sözün çok kötü sonuçlar verir…”

      “Yalan kabul etmem… Zaten ben en kötü sonuçlara uğradım. Kim bilir kaç gün arabam işlemeyecek? Kazancımdan olacağım…”

      “Hep kazancını düşünüyorsun…”

      “Ne yapayım efendim? Benim gelirim yok. Geçinmem bu yüzden… Ben de ev bark geçindiriyorum…”

      “Her şeyden önce sağlık, hayat lazım. Daha gençsin, bu mundar hastalığa yakalanıp yakalanmadığını düşünmüyorsun…”

      Şoför, gözlerinde beliren birkaç damlayı elinin tersiyle silerek üzgün bir sesle: “Hastalığa bulaştımsa çoluğuma çocuğuma hasret öleceğim…”

      “Söyleyeceğin doğru sözlerle hem kendini kurtarırsın hem de birçok insan kardeşini… Şimdi ben olayı idareye bildirir yeter sayıda polis ve sağlık memurları göndertirim. Aman polis efendi oğlum dikkat! Arkadaşların gelince hemen sokağın iki başını da tutunuz.”

      Memur, bu tehlikeli görevi hemen yapmaya koştu. Şoför, kendisinden biraz uzakta duran polis neferiyle yalnız kalınca sordu:

      “Kardeş, şimdi koleralı olduğumuz anlaşılırsa bu otomobili ne yaparlar?”

      “Yakarlar…”

      “Sonra parasını verirler mi?”

      “Bilmiyorum…”

      Şoför, çok karamsar bir gözle arabasının içine baktı. Yine pek koyu birkaç sövgü savurmaktan dilini kurtaramadı. Arabasının başına gelecek felaketi anladı. Şimdi kendini düşünerek sordu:

      “Şimdi ben koşmaya başlarsam bana ne yaparlar?”

      “Siyah muşambalı sedyeye korlar, karantinaya götürürler…”

      O anda, içine doğru eğildiği