Hüseyin Rahmi Gürpınar

Billur Kalp


Скачать книгу

ya da değil… Nene gerek senin… Bir şoför taşıdığı müşteriyi nereye bıraktığını her zaman herkese söyleyebilir.”

      “Sanırım bir kıskançlık meselesi…”

      “Zekisin. Hah işte anladın…”

      “Benim belaya girmeye vaktim yok…”

      “Niçin canım?”

      “Ne felaket çıkarsa kıskançlıktan çıkar. İntiharlar, öldürmeler…”

      “Korkma… Korkma öyle şey yok… Meraklı, yarı kaçıkça, hasta bir hanımefendi, iki sümüklü çocuk, bir hizmetçi kadın, bir de ben… Bizim hepimizi arabana alıp onları bıraktığın yere götüreceksin. Bizim hangimizden cinayet umarsın?”

      “O! O! İş değişti. Yalnız gittiklerini söylemek değil de sizi alıp oraya götürmek…”

      “Sen bir kira otomobilinin şoförüsün. Her müşteriyi alıp istedikleri yere götürebilirsin. Yarım saat fazla geçirmekle bu işin tavını kaçırmış olabilirsin. Bugün ayağına gelen bu kısmeti havaya bırakma…”

      Şoför, içtiği sigaranın dumanını kendine kendisine pek yaklaşmış olan Hüsniye’nin yüzüne üfleyerek biraz düşündükten sonra:

      “Hanım, pazarlık istemem…”

      “Peki…”

      “Sana son ve kısa bir sözüm var…”

      “Dinliyorum…”

      “Sizi oraya götürmek için elli lira alırım… Hem de peşin…”

      Bu kez Hüsniye düşünmeye vararak: “Öyle olsun. İnsanlık uğruna yapılan bu iş için ben payımdan vazgeçiyorum…”

      İleri doğru bakıp: “İşte kadınla çocuklar geliyorlar… Şimdi hepimizi buradan bindirerek konağa götüreceksin. Oradan hanımefendiyi alıp istenen yere gideceğiz…”

      “Otomobil için her saat başına olan ücreti de ayrıca alırım…”

      “Uzun ediyorsun. Para için merak etme…”

      “Konak nerede?”

      Hüsniye, konağın nerede olduğunu bilmiyordu. Bu konuda kesin bilgisizlik göstermek şoförde şüpheler uyandırabileceği için eliyle Yeni Cami tarafına doğru işaret ederek: “Uzak değil… İşte şuracıkta… Otomobil için birkaç dakikalık yol…” sözüyle üzerine şüphe çekmek tehlikesinden kurtuldu. Cevap veremeyeceği bu türlü suallere meydan bırakmamak için Kâmile’ye doğru yürüdü. Burun buruna gelince: “Kardeş müjde… Pazarlık ettim. Herif bizi beyefendinin gittiği yere götürecek. Lakin yüz liraya razı edinceye kadar göbeğim çatladı…”

      Kâmile, yüz liralık müjde önünde biraz irkilerek: “A kardeş, pek çok değil mi?”

      “Sus hemşire, lakırtı karıştırma… Herif pek dönek tabiatlı bir adam. Şimdi pişman olur, sözünü geri alır…”

      İki kadın, iki çocuk otomobile kurulurlar. Şoför gideceği semti sorar.

      Kâmile: “Dizdariye, Türbe Sokağı, 18 numara…”

      Otomobilin lastik gırtlağı şoförün parmakları altında iki üç kez anırdıktan sonra, araba, yolcularını hafifçe sağa sola eğerek küçük bir rüzgâr içinde yollanır…

      10

      Tarif edilen sokak ve numaranın önünde durdu. Marmara’ya bakan üç katlı bir kâgir evin bahçe kapısından içeri girdiler. Bahçe gün güneş içinde… Havuz, fıskiye, kameriye, çardak, çakıllık, iki yanı lavantinli yollar. Her şey var. Lakin hepsi bakımsız, harap… Kapının arkasında içleri süprüntü dolu gaz tenekeleri… Sökülüp atılmış bitki döküntüleri orada burada kokmuş yığınlar hâlinde… Adım başında tabak, bardak kırıkları yatıyor… Kediler, köpekler tenekelerden süprüntülerin bir kısmını oraya buraya taşımışlar… Yollara saçılmış türlü renkte kırıntı parçaları… Temizlemek, düzenlemek için hiçbir yanda bir insan eli dolaşmamış. Her yön kendi oluruna bırakılmış…

      Bakımsızlıktan, evin içi de bahçeden pek farklı değil… Her yanı yarım parmak toz kaplamış… Odalar alan taran16 eşya, karmakarışık…

      Hüsniye, ortalığın bu düzensizliğini gözden geçirirken Kâmile, onu birinci katta bir odaya sokarak: “Bir evin beyi çapkın, hanımı kıskançlıktan hasta olursa işte orası bu hâle gelir… Sen burada bekle. Ben hanımefendinin yanına çıkayım. Ona üzüntüden ölmeyecek biçimde işi anlatayım. Sonra seni çağırtırım…”

      Kâmile Hanım, hanımefendisinin yanına girer. Mevsim pek sıcak değil lakin içine güneş dolmuş, pencereleri, kapısı kapalı odanın ısınmış, değişmeyen havasında bir hastane ağırlığı ve kokusu var…

      Hanımefendi, pencere kenarında bir koltuğa oturmuş… Üst baş kirlice, saçlar Rufai dervişleri gibi salkım saçak, dizlerinde kalın bir eteklik, ayaklarında fanila terlikler… Beniz kirli sarı, gözlerinin etrafı umutsuzluk ve bıkkınlık gölgeleriyle haleli; yanı başında bromür, aspirin ve bir sürü ilaç kutuları, koca bir şişe kolonya, nane ruhu… Masanın üzerinde eski yeni birkaç divan… Akşamlara kadar, “Bey bana ne diyor? Ben ona ne diyorum?” fallarıyla bu kitapları karıştırmaktan ve yine aynı niyet üzerine bol bol iskambil falı açmaktan başka işi gücü yok. Kocasının aşkı onu boğacak bir dalga gibi her an üzerine saldırıyor, hep onunla uğraşıyor, hep…

      Kâmile odaya girince hanımefendi telaşla: “Bir otomobil homurtusu işittim. Bey mi geldi? Böyle vakitsiz hiç geldiği yoktur. Çık biraz onu oyala. Beni bu hâlde görmesin…”

      Yüzüne pembe bir ponpon gezdirmek, biraz da saçlarını derleyip toplamak için aynanın önüne koşar.

      Kâmile: “Telaş etme hanımcığım, bey gelmedi. Galiba biz ona gideceğiz…”

      “Ay neden? Apansızın olağanüstü bir hâl mi oldu? Bir hastalık, bir kaza, bir felaket?”

      “Hep beyinizin üzerine böyle korkunç şeyler yorarsınız. Onun sizden uzakta vur patlasın bir eğlence âleminde bulunduğuna bir türlü ihtimal vermezsiniz…”

      “Nerede?”

      “Öyle vefasız, hayırsız, azgın erkekler fahişelerin ortasında hangi rezalet yuvalarında eğlenirlerse orada işte…”

      Hanımefendi, büsbütün sararır. Süzülür, gözlerinin karaları kayar… Bayılıp düşmemek için koltuğun iki yanına yapışarak: “Kâmile, bana lokman ruhu şişesini bul.”

      “Yok hanımcığım bayılmayınız… Dayanıklı olunuz. Olan işlerin ben size daha aslını anlatmadım. Kendinizi tutunuz ki bu sefer o azgının hakkından gelelim.”

      “Söylediğin şeylerin doğruluğuna iyice inanıyor musun?”

      “Ulu Tanrı’ma inandığım kadar… Ah bilirim en açık oluşlar önünde bile beyinize karşı güven beslemek düşkünlüğünden kendinizi kurtaramazsınız.”

      “Sonu ev bark yıkımına çıkacak böyle önemli konularda her söze gelişigüzel inanıvermek olur mu?”

      “Şu saatte hiç düşünemediğiniz hâlleri gözlerinizle görmek için gereken büyücek bir masrafa katlanır mısınız?”

      “Bu nasıl soru? Nem varsa fedadan çekinmem…”

      “Öyle ise haydi kalkınız, hazırlanınız… Otomobil aşağıda bekliyor. Pire tok iken tutulur, derler. Biz