Ахмет Мидхат

Çengi


Скачать книгу

sever.”

      Daniş: “Aman Dadıcığım ne söylüyorsun?”

      Arap: “Söylediklerimde bir nokta yalanım yoktur. Erkek ol da dene, farkına var. Sen ulvi âlem seyahatine çıkıyorum diye zıbardığın zaman, bu işlerin hepsi olup bitmektedir.”

      Daniş: “İnandım Dadıcığım sana inandım. Ben bu aşüfte kızı artık hiç sevmiyorum. Tiksiniyorum. Bu akşam, yüzüne baktıkça hep içimden kanlar gitti. Fakat ne yapalım Dadıcığım? Peridir. Boşayamam. Sonra bizi perişan eder. Başka türlü bir tedbir de elimden gelmiyor. Sen çaresini bul. Ben icra edeyim.”

      Arap, biraz düşündükten sonra: “Ben çaresini buldum. Bu aşüfteyi öldürmekten iyi yol yoktur.”

      Daniş, heyecanla: “Aman Dadıcığım! Biz, peri kızını nasıl öldürebiliriz?”

      Arap: “Bir peri kızını nasıl öldürmek lazım gelirse öylece öldürebiliriz.”

      Daniş: “Peri kızını nasıl öldürürler?”

      Arap: “Pederinizden kalma kara saplı bir kama vardır. Yarından tezi yok ben giderim Şeyh Gergevani hazretlerinin ellerine sarılırım. Durumu olduğu gibi anlatırım. Kama üzerine bir cesaret duası okuturum. Getirir, sana teslim ederim. Sen de yarın akşam bu kamayı, o kahpenin göğsüne hem de sol memesi altına vurduğun gibi hınzır kahpe geberir gider.”

      Daniş: “Sahi mi söylüyorsun Dadıcığım?”

      Arap: “Pek sahi! Belası varsa bana gelsin.”

      Daniş: “Aman Dadıcığım, belası varsa sana gelsin ne demek?”

      Arap: “Evet! Belası varsa bana gelsin demek, belası varsa bana gelsin demektir. Sen benim dediğimden ayrılma. Bende bir erkek yüreği olsaydı bu kamayı kendi elimle sokardım. Zira o kahpeyi öldürmek din yolunda gazadır. Fakat yüreğim elvermez.”

      Daniş, biraz düşündükten sonra: “Pekâlâ! Pekâlâ! Sen kamayı okut! Ötesini ben yaparım. Seni gidi kahpe seni, orospuluk ha! Özellikle ki yakutlarımı, zümrütlerimi çalmak ha! Dur sen, ben de sana göstereyim de görürsün. Yarın akşamdan tezi yok, bu vakit kendini gebermiş bil!”

      Perde arkasındaki Peri Hanım, sözü sonuna kadar dinledikten sonra Daniş Çelebi’nin dönüş için hazırlandığını görünce, ondan önce gelip yatağa girdi ve yatağında uzanıp rahatlandığı zaman içinden kendi kendisine şu sözleri söyledi: “Ey Peri! Asıl periliği gösterecek zaman geldi. Seni gidi hınzır Arap seni! Ben de sana bir iş yapayım ki cihanın dilinde destan olsun. Bak şu eşek fellaha, bir kere hile tuzağı kuracak ha! Ahmak! Mademki mecnunu, efsunlu kama ile beni öldürmeye ikna edeceksin, niçin önceden okutup hazırlamadın? Yarına kadar niçin süre veriyorsun? Düşünmeli değil midir ki ya o divane yarın akşama kadar kararından cayar ise? Ya ben işi sezip bir hile de kendim kurmaya çalışır isem? O hâlde semayı üstüne sıçratmış olmaz mısın?”

      ONUNCU BÖLÜM

      Mecnun Daniş Çelebi, yatağa geldiği zaman zevcesi Peri Hanım’ı buz gibi donmuş, uyumuş buldu. Eğer aklı başında, dikkati yerinde bir adam olsaydı şu hâlden karısının yataktan çıkıp uzun müddet soğukta gezmiş ve bunun için üşümüş olduğunu anlayabilirdi. Fakat Daniş Çelebi buralarda idrak eder adam olmadığı gibi zaten gazap ve hiddetle olanca zihni de perişan olmuş bulunduğundan hiçbir şeyin farkına varamayarak yattı, uyudu.

      Kim bilir gece rüyasında neler gördü? Hele şüphe edilemez ki gördüğü şeylerin hepsi Peri Hanım hakkında hayra delalet etmeyecek hususlardı.

      Sabah olup yatağından kalktığı zaman hizmet için aşağıya yukarıya inip çıkan Dadı’sına kaş göz ile işaretler ederek aklınca kara saplı kamayı Şeyh Gergevani hazretlerine bir ayak önce götürüp okutmasını hızlandırıyordu ki bu işaretleri malum mecnun değil; bayağı bir akıllının yaptığını görseydiniz bu akıllı da çıldırmış sanırdınız.

      Arap da karşı işaretlerle efendisine sabır ve sükût tavsiyesinden geri kalmıyordu. Hatta bu gidişle mecnunun foyası meydana çıkacağından da korkarak ve bir aralık bularak “Bugün buralarda bulunma, sokağa çık akşam da yemeğe gelme, Engürusizade Nafiz Efendi’de yemek ye. Gece de pek geç gel. Geldiğin zaman eğer Peri Hanım’ı uyumuş bulursan arzun daha kolaylıkla gerçekleşir. Beni görmeye lüzum yoktur. Zira belki yüreğim elvermez de kendimce bir engel bulabilirim. Ben kamayı dönme dolabın içine koyarım. Orada bulursun. Yani beni de arama. Eğer bugün buralarda bulunursan mutlaka kadına şüphe verecek bir şey yaparsın.” dedi ve şu nasihati kabul ettirmeye muvaffak da oldu.

      Fakat ne fayda ki bu kararı da Peri’ye duyurmamada başarılı olamadı. Peri ise zikredilen bu karara sadece bir diş gıcırdattı ve yalnız bununla yetindi.

      Vay! O gün Peri’nin Dadı Kalfa’ya gösterdiği iltifat! Önünde, arkasında dolaşır.

      Dadı Kalfa’nın en küçük işlerine varıncaya kadar yardım ederek küçük bir vesileyi Dadı Kalfa ile konuşmak için fırsat bilerek başladığı sözleri de baş derdi gibi uzatır götürür.

      Artık bu kadar girginlik gösteren Peri’ye, Dadı Kalfa da kötü muamele ile karşılık vermeye lüzum görmez ya! Zaten neden lüzum görsün? Biçare kızcağız bu akşam ölecek. Ömrünün son gününü de kavga ile dargınlık ile geçirmesine sebep olmanın da hiçbir manası yoktur.

      Ne garip hâl! Peri Hanım da Arap hakkında aynı şekilde bu düşüncedeydi. Kendi kendisine derdi ki: “Zavallı Arapçık! Bu akşam ölecek. Artık ömrünün son gününü kavga ile dargınlık ile geçirmesine sebep olmanın da manası yoktur.”

      Vay! Ölecek olan Arap mıdır? Yoksa Peri midir?

      Peri’ye sorar iseniz Arap ölecektir. Arap’a sorar iseniz ölecek olan Peri’dir. Ak mı? Kara mı? Akşam belli olacaktır.

      Bu belalı akşam da geldi çattı. Efendinin, Engürusizade Nafiz Efendi’nin konağında yemek yiyeceği haberi gelmekle oğlu Cemal Bey ve Dadı Kalfa üçü birlikte oturup yemek yediler. Artık Peri’de Dadı Kalfa’ya olan riayetleri görmeli. Yiyeceği eti koparıp Kalfa’nın önüne verir. Kalfa’nın önündeki kaşığı pek temiz bulamadığından bahisle alıp kendi önündeki kaşığı Kalfa’ya takdim eder. Gerçi kendi önündeki beyaz kaşığın üzerinde açık yeşile çalan bir şey görülür ise de maksat temizlik olmayıp sadece riayet olması münasebetiyle Arap da teşekkür etmekten geri durmaz. Yemekten sonra kahve içilmesi lazım gelir. Arap kahveyi getirip de arkasını döner dönmez, hanım, parmakları arasında bulundurduğu enfiye gibi bir şeyi kahvenin üstüne ekerek: “Aman Dadı Kalfa sen cömertliğinden bana kahvenin köpüklüsünü vermişsin, ama ben köpüklü kahve sevmem. Al bunu sen iç. Bana öteki fincanı ver.” diye kahveyi Arap’ın sakalına dayar. “Sakalı yok.” mu dediniz? Öyleyse çenesine dayar.

      O akşam Dadı Kalfa, tütünün de bir lezzetini bulamamaya başlar. Çubuğun birini doldurup birini boşaltır ise de tütünde mi fenalık vardır nedir hepsinin içimini pek acayip bulur. Fakat Dadı Kalfa’nın içinden çıkan neşe baharı kabarıp beynine ulaşınca, oturduğu yerde dersini ezberlemekte bulunan ve henüz hafız olmayan ezberciler gibi sallanmaya başlar.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную