üzerine peri kızı acayip bir hareket gösterdi. Böylece hazır olanlar da kendisini görmeleriyle cümleten hayrette kaldılar. Her biri kızın güzelliğine övgüler sunarak ve Daniş Çelebi’yi de methederek tebrik ettiler. Peri kızı ise bunların hepsine nazikâne iltifatlar ile “Beyler! Bu gece, Daniş Çelebi hazretlerinin sayesinde bir güzel eğlence ile vakit geçirmek isterseniz Çelebi hazretlerinden rica ediniz o da bana emir versin. Size derhâl perilerden bir kol çalgı getireyim. Bu gece yiyip içip eğlenelim. Bizzat kendim dans ederek sizi eğlendireyim.” dedi. Ne nimet!
Pericesine bir eğlenceyi kim cana minnet bilmez? Müsaade için hepsi Daniş Çelebi’nin ayaklarına kapandılar.
Aklı zaten zıvanasından çıkmış olan Daniş Çelebi değil ya! Böyle bir komedyayı benim diyen akıllılara bile oynamış olsalar çıldırmamak mümkün değildir. Zira oyundan herkes kendisine düşen vazifeyi o kadar maharetle icra ediyordu ki, Daniş Çelebi şöyle dursun, âdeta kendileri bile maceranın sıhhatine inandırmak derecesini buluyorlardı.
Dolayısıyla Daniş Çelebi de olayın hakikatinden asla şüphe etmeyerek vakar ve azametle peri kızının ahenkli icrasına müsaade gösterir göstermez ve kız da elini çırpar çırpmaz oda kapısı açılıp, birkaç tane cariye içki ehlini getirdi ve derhâl oda dışında kemanların, lavtaların, santurların tıngırtısı işitilmeye başladı. Öyle acele ile işe başladılar ki, perilerden başka kimseye mahsus değildir.
Bir yandan kadehler devreder, bir yandan mızraplar ahenkle çalınır. Orta yerde de peri kızı, gerçekten insan evladında emsali görülmemiş bir çeviklik ile öyle oynadı ki, hazır bulunanlar da şevk ve neşelerinden naralar atmak derecelerine getirildi. Hele şu mecliste Daniş Çelebi’nin mevkisi büsbütün düşünülmeye muhtaç kalır. Şarap ve içki ile alışkanlığı olmadığından birkaç kadeh parlatır parlatmaz neşesi de birdenbire parlamış ve bu ahenk, bu gösteri kendi fermanıyla periler tarafından meydana getirildiğini düşündükçe kendisini gerçekten zamanın Süleyman’ı zannetmişti.
Ya peri kızının işvebazlığı? Dans arasında süzdüğü gözleri, hep Daniş Çelebi’ye doğru süzerdi ve dudağı üzerinde kondurduğu latif bir tebessüm ukdesini de yalnız Daniş Çelebi’ye gösterirdi. Dolayısıyla gamzelerin delalet ettiği bin mana ve iddiayı da yalnız Çelebi hazretleri anlar. Çünkü perice olan bu davranışta ondan başka kimsenin ihtisası yoktur.
Kafalar ısındıkça kız, bir aralık gelip Daniş Çelebi’nin kucağına oturmasın mı? Daniş Çelebi taşkınlığın bu derecesinden sakınmak istediyse de kız, “Sen telaş etme onlar benim bu davranışımı görmezler. Ben kendimi yine onların gözlerinden gizledim.” demesiyle ve o aralık, “Hazır olanlar da canım peri kızı nereye gitti. Acayip şey! Yine görünmez oldu.” diye aranmaya başlamasıyla Daniş Çelebi’ye de bir kalbî rahatlık geldi.
Artık bundan sonra Çelebi’nin peri kızıyla olan aşkı görenleri gülmekten kıracak bir derecede idiyse de, herkes önceden tembihli bulunduğu için gülmek ve hatta aşkın icrasına fazlaca dikkat etmek derecesinde de Çelebi’ye şüphe verecek en küçük bir harekette de bulunmuyorlardı.
Her şeyden önce kızın verdiği cesaretten sıkılarak çekinmek isteyen Çelebi hazretlerinin sonradan gelen cesareti onu âdeta her şeyin dışına çıkarıp işin daha ilerisine varmak istemesine ne dersiniz? Sizin diyeceğinize hacet yok. Denilecek şeyi, yine peri kızı demişti. Yani zemin ve zaman bu dereceye kadar müsait olmadığını söyleyerek kaçınmıştı.
Sözün kısası saat beşe, altıya kadar bu fevkalade şekilde eğlenildiyse de, işte işin ondan sonrası yaman çıktı. Zira mecnun hanesine dönerken peri kızını mutlaka beraber alıp götürmek davasına başlamış ve bu davada delil olmak üzere bu kızın peri kızı olması ve kendisinin Süleyman mührüne sahip olması durumu iddiasına kuvvet vermişti. Gerek Engürusizade ve gerek dalkavuklar ve hatta uşaklar yalvarmaya kalkıştılar ise de fayda vermedi. “Canım Daniş Çelebi! Sen çocuk musun? Yoksa çıldırdın mı? Muradımız seninle bir şakaydı.” diye dursunlar, fakat Daniş Çelebi’yi inancından çevirmek mümkün mü?
İş mücadele ve yalvarmanın son derecesine vardı. Hatta kavga ve dövme demleri de yaklaştı. Kızı divanenin elinden kurtarmak mümkün olamadı. Rezalet ayyuka çıkmak derecesini bulunca Engürusizade yaptığı şakaya pişmanlıkla beraber: “Bırakınız alsın götürsün. Kendisi mecnun ise, annesi mecnun değildir ya? Başkasının malı olan cariyeyi elbette bu mecnunun şehvet şerrinden korur. Sabah ola hayrola. Yarın işe bir şekil veririz.” demesiyle uşaklar engel olmaktan geri çekildiler. Daniş Çelebi de peri kızını koluna takıp hanesine kadar getirdi.
İşte böyle mecnunca şakaların pişmanlık veren neticeleri görülmesi de nadir hadiselerden değildir.
YEDİNCİ BÖLÜM
Engürusizade, mecnuna müdahale etmenin mümkün olmadığını gördüğü zaman “Sabah ola hayrola.” demişti. Dönen dünya binlerce geceyi seher ettiği gibi o geceyi de sabaha vardırdı. Ancak bu sabah Engürusizade için hayırlı bir sabah olabildi mi? Heyhat! Deli pazarı? Meğer Daniş Çelebi hazretleri, o gece peri kızının yine pericesine olan nimetleriyle kendinden geçmiş, gitmiş.
Ertesi sabah Engürusizade ile Saliha Molla arasında bir kızılca kıyamettir koptu. Ama faydası ne! Atılan ok geri dönmez. Hem de ne ok! Kaza okundan beter! Engürusizade paraya bakar. Para ise Saliha Hanım’da nadir bulunur maddelerden değildi. O vaktin hesabıyla bin beş yüz tane Mahmudiye altınına Engürusizade nail oldu. Saliha Molla da “Ne yapalım? Ucunda ölüm olmasın da ne olursa olsun.” diye paraları verdi. Ama peri kızı için bu fiyatı çok görmeyiniz. Henüz on üç yaşını doldurmuş ve güzellik gibi hüner ve marifetini de son dereceye vardırmış gayet zeki, derecesiz cilveli olan kız için o zamanda da bu fiyat çok görülmemişti.
Saliha Molla, hanesinde bu kıza ne isim vermeyi düşündüğünü merak ediyor musunuz? Bunu merak etmek icap etmez. Kızın adı üstünde “Peri” vesselam.
Peri aşağı, Peri yukarı, bir iştir başladı ki tarif kabul etmez. Daniş Çelebi’nin gözü artık Peri’den ve perilerle, cinlerden başka bir şey görmez oldu.
Cilveli kız! Herife dünyayı gösteriyor mu ki çaresiz mecnunun gözü dünyayı görsün? Daniş Çelebi zaten tanımadığı bir adam olmadığı gibi beş on gün zarfında tüm hâllerini araştırıp öğrendiğinden, her hâlükârda herifi aldatmak ve kendisinin peri kızı olduğuna inandırmak için bir hile bulurdu. Ve her hilesinin icrasında başarılı da olurdu.
Nasılsa simya ilminin esrar yüzünden görülen etkisini de kız öğrenerek, aralıkta bir icap ettikçe ya bir simyevi hap ya da efsunlu bir çubuk, nargile veya içine dua okunmuş bir şerbet vermesiyle çaresiz çılgını bu aşağı âlemin dışındaki ulvi âleme gönderir, gezdirir ve nice garip şeyleri ona seyrettirirdi. Hatta mecnunun hayalinde yerleşip temelleşmiş olduğundan bazı ulvi âlem seyahatlerinde zevcesi Peri’yi de orada görerek gelip durumu kıza haber verdiğinde o cilveli aşüfte: “Evet! Seni gönderip de yalnız kaldıktan sonra canım sıkıldığından ben de kanatlanıp arkan sıra uçmuş gelmiştim.” der ve mecnunu buna da inandırırdı.
Aradan bir sene geçince Peri’den nur topu gibi bir erkek evlat dünyaya geldi. Bunun güzelliği, mutlaka peri kızı olduğunu Daniş Çelebi’ye ispat etmişti. Bu kadar güzel bir çocuğa yine Cemal isminden başka isim vermek yakışır mı?
Karı koca ve Saliha Molla, Cemal Bey’i taltif ve ikramlarla büyütmeye başladılar. Fakat Saliha Molla bu torununu çok zaman seyretmeyle pek lezzet alma fırsatı bulamadı. Çocuk bir buçuk yaşına ayak bastığında o da öbür âleme ayak attı, gitti.
Hane içinde bir mecnun ve bir de mecnunun