çengiler vesaire kaltaklar Kaf Dağı’nın arkasından ya da Dış Deniz’in öte tarafından gelmiyorlar. Nereden geldiklerini ben de biliyorum. İsterseniz bunları size ben de getiririm!”
Daniş: “Hayır hayır! Ben başımdan korkarım Dadıcığım. Sen de kendi başından kork. Validem bile bu kızın peri olduğunu anlamış, bilmişti. Hatta bana bile söyledi.”
Arap, öfkesini yenemeyerek ve ağzından çıkanı kulağı işitmeyerek: “Validen seni aldatıyordu! Senin gibi bir divaneyi başka türlü idare edemeyeceğini bildiği için böyle söylüyordu. Senin bu çılgınlığına sebep de o validen olan sihirbaz değil midir? Onun da yaptıklarını ben bilirim? Şeyh der getirir; hoca der getirir âlemde ne kadar efsuncu var ise getirir, beraber bir odaya kapanarak sihir çömlekleri kaynatırdı!”
Daniş: “Dadı sen aklını mı bozdun Allah’ını seversen! Bana divane demeye ne hakkın var! Ben adamı!” diye mecnunun gözleri dönmüş dili dolaşmış ve hemen Arap’ın kafasına bir şey vurmaya ramak kalmış iken Arap kaçıp kendisini kurtardığı gibi nasılsa Çelebi de bu Arap’ın valide makamında bir emektar olduğunu düşünerek yavaş yavaş öfkesini yenmişti.
Gerçi gerek Dadı ve gerek Daniş Çelebi bu kavgayı Peri’den gizli tuttukları gibi Peri bundan hiçbir haber alamamış idiyse de Arap’ın kızgınlığının şiddeti o aralık son dereceye varmış olduğundan Peri kadın bunlardan şüphelenmiş ve korkusundan aralarında geçen en ufak hareketlere bile dikkat etmişti.
O günkü kavga üzerine Dadı Kalfa birkaç ay kadar Daniş Çelebi’ye Peri Hanım hakkında hiçbir söz söylemeyip sabretmiş idiyse de, bu sükût, davadan vazgeçtiği anlamına gelmiyordu. Zira bu sükût gerçek bir sükût değildi. Belki deliyi ikna edebilmenin bir kolayını arayıp bulmak içindi.
Nihayet Arap, aradığını buldu. Şöyle ki:
O büyük mecnunun o büyük cinnetiyle beraber fevkalade bir cimriliği de vardı. Cebinden bir parasını almak, canından bir parça almakla aynıydı. Arap, Daniş Çelebi’yi Peri Hanım’ın zevki israfıyla ikna edebileceğini zihninde kararlaştırıp bir gün Çelebi’yi sıkıştırdı ve şu sözlerle biçareyi doldurmaya başladı:
Arap: “Nasıl beyim şu aralık evimizin masrafına dikkat ediyor musunuz?”
Daniş: “Hay! Hay! Her zamankinden fazla bir şey yok. Gün aşırı ikişer okka et. Günde bir buçuk okka ekmek hafta…”
Arap: “Hayır hayır! O masrafları sormuyorum. Bir evi yıkan masraf bu değildir. Çekmecenizin, sandığınızın, hazinenizin hâlini soruyorum.”
Daniş: “O! Bunu merak etme. Rahmetli validemin bıraktığı gibidir. Asla el sürmedim.”
Arap: “İnanırım. Gerçi siz asla el sürmediniz. Fakat sizden başka sürenler vardır. Hele bir kere çekmecenizden başlayarak bir yoklayınız da görürsünüz.”
Daniş: “Neyi göreceğim? Sanki evin içinde hırsız mı var diyeceksin?”
Arap: “Orasını bilmem. Fakat siz de Kaf Dağı’nın arkasından veyahut Dış Deniz’in öte yanından gelen peri çalgıcılarını bedava mı geliyorlar sanırsınız? Validenizin göz ile bakmaya kıyamadığı zümrütlerden, yakutlardan birtakımı başkasının kulaklarına küpe oldu. Çapkınların parmağına yüzük yapıldı.”
Daniş: “Deme Allah’ını seversen Dadı! Sanki bunlar, perinin şerrine mi uğradı diyeceksin?”
Arap: “Git efendim git! Bir yoklayıver. Sonra sen erkek değil misin? Kendi işini kendin gör. Malına sahip ol. Sadık Dadı’n sana bu kadar bir haber verebilir.”
Arap’ın şu sözleri, geçenki ifadeleri gibi Daniş Çelebi’yi hiddetlendirmekten başka, hatta etkisiz de kalmamıştı. Mecnun, bir kere başını önüne eğdi. Zümrütlerin, yakutların başkalarının kulağına küpe ve çapkın parmağına yüzük yapılması havadisi yüreğini sızlatmıştı. Kendi kendisine “Aman ya Rab! Acaba Dadı’m iddiasında doğru çıkacak mı? Ya o hâlde ben ne yaparım? Koca bir peri kızını nasıl sorgularım? Evet, çekmeceyi açabilir ya! Demir sandıklarımı da açabilir. O peridir. Ruhtur. Latif bir cisimdir. Onun için kapı, baca, kilit, kürek olamaz. Camın içinden yol bulup geçer. Hem alsa bile kötü bir niyetle almaz ki, peri bu! Onda elmas mı yok, yakut mu yok, zümrüt mü yok? Dünyanın hazineleri, cihanın defineleri ona açıktır. Bizzat benim elmaslarımı! Benim mücevheratımı! Anamdan kalma hazinelerimi! Yok! Buna da tahammül edemem. Bakalım bu işin sonu fenaya varacak amma…” dedi. Ve bu sözleri bir yandan telaffuz ederek ve bir taraftan da cebini karıştırıp anahtarlarını arayarak çekmecesinin bulunduğu odaya doğru gitti.
Eğer bu hâlde onların konuştuğu yeri gören bir pencerenin altında bulunup da kulak verecek ve pencere tarafına dikkatli bir bakış atacak olsaydınız, peri gibi bir güzelin âdeta bir ifrit gibi ağzından: “Vay kâfir Arap vay! Ben, ben isem bunu senin yanına bırakmam!” kelimeleri çıktığını görür ve işitirdiniz.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Daniş Çelebi, Dadı’sından aldığı bilgi üzerine doğruca çekmecesinin bulunduğu odaya girip açmış ve kontrol etmişti. Gerçi burada bulunan mücevheratın varlığından zaten bilgisi olmadığından miktarını tahmin ile bir şey anlayamayacağı aşikâr idiyse de validesinin her çıkına koymuş olduğu gayet muntazam ve sağlam kırkar düğümden bazıları çözülmüş ve bazı çıkınlar çözülmeye zaman kalmadığı için kesilmiş olduğunu görünce, çile arasında kalmış olan aklının kalanını da çileden çıkarmış, gitmiştir.
Görüyorsunuz ki Dadı Kalfa’nın verdiği haber doğru çıktı. Zaten işin inanılmayacak neresi var? Peri Hanım hazretlerinin zevk yaşantısına başka türlü mukabele edilebilir mi?
Deli, büsbütün çıldırdı ama çılgınlığını Peri Hanım’dan gizlemeye tam bir mecburiyeti vardı. Zira aşüfte kız birkaç kızgınlık arasında “Seni pençemle kavradığım gibi Kaf Dağı’nın arkasına atarım. Dış Deniz’in öte tarafına fırlatırım. Zaten ulvi âleme seyahat etmiyor musun? O gezdiğin yerler sanki Kaf Dağı’nın arkasından daha yakın mıdırlar? Hem ben, seni zevk ve sefa âlemlerine gönderip yine geriye getiriyorum. Arzu etmiş olsam ceza olarak daha kötü âlemlere gönderip bir daha geriye de getirtmeyerek ebedî azap içinde bırakabilirim. Aklını başına al da, ona göre davran!” demiş ve bu sözler mecnunu tir tir titretmişti. O akşam, Peri Hanım, Daniş Çelebi’yi kandırmak için birçok şakalarda bulundu. Sevinç ve neşeler gösterdi ve buna karşılık Daniş Çelebi de zoraki de olsa neşeli görünmeye nefsini zorladıysa da iki tarafın da yapmacık hareketlerde bulunduğu ortadaydı.
Yataklarına yattılar. Aradan birkaç saat zaman geçmiş olduğu hâlde, Daniş Çelebi’nin henüz gözüne uyku girmediğini Peri Hanım fark edince bundan sonraki hareketlerini gözetliyordu. Bir ve belki iki saat daha zaman geçtikten sonra Daniş Çelebi yavaşça yatağından çıkıp oda kapısını açtı. Dadı Kalfa’nın odasına doğru yürümeye başladı. Anlarsınız ki Peri Hanım da adımlarını çiğneyerek arkasına düşmüştür.
Daniş Çelebi, Dadı’sının yatağına kadar yaklaşıp Arap’ı uyandırmaya çalıştığı sırada Peri Hanım da kapının içli dışlı iki perdesi arasına girmiş, gözlerini ve kulaklarını pür dikkat bunlara dikmişti.
Arap kalktı. Efendi ile Dadı arasında şu sözler geçti:
Arap: “Ne istersiniz beyim?”
Daniş: “Kalk Dadıcığım kalk! Hâlâ gözlerime uyku girmedi. Kederimden, merakımdan çatlayacağım.”
Arap: “Ha şu iş için mi?”
Daniş: