ki:
Daniş Çelebi cenapları, ilk gece Engürusizade Nafiz Efendi’nin konağında peri kızının pericesine icra ettiği eğlenceden fazlasıyla memnun olduğunu hatırlatmakla, bir gece böyle bir âlem daha icrasını rica etmişti. Peri ellerini çırptı çırpındı. Birtakım hayali ve gaybi adamlara laf söylüyor ve cevaplarını alıyor gibi yaptı. Bir aralık kızgınlık belirtileri de gösterdi. Nihayet mecnuna “Hınzır kaltaklar benden izin almaksızın Kaf Dağı’nın arkasında ve Gümüş Denizi’nin öte tarafında bir Çemenistan’a gidip kendi kendilerine zevk ediyorlarmış. Gerçi emrettiğim anda gelirler ise de bugün, gündüzden beri eğlenceyle meşgul olduklarından buraya şimdi kendilerinden geçmişçesine geleceklerdir. Böyle bir alay sarhoştan zevk alınır mı? Artık çaresiz yarın akşama kalacak.” diye izah ile istediği zevk âlemini ertesi akşama kadar ertelemeye muvaffak olabildi. Ya ertesi akşam?
Oo! Ona şüphe mi ister! Kadın, daha gündüzden gönderdiği haber üzerine kendisine dans sanatını öğretmiş olan çengiler ile kadın çalgıcıları, birçok hamam ustaları ve zarif insanları davet etmiş, Çelebi ile bir güzelce eğlenmek için icap eden hareketlere dair gerekli talimatı hepsine vermişti.
Bu rezalet takımı yerli yerinde saklı olduğu hâlde akşam Daniş Çelebi geldiğinde, Peri de dün geceki arzusunu unutup unutmadığını öğrenmek için Çelebi’yi gayet şen ve neşeli bir tavır ile karşıladı. O kadar işvebazlıklar gösterdi ki, karşısında göbek atmak nevinden danslar icra ederek keyfiyeti herifin hatırına getirdi. Nihayet arzuladığı gibi deliden “Ha! Hani ya sen dün gece bir zevk âlemi düzenlenmesini istemiştin. Acaba bu akşam mümkün olacak mı?” diye sordu. Fakat buna uygun cevap almak için kızın acele ettiğini sanmamalısınız. Aşüfte idi. Cilveli idi. Kurnaz idi. Dolayısıyla düzenlediği hileyi layıkıyla icra için büsbütün bilmezliğe vurarak dedi ki:
Peri: “Nasıl zevk âlemi?”
Daniş: “Canım, hani ya peri kızlarını çağıracaktın.”
Peri: “Vallahi periler hatırımdan çıkmıştı. Dün gece de kendilerine haber vermedim.”
Daniş: “ ‘Ümitsiz olarak’ canım, niçin böyle edersin? Senden kırk yılda bir iyilik istedim…”
Peri: “Dur bakalım. Yine Kaf Dağı’nın arkasına ya da Dış Deniz’in öte tarafına gitmemişler ve sarhoş olup edep dairesinin dışına çıkmamışlar ise!”
Daniş: “Etme Allah’ını seversen Periciğim. Sarhoş olsunlar, ne olurlarsa olsunlar. Sarhoşluğun ne zararı var? Daha güzel! Daha neşeli olurlar.”
Peri: “Dur öyleyse bir kere bakayım.” diye yine her zamanki gibi el çırptı. Çırpındı. Görünmeyen kişilerle konuştu. Nihayet “gelsinler” emrini verince sanki periler Kaf Dağı’nın arkasında ya da Dış Deniz’in öte tarafında değilmiş içerideki odadaymışlar gibi bir anda geldiler. Hem de ne geliş! Ama ne rezalet! “Ya hey!” naraları oda kapısından Daniş Çelebi’nin kulağında güm güm gümledi ve kulağının zarını çın çın çınlattı. Rakılar! Amberler! Mezeler! Çalan çağıran bir tarafta, kadehleri tokuşturanlar bir tarafta! Dans eden, hora tepen, zıp zıp sıçrayan bir tarafta! Daniş Çelebi hayran! Rezaletin ayyuka varışı üzerine ne yapacağını da şaşırmış, alıklaşmış, yılışmış, kalmıştı.
Aşüftelerden her biri eline birer kadeh alarak ve meze olarak da busesini takdim ederek “Benim aşkıma! Peri Hanım’ın aşkına!” diye teklif ettikleri içkileri, şarapları reddetmek Daniş Çelebi’ce mümkün olamadığı gibi hepsini hoşnut etmek ve devamında kendi neşesini de arttırmak için birbiri arkası sıra cümlesini yuvarlamakla ve bir aralık neşesi barut gibi birdenbire parlamış idiyse de devamı da ancak barut parıltısının devamı kadar olmuştu ve sonradan da birdenbire sönmüş ve çaresiz mecnun oturduğu yerde zıbarmış, gitmiştir.
Kadınlar asıl zevk ve sefayı Daniş Çelebi’nin zıbarmasından sonra kızıştırdılar. Öyle bir dereceye getirdiler ki, burada ayrıntısıyla açıklamaya imkân yoktur. Âlemde o kadar bahtlı olup da böyle bir âlemi gizli bir manzaradan seyretmiş olanlardan başka bunun derecesi kimseye malum değildir ve olamaz.
Daniş Çelebi, ertesi günü öğleden sonra uykudan uyandığında akşamki hâli, ancak bir rüya gürmüşçesine hatırlayabilmişti. Zevk âlemine dair Peri ile birkaç söz ettiler. Garip değil midir ki Peri hazretleri, bu akşamki ahenkten memnuniyet göstermedi. “Ben onların hâlini bilirim. Onlar eğlence âlemine girdiler mi işte böyle insanoğlunun tahammül edemeyeceği dereceye varırlar da seni hasta ederler. Çünkü periler zaten bir ruhtur. Rakı da ruhtan ibaret olmakla ruhun ruha tesiri olamaz. Neyse sen kendin istedin. Kendi düşen ağlamaz. Şimdi de baş ağrısına ve vücut yorgunluğuna tahammül etmelisin!” dedi. Daniş Çelebi için zaten tahammülden başka ne vardır ki?
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Saliha Molla’nın vefatından sonra iki sene kadar müddet Peri Hanımefendi hazretleri bu “vur patlasın çal oynasın” âleminde engelsiz birçok eğlence düzenlendiyse de ondan sonra Dadı Kalfa tarafından yapılmak istenilen itirazlar biraz ağzının tadını kaçırmaya başlamıştı. Zira Dadı Kalfa, Daniş Çelebi’yi kucağında büyütmüş bir emektardı. Sefahat âlemlerinin düzenlenmesinde, Peri Hanım’ın sırlarına hilelerine tam vâkıf olamadığından ve vâkıf olduktan sonra da bir müddet işi doğal hâline terk etmek mecburiyetinde kaldığından ses çıkarmamış idiyse de sonraları iş pek fazla haddini aştığı ve hatta Peri Hanım cenapları evi yalnız çengiler, çalgıcılar, hamam ustaları vesaire ile doldurmakla da kalmayıp kadın kıyafetinde genç erkekler ve hatta aralıkta bir kere tulumbacı bozması adamlar da gelmeye başlamasından dolayı, Dadı’nın da sabrı tükenmişti.
Gerçi bir altı ay kadar daha hırladı gürledi. Bunlar, yalnız Dadı Kalfa ile Peri arasında cereyan etmiş ve Daniş Çelebi’ye asla renk verilmemişti. Peri Hanım’ın “Bre Arap! Ben peri padişahının kızıyım! Bende senin gibi milyonlarca Arap vardır. Hem ben istersem seni bir anda yok edebilirim. Sen benim zevkime ne karışabilirsin?” diye vermek istediği gözdağlarına Arap, bir alaycı kahkahasıyla gülerek, “Sen o ağızları, Daniş Çelebi gibi mecnunlara sat aşüfte! Beni de onun gibi mecnun yerine koyma! Ben senin ne mal olduğunu çoktan biliyorum. Beni yok etmek değil; kılıma bile dokunamazsın!” Yollu cesurca tartışabilir idiyse de; kızın peri olmadığını ve âdeta insan evladı ve hem de insan evladının en şirretlerinden olduğunu Daniş Çelebi’ye anlatamayacağını nazarıdikkate aldıkça, çaresiz Arap kederinden kahrolmak derecelerini bulurdu.
Nihayet bir gün, Peri’nin sokağa gitmiş olmasını fırsat bilerek Da-niş Çelebi’ye birkaç söz söyleyebilmeye cesaret buldu. Şöyle ki:
Arap: “Beyim, size bir şey söyleyeceğim. Ama korkarım ki size doğru bir şekilde vereceğim haber, benim hakkımda güvensizliğinize ve gazabınıza sebep olacaktır.”
Daniş: “Nedir Dadı? Ne ise söyle bakalım, hiç ben sana güvensizlik gösterebilir miyim?”
Arap: “Öyleyse söyleyeyim! Şu Peri Hanım’ı nasıl tanırsınız?”
Daniş: “Amma soru ha! Nasıl tanıyacağım? Peri tanırım!”
Arap: “Yani insan evladı değil; öyle değil mi?”
Daniş: “Evet! İnsan evladı böyle mi olur? Yaptığı işleri bilmiyor musun?”
Arap: “Ya ben bunu insan evladıdır, diye iddia edersem ne dersiniz?”
Daniş: “İnsan evladı diye iddia edersen mi?”
Arap: “Evet!”
Daniş: “Ne mi derim? Ne diyeceğim? Âdeta çıldırmışsın derim! Bunun insana