kadar boş vagondan ibaret bulunan trende bizim dörtlerden başka yolcu yoktu. Bir sevince de bu hâl zemin oldu. Pasteur dedi ki:
“Tren spesiyal! Yani özel tren ile gidiyoruz. Böyle bir şeref ancak prenslere mahsustur.”
Hele Bale şehrinde boş vagonlara ihtiyaç çok olduğu için bu tren hakikaten sürat postası kadar hızlı gitmesiyle birkaç saat sonra Bale şehrine varmış oldular.
Dört arkadaşın Zürih seyahatlerinin ilk kısmı burada nihayet bulmuştu. Bale’dan da Zürih’e gitmek için hemen tren mevkisinde duvarlara yapışmış olan matbu tarifeleri okumaya başladılar. Malum ya? Görev Pasteur’da olduğundan gözleri tarifeye dikilmiş olduğu hâlde ağzından şu kelimeler çıkıyordu:
“Ard ve Baden yoluyla Bale’dan Zürih’e seyahat, yüz iki kilometre, dört saat bir çeyrek müddette sürat postasıyla, on bir saat kırk dokuz dakika zarfında adi postayla. Birinci sınıf on frank yirmi santim, ikinci sınıf yedi frank beş santim, üçüncü sınıf dört frank seksen santim.”
Dört arkadaş bu yolu da yük vagonlarıyla katetmek kısmını düşündülerse de Narto:
“Hayır! Ya dörder frank seksener santimi verip üçüncü sınıfa binmeli veyahut şu yüz iki kilometre mesafeyi yaya olarak yürümeli.” demiş olduğundan yük treni hesabı kesin ortadan kaldırıldı. Tren ile veyahut yürüyerek gitmek kısımlarından hangisi tercih olunacağı müzakereye girişildiğinde yine Narto fikrini beyan ederek:
“Mesafenin yüz iki kilometre olması trenin evvela Ard kasabasına gittikten sonra Baden’e dönmesi hesabıyladır. Hâlbuki Bale’dan doğrudan doğruya Baden’e giden karayolu, on üç kilometreden ibarettir ki, iki günde kat olunabilir. Oradan Zürih ise ancak bir günlük yoldur.” demesiyle Podar bu seyahat esnasında resmi alınacak birçok şeyler görüleceğini söyleyerek Narto’nun fikrini benimsediği gibi Mustafa Kamerüddin de bu görüşe dönünce Pasteur için muhalefete lüzum kalmayarak dört arkadaş yolun kalanını yaya kat etmekte ittifak ettiler.
Gerçekten delikanlıların bu kararları her yönüyle uygundu. Zira İsviçre denilen yer, latif dağları, ormanları, vadileri, ovaları, dereleri ve gölleriyle Allah’ın bir memlekete bahşedebileceği güzelliklerin tümünü içinde barındıran latif bir memleket olduğu gibi; orada yaşayan insanlar da oranın imarı için yüzlerce seneden beri çalışıp, orasını Avrupa’nın en mükemmel, en güzel bir memleketi hâline koymuşlardır. İnsanın maksadı gezmek, tabii ve suni görülmeye şayan şeyleri görmek olduğuna göre Bale’dan Zürih’e kadar gidilecek olan mesafeyi tren ile kat etmeye asla lüzum görülmez.
Ne gerek var! Her sene yüzlerce İngilizler Mont Blanch Dağı’nın tepesine kadar çıkmak zahmetini çekmezler mi? Gayet nazik, nazlı kadınlar da bu yolda erkeklerine uymazlar mı? Mon Blanch Dağı’nın letafeti bu zahmete değdiği hâlde; Kuzey İsviçre’nin güzellikleri hangi zahmete değmez?
İşte bu mukayese bizim dört arkadaşın dördü tarafından da benimsendi. Dördü tarafından da tasdik olundu.
Bunların yol çantaları zaten asker çantaları gibi, yani arkaya takılacak surette olduğundan çantalarını sırtlayıp yağmurluklarını da çantaları üzerine tokaladılar. Ellerine birer uzun baston alarak yola düzüldüler.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.