sözü söyleyenin Feride Hanım olduğu aşikârdır. Gerçi Feride Hanım bu sözü oğluna cevap olmak üzere söylemiş idiyse de Mustafa Kamerüddin “Babam şimdiye kadar bu sırra bizi niçin vâkıf etmemiş?” sualini validesine hitaben söylememiş olduğundan kendi nazarında validesinin cevabı tamamıyla hükümsüz kaldı.
Mustafa Kamerüddin’in şimdiye kadar ettiği hesaplar üzerine düçar olduğu hayret hemen kâfi iken bir de validesi evrak paketini açarak gözü önüne birtakım resimler, kâğıtlar serince delikanlının dalgınlığı, hayreti son mertebeye vardı. Türlü türlü resimler ile süslenmiş olan matbu kâğıtlar şu nişanların ve madalyaların beratlarıydı. Şöyle hızlıca bir göz gezdirdiğinde bunların hepsi Pierre Heyder namında bir zabite verilmiş olduğunu görünce “Heyder mi? Heyder mi?” diye gayet telaşlı bir suretle mırıldanmaya başladı. Güya matbu beratlar üzerinde okuduğu isimleri dosdoğru okumuş bulunmasına kendisinin de şüphesi varmış gibi bunları tekrar tekrar gözden geçirip hatta yanmakta bulunan kandile sokularak o şekilde de muayene ettikten sonra:
“Evet! Evet! Şüphe yok! Heyder! Ta kendisi!” diye hemen validesinin yanına gelip diğer evrakı da karıştırmaya başladı. Validesi:
“O Heyder kim oluyormuş? Babanın asıl ismi Heyder mi imiş?” yollu bin sual ile oğlunu sorgulamak istiyor ise de Mustafa Kamerüddin’de bu suallere cevap iktidarı şöyle dursun, sualleri anlamaya bile gücü kalmamış. Delikanlı olanca kudret ve kuvvetini zihninde tayin ettiği bir noktaya dikkatle diğer kâğıtları o kadar hırs ile karıştırıyordu ki her birini gözleriyle yiyecek zannolunurdu.
El yazısı ile yazılmış birkaç mektubu gözden geçirdi. Bu mektuplar kendisine gayet müthiş birtakım şeylerden haber veriyorlarmış da Mustafa Kamerüddin kendine hücum eden bunca dehşetlere karşı ne yapacağını şaşırmış kalmış olduğuna delalet edecek bin hadise, bin emare bir anda yüzünde peyda oluyordu. Hele:
“Beni buraya Allah getirmiş! Cenabıhak nice gizli hakikatleri ortaya çıkarmak için böyle yapmış!” yollu sözleri mırıldandıkça, validesi meraktan çıldırıyor idiyse de oğlunun aklını başına iadeye imkân yok ki sorduğu suallere cevap alabilsin de merakını halledebilsin!
Mustafa Kamerüddin’in mevcut kâğıtları karıştırması yarım saatten ziyade sürdü. Bu esnada eline geçen resimlere de büyük bir dikkatle bakarak onları da başkaca bir tarafa istif ediyordu. Derken resimler arasından bir kadın resmi çıktı ki bunu görür görmez delikanlının gözlerinden âdeta alevler fırladı.
Bu resim tirşe üzerine sulu boya ile yapılmış bir şeydi. Mustafa Kamerüddin’in mutlaka bunu bir kimseye benzettiği hâl ve şanından anlaşılıyordu. Ancak resim bir genç kadın resmi ise de yirmi beş yıldır şu paketin içinde mahsur kalmasına nazaran bu taze kadının şimdi artık bir gül gibi ihtiyar olmuş bulunması lazım gelmez mi? Fakat bu resmi Demir Bey’in oraya sonradan koymuş bulunması da hatıra geleceğinden işte bu şüphe delikanlıyı bir kat daha perişan etti.
Mustafa Kamerüddin bu resmi alarak tekrar kandile sokuldu.
Orada resmi dikkatlice seyretti. Hâline tavrına nazaran bu defa resmi tanımış olduğu anlaşılıyor idiyse de bu resim tanıdığı bir zata pek benzediğine şüphe olunamıyordu.
Böyle saatlerce müddet babasının gizlemiş olduğu eşyasını karıştırdığı hâlde anlayabildiği şeylerden validesine asla malumat vermemesi Feride Hanım’ı meraktan patlatmak derecesine getirmekle kadıncağız âdeta oğlunun iki elini tutarak dedi ki:
“Mustafa! Mustafa! Anladığın şeylerden beni de haberdar etmeyecek misin?”
“Daha bir şey anlayamadım valideciğim!”
“Hayır! Hayır! Sen pek çok şeyler anladın. Bir anda bin hâle giriyorsun! Babanın aslı Fransız olduğu sabit oldu mu, bana onu söyle!”
“Anneciğim! Babamın aslı Fransız olup olmadığını bilmem. Fakat şu evrak benim aramakta bulunduğum bir zatın evrakı olduğuna asla şüphem kalmadı.”
“Ya o zat da baban ise?”
“Zaten bu evrakın içinde büyük bir roman mevcuttur. Eğer bu evrakın sahibi babam çıkacak olursa o romanın ehemmiyeti bir kat daha artar. Sabret valideciğim! Tetkiklerimi icra edeyim de neticesinden elbette seni de haberdar ederim.”
Gerçi bu söz Feride Hanım’ı tamamıyla ikna edemediyse de oğlunda gördüğü fevkalade hayret hâline nazaran delikanlıyı daha ziyade zorlayamayacağını anladığından ve gece de pek gecikmiş olduğundan gece uykusundan tümüyle mahrum kalmamak için yatak odasına çekilmeye lüzum gördü.
Fakat Mustafa Kamerüddin’i oradan ayırmak mümkün mü? Özellikle kendisi odadan çıktığı hâlde delikanlıyı bunca gizli eşya ile orada bırakmaya imkân var mı?
Ana ile oğul arasında bir mübahase de bunun üzerine açıldı. Feride Hanım eşyayı yerli yerine koyarak oğlu ile beraber oradan çekilmek ve Mustafa Kamerüddin ise sabaha kadar bu evrakın tetkiki ile meşgul olmak görüşündeydi. Birçok münazaradan sonra delikanlı sabahtan evvel bu eşyayı tümüyle yerine koyup işin aslını bile belli etmeyeceğini validesine temin etmekle Feride Hanım odasına çekildi ve Mustafa Kamerüddin incelemesine devam etti.
İşini bitirdikten sonra eşyayı ilk bulunduğu hâl üzere yerleştirdi mi? Her şeyi yerli yerine koydu mu?
Evet! Yalnız malum kadın resmini bir gazete kâğıdına sarıp kendi odasına götürdü.
İkinci Kitap
Çiçekçi Polini
1
Henüz pek yakın bir yerde geçmiş olduğu için, okuyucularımızın hatırlarından çıkmamış olması beklenir ki, Mustafa Kamerüddin pederinin iş odasında validesiyle beraber bazı eski ve gizli evrakları karıştırdığı ve Feride Hanım bu evrak ile Demir Bey’in mensup olduğu milletin belli olup olmayacağına dair tekrar eden sualleriyle delikanlıyı sıkıştırmaya çalıştığında, Mustafa Kamerüddin “Heyder” ismini birkaç defa tekrar ederek, eğer mevcut evraktan ismi Heyder olduğu anlaşılan zat hakikaten kendi babası Demir Bey çıkacak olur ise bu işin içinde büyük bir romanın saklı olduğunu söylemişti.
Babası Demir Bey’in bu evraktan anlaşılan Pierre Heyder olduğu delikanlı nazarında ispatlanmış olsaydı işler biraz değişecekti. İhtimal ki nekahet hâlinin henüz tehlikesi bertaraf olmamış bir hastalık derecesinde bulunan babası üzerine bin türlü mühim sualler ile hücum ederek, kendisince ehemmiyeti son mertebede bulunan birtakım sırrın inkişafı için hasta ihtiyarın ayaklarını öpmek mertebesinde hürmet ile hastalığın bitmesine kadar sebebiyet gösterebilirdi. Fakat işin ehemmiyeti henüz bizce belli olmadığı hâlde, Mustafa Kamerüddin nezdinde pek belli bulunduğundan, bu meselede asla acele etmeyerek büyük bir metanetle davranmak lüzumu gerekli görüldü.
Öyle ya! Pederinin herkesten gizli tuttuğu evrak kendi evrakı olması ne kadar muhakkak ise kendisinden başka birinin evrakı olması ihtimali de o kadar muhakkak değil midir?
Fakat zikredilen evrak, babasının olmayıp da başka birisinin olsa bile hiç olmazsa şu Pierre Heyder, pederi huzurunda anlatılıp açıklığa kavuşması gerekir. Bu itiraf da öyle alelade bir itiraf sayılmaması gerekiyor. Pierre Heyder ile babası arasındaki münasebet o kadar kuvvetli olması icap ediyor ki, Pierre Heyder birçok sırrını Demir Bey’e emanet edercesine malum evrakı kendi eline teslim ediyor.
Kısacası şu Pierre Heyder’in tüm sırları Mustafa Kamerüddin’in bilgisi dâhilinde olduğundan, gayet latif bir romanın en mühim şahıslarından sayılacaktır. Biçare delikanlı bu adamı zaten aramakta bulunduğundan izini pederinin evrakı içinde keşfetmiş olmasından dolayı fevkalade