Ахмет Мидхат

Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar


Скачать книгу

ve yarı içerisinde ikisi beyaz, birisi siyah iki cariye görülüyordu. Bunların üçü de Mustafa Kamerüddin’in Avrupa’ya gidişinden sonra satın alınmış olduklarından konağın ikinci beyefendisi olmak üzere Frengistan’dan dönmüş olan genç ve güzel beyi büyük bir hayretle temaşa ediyorlardı.

      Ya valide?

      Hah! İşte asıl dikkat edilmesi gereken valide değil midir? Hastanın görmüş olduğu hayaller üzerine biçareden buz gibi soğumuş olan Feride Hanım karşısında kocasıyla oğlunun birbirinin nasıl canı ciğeri olduklarını gösterecek hâl ile kavuştuklarını görünce kendisinin derin hislerinin bunların ikisinden de bambaşka olduğunu büyük bir dehşetle müşahede ediyordu.

      Eğer valide, irfanı nefis nimetine nail olmuş bulunsaydı ve şu anda kendi durumunu hikmetli bir fikir ile tayin etmiş olsaydı, görmeli ve hükmetmeliydi ki, hastada müşahede olunan acayip ve garip hâller, Demir Bey’i bu ailede yabancılıkla itham ettirmeyecektir. Belki kendisini yabancı hâlinde bırakacaktır. Zira familya halkı, karı koca ve oğuldan ibaret bulundukları ve işte baba oğul tek vücut oldukları hâlde, bunlardan asıl ayrı kalan ise valide olmuştur.

      Feride Hanım haddizatında zeki bir kadın olmakla beraber şu hakikati göremedi. İhtimal ki zeki bir kadın olduğu için… Zekâsı ona başka bir şey gösterdi. O gördüğü şeyi de hakikat sandı. Zira kocasıyla oğlunun şu samimiyetini görmesi üzerine kendi kendisine dedi ki:

      “Ah! Gözümün nuru Mustafacığım! Sen babanın ne olduğunu bilsen hiç de o uğursuz eli bu kadar muhabbetle öpmezdin! O el öyle bir harekette bulundu ki hiçbir Müslüman’ın eli o hareketi taklit bile edemez.”

      7

      Baba ile oğul doyuncaya kadar öpüştükten, koklaştıktan sonra Demir Bey sağ elini oturduğu mendirek üzerine defalarca vurup bu işaretle şöylece yanı başına oturmasını emretti. Mustafa Kamerüddin Bey babasının yanına oturdu. Evvela Demir Bey söze başlayarak şu şekilde bir muhavere cereyan etti:

      “Oğlum, âdeta kefeni paralayıp kurtuldum. Daha doğrusunu istersen defnedildiğim mezarın tahtalarını alnım ve göğsüm ile kaldırarak o şekilde çıkıp dünyaya tekrar geldim.”

      “Allah’a çok şükür babacığım! Yeni hayatınızı tebrik ederim.”

      “Fakat bu tebriki asıl validenin muvaffakiyeti için etmelisin! Zira validen olmasaydı helakim muhakkaktı.”

      Demir Bey bu sırada karısının da yüzüne bakarak:

      “Ferideciğim! Hayatımın kalanını sana borçluyum. Bundan sonra kaç nefes alacak isem Allah’ın lütfuyla beraber, bu nefesleri yine senin şefkat ve merhametinin sonucu olmak üzere almış olacağım!” dediğinden bu söz Feride’nin dört beş dakikadan beri devam eden dalgınlığını izale ederek aklını başına iade etti. Dolayısıyla dedi ki:

      “Hizmet bizden, şifa Allah’tan oldu. Derdi veren de Allah’tır, dermanı veren de!”

      Demir Bey hem karısına cevap olmak, hem de oğluna hitap makamında bulunmak üzere dedi ki:

      “Mustafa! Gerçek söylerim ki geçirdiğim hastalık validen için cehennem azabı oldu. Düşün ki hastalığım humma3 idi. Zaten titiz bulunan bir adam bir de humma delisi olursa zevcesine ne kadar üzüntülere sebep olur!”

      Mustafa Kamerüddin Bey asıl pederini üzmemek lüzumu gördü ve dedi ki:

      “Her ne ise babacığım, hepimize birden ‘geçmiş ola’ deriz de bu hastalıkların, bu üzüntülerin bir an önce geçmesini dileriz. Müsaade buyurursanız büyük bir şükür ve iftihar ile arz edeyim ki, bu sene imtihanlarda Paris ilim heyetinin pek ziyade övgülerine mazhar oldum.”

      “Zaten bunu bana yazmıştın da… Pek sevinmiş idiysem de sana sevincimin derecesini yazmaya vakit bulamadım.”

      “Yazdığınız iltifatname de bence kâfiydi.”

      “Hayır hayır! O gün on sekiz ateşli tabancanın son tecrübesiyle meşgul olmasaydım daha fazla yazardım. Fakat iki namlu arasında döner bir dolap ile on sekiz ateşli bir revolver icadı beni dokuz aydan beri meşgul etmekte bulunduğundan o mektubu yazdığım gün bu dokuz aylık yorgunluğun neticesini tecrübe ediyordum. Şimdi lisanen meramımı tamamlamak için derim ki: Bahtiyar ol oğlum, berhudar ol! Senden her ne emelim ve arzum var idiyse tümünü ziyadesiyle yerine getirdin. Bana layık bir oğulsun diyemem. Zira o liyakati çoktan geçtin. Ben sana layık baba görülmez isem, sen benim kusurumu affet.”

      “Estağfurullah babacığım!” diye Mustafa Kamerüddin tekrar babasının ellerini öpmeye başladı. Çocuk bu meşguliyette iken Demir Bey de karısının yüzüne bakmaktaydı. Bu bakışta iki mana olabilirdi. Birisi tercüme edilmek lazım gelse:

      “Böyle bir oğla malik olduğundan dolayı sen de kendini bahtiyar buluyorsun ya?” demek oluyor idiyse de diğer mana daha parlak olabilirdi. Zira biraz evvel hastalık hâline, cinnetine filanına dair zevcesine teşekkür yolunda söylemiş olduğu sözlere şimdiki söz de ilave edilince karısının yüzüne bakışı:

      “Hastalığım ve dalgınlığım zamanında bende görmüş olduğun acayip hâlleri oğluma söylediğin zaman oğlumun benim hakkımda vukuya gelecek nefretini şimdiden affettirmeye çalışıyorum. Sen de ona göre lütfet, mürüvvet buyur, merhamet eyle!” manasını ifade edebilirdi. Hatta Feride Hanım nezdinde bu bakışın asıl manası da bu oldu.

      Pederi tarafından gösterilen arzu üzerine Mustafa Kamerüddin Bey üç seneden beri Paris’te nasıl zaman geçirdiğini ve özellikle bu müddet zarfında İstanbul’a üç defa gelebilirdi. Yani yaz mevsimlerinde tatil zamanlarını İstanbul’da ailesinin yanında geçirmek mümkün görülürken niçin gelmediğini anlatmaya başladı.

      Konuşmasından özetle anlaşıldığına göre Mustafa Kamerüddin Bey bu tatil zamanlarını Paris’te de geçirmemiştir. Senenin dokuz ayını tahsilde geçirdiği esnada tatil zamanlarını hangi memlekette geçirecek ise o memleketli olan talebeden birkaçıyla dostluğu ileriye götürerek imtihanlardan sonra onların memleketlerine gitmiştir. Bu suretle ilk senenin tatil zamanlarını İtalya ve İsviçre’de ve ikinci senenin tatil zamanlarını Almanya’da geçirmiştir. Bu sene de İngiltere’ye gidecekken pederinin hastalığı üzerine İstanbul’a gelmiştir.

      Tahsili, yol ve köprüler daha doğrusu bayındırlık mühendisliği olduğu gibi Avrupa’yı bu suretle gezmesi iyi olacaktı. Bu şekilde hem memleket ve milletlerin hayatları hakkında bir tetkik ve hem de yolların şose, tren ve tünel gibi çalışmalarını bizzat yerinde görüp incelemek olduğunu babasına anlattı.

      Hatta boynundaki yol çantasından birtakım kâğıtlar çıkardı ki, bunların bazıları diploma ve bazıları da muallimlerinden aldığı takdirname belgeleriydi. Birtakımları da en muteber gazetelerin kendi hakkındaki övgü ve sitayişine dair idiler. Bunları babasına okudu. Fakat babasının Fransızca anlamadığını bildiği için tercüme de ediyordu.

      İşte bu tercüme esnasında Feride Hanım’ın hafif tebessümleri pek manidar idiler. Fakat Mustafa Kamerüddin Bey validesinin yüzüne bakmadığı için tebessümü göremediği ve görse bile manasını anlayamayacağı gibi Demir Bey de olanca dikkatini oğluna hasretmiş olduğundan karısına hiç dikkat etmiyordu.

      Babası sordu ki:

      “Resmi de ileriye götürdün mü, resmi? Resmi… Çünkü biliyorsun ya? Mühendislik senin seçtiğin bir meslekti; ressamlık ise benim seçtiğim bir meslek.”

      “Evet babacığım! Ben de kendi seçtiğim mesleğe uymam için verdiğiniz müsaadenin şükranı olarak size ressamlığa da çalışacağımı vadetmiştim. Bu vaadimi de ifa ettim.