dünyada kocası ile oğlundan başka kimsesi yok! Mal, mülk de pek fazla değil! Allah göstermesin! Yalnız kalacak olursa!?
Bazı kadınlar hakikaten “Kâr-ı evvelde kişi âkıbet-endîş gerek”1 nasihatine muhtaçtırlar. Böyle olmakla birlikte ettikleri hareket neticesinde bazen kârlı da çıkabilirler.
Meğer bizim Feride Hanım hâlinin akıbetini önceden düşündüğünden ne kadar da isabet etmiş!
Aman! Demir Bey?
Hayır, hayır! Korkmayınız! Daha Demir Bey’e bir şey olduğu yok! Hanımın isabeti başka taraftan görüldü. Hiç hayal ve hatıra gelmeyecek bir cihetten görüldü. Doğrusunu isterseniz deriz ki bu iş biçare kadın nazarında kocasının vefatından bin beter bir musibet tarzında hüküm gösterdi. Bakınız ne oldu:
3
Bir akşam saat bir buçuk iki sularında yatağı içinde dalgın bulunan Demir Bey birdenbire dalgınlıktan uyandı. Kalktı yatağı içinde oturdu. Öyle bir davranış gösterdi ki güya hiç hasta değilmiş gibiydi. Davranışı ise ata binmiş bir adam tavrını gösteriyordu. Sanki sol eli ile bir hayvanın dizginlerini tutuyormuş, o hayvan hırçın ve uyanık bir şey olduğundan hayvanı zapt için dizginleri idare etmeye mecbur oluyormuş. Hatta hayvandan düşmemek için apışlarını, dizlerini de sıkıyor. Göğsü ileride. Baş yukarıya doğru dimdik kaldırılmış! Güya elinde bir kılıç varmış da kabzasını avucu içinde sıkıyormuş gibi hem yumruğunu sıkarak hem de kılıcın ucu ile ilerisini gösterirmiş gibi bir hareket var.
Ölüm hâline yakın bulunan bir hastanın yatağı içinde böyle bir hareket göstermesi, yanında bulunanlara dehşet verecek hâllerden değil midir?
Biçare Feride Hanım bunu görünce büyük bir hayretle yanındaki cariyenin yüzüne bakakaldı. Hâlbuki cariye kendisinden daha tecrübesiz bir kadın olduğundan hanımın korkusunu giderecek bir söz bulup söyleyemiyordu.
Hasta ise gayet kızgın bir çehre ile yüzünü geriye çevirdi. Güya elindeki kılıç ile ileri tarafı işaret ettiği askere dönük ve hitap ediyormuşçasına birtakım sözler ile birçok emirler vermeye başladı.
Eğer verdiği emirler Türkçe olsalardı, ne demek istediğini Feride
Hanım elbette anlardı. Fakat Demir Bey Türkçe emir vermiyordu, Fransızca veriyordu.
Hastanın davranışından çok şu Fransızca emirleri Feride Hanım için dehşete sebep oldu. Zira o güne kadar kocasının ağzından Fransızca hiçbir kelime işitmemişti. Eğer oğlu Mustafa Kamerüddin Bey, çocukluğundan beri Fransızca tedris etmiş olmasalardı hanım kocasının söylediği kelimelerin Fransızca olduklarını bile anlayamayacaktı.
İnsan konuşma tarzı ve edasını hiç işitmediği lisanın ne olduğunu anlayamaz. Bilakis konuşma tarzını bir hayli zaman işitmiş bulunduğu lisanı bilmese ve öğrenmemiş bulunsa da o lisanın her nerede, her kimler tarafından konuşulduğunu gördüğü işittiği zaman, işte o kendisince uzun süre duyduğu lisanla konuşulduğunu anlar. Feride Hanım oğlu için özel tutulan muallim tarafından oğlu Mustafa Bey’e Fransızca tedris ve talim edildiğini birkaç sene müddet görmüş işitmiş bulunduğu için kocasının verdiği emirlerin Fransızca olduğunu pekâlâ anlamıştı.
Fakat nasıl oluyor ki Demir Bey Fransızca emir veriyor? Yalnız emir değil; hatta maiyetinde bulunan askeri savaşa teşvik için lazım gelen tavırları takınarak uzun uzadıya birçok sözler de söylüyor. Elindeki kılıcı kâh sağa kâh sola doğru sallayıp korkusuzca ve cesurca birçok laflar da ederek teşviklerinin hepsinin ilerlemek maksadını tamamlamak için söylediği açıkça görülüp anlaşılıyor. Kocası böyle halis Fransız olduğuna kimsenin şüphesi kalmayacak derecelerde Fransızca bilsin de yirmi beş senelik bir zaman zarfında Feride Hanım bu sırra vâkıf olmasın! Olur mu?
Biçare kadıncağızın hatırına türlü türlü müthiş şeyler gelmeye başladı. Mazur da değil midir? Dilini saklayan dinini de saklar derler. Sakın herif gizli din kullanan adamlardan olmasın!
İşte bu ihtimal Feride Hanım’ın hatırına gelince kocasından yüreği buz gibi soğuyup o dakikaya kadar adamcağızı daima merhamet ve şefkatle görmekte iken o anda vefatıyla bile teselli bulamayacak bir düşmanlıkla onu görmeye başladı. Lakin acele etmeyelim. Hastada görülen hâl bundan ibaret kalmadı. İş daha da ileriye vardı.
Demir Bey, sanki binmiş olduğu atı doludizgin sevk ediyormuş gibi dizgin tuttuğu sol elini ileriye doğru uzattı. Dizlerini sıkıp vücudunun yukarı kısmını ileriye meylettirerek sağ omzunu ve dolayısıyla sağ kolunu daha ileriye doğru uzattı. Bu vaziyet tam da elde kılıç doludizgin hücum eden atlının alacağı vaziyettir.
Bu gidiş ile güya varacağı yere kadar vardıktan sonra kolu ile öyle birtakım hareketler yapmaya başladı ki, Feride Hanım bu hareketlerin ne demek olduklarını asla anlayamıyor idiyse de eğer süvari talimine vâkıf olan bir adam görseydi, bunların ne demek olduklarını pekâlâ anlardı. Zira sağ ve sol ellerinin hareketlerinden çıkarılabilirdi ki, Demir Bey sol eli ile bindiği hayvanın başını sol tarafa doğru kırarak ön tarafında bulunan düşmana kılıç saldığı gibi o düşman tarafından kendisine havale edilen kılıca karşı da baş siperi yan siperi ile kendisini ve hayvanını korumaya çalışmaktadır.
Hastanın işbu vaziyet ve hareketi başkalaştıkça başkalaşması Feride Hanım ve yanındaki cariye gibi yalnız zayıf ve aciz kadınları değil; kalbi metanete sahip erkekleri bile ürkütecek dereceyi buldu. Hatta bir aralık selamlıktan Mehmet Ağa’yı çağırmaya bile ihtiyaç hissedildi. Ama Mehmet’i çağırmaya vakit kalmaksızın hastada daha garip bir hâl göründü. Şöyle ki:
Demir Bey karşısındaki düşman ile epeyce çarpıştıktan sonra bütün vücudunda ani bir hareket görüldü. Elleri ayakları gevşedi. Sağ eli açıldı ki, hesapça elindeki kılıç yere düştü. Sol elinde de dizgin tutup idare etmeye mahsus olan kuvvet kalmadı. Güya o elindeki dizgini de bıraktı. Ama bu gevşeklik bir ana mahsus kaldı. O anın akabinde hasta sağ elini sol omzuna doğru götürüp bir noktayı büyük bir ızdırap ile bastırmaya başladı. Bununla beraber dengesini de kaybederek olduğu yerde sağa sola, öne arkaya birkaç sallandıktan sonra yatağı içine yıkılıverdi.
Bu anda Feride Hanım’ın yüzünde birçok farklı durumlar oluştu. Bir izah tavrı ile cariyenin de yüzüne baktı ise de kendisine malum olan bir hakikat o cariyeye malum değil idi ki, onda da istenen şey yerine getirilsin!
Feride Hanım’a malum olan hakikat, Demir Bey’in muzdarip bir hareket ile elini götürdüğü yerde bir eski yara yeri bulunmasıydı. Artık anlaşıldı ki, şu anda Demir Bey kendisini malum yarayı almış olduğu savaşta buluyor. O savaş ise Fransız askerinin icra ettiği bir muharebedir. Demir Bey de Fransız zabiti sıfatıyla bu muharebeyi icra ediyor. Bir kere işin bu derecesi anlaşıldıktan sonra alt tarafı da anlaşılmaması mümkün müdür? Demir Bey asıl Fransız’dır vesselam!
Biçare Feride Hanım bu hakikate zihninde karar verdiği zaman o kadar ümitsizliğe düştü ki tarife sığmaz! Zaten kocasının bazı hâl ve tavırlarında bu adamın birçok gizli hâlleri bulunduğunu öteden beri görüp hükmetmekteydi. Bu gizli hâllerin neden ibaret bulundukları yakinen ortaya çıkacağı gibi hemen şimdiden izahına lüzum yoktur. Şimdiki hâlde Feride Hanım’ın birdenbire kocası aleyhine beliren kızgınlık ve düşmanlığının ayrıntılarına da lüzum yoktur.
Zira dikkatli nazarlarımızı hastaya dikilip kalması lazım gelecek bir noktadayız.
Demir Bey güya bindiği at üzerinden yaralı olarak yere düştüğü zaman ölüm hâlindeki bir yaralının elemli tavırlarıyla ağlama yolunda birçok şeyler