Ахмет Мидхат

Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar


Скачать книгу

Gerçi Demir Bey buna uygun bir adam çıktığı gibi kayınvalidesini son nefesine kadar hoşnut etmiştir.

      Şimdi Feride Hanım böyle salih kadınlardan olduğu hâlde ömrünü din değiştiren bir adam ile geçirmiş olduğunu görürse üzülmez mi?

      Bu üzülme hâli, tüm dindar insanlar için tabiidir. Feride Hanım gibi İslami yaşantıyı taassup derecesine vardırmış olanlarda bu teessürün hükmü daha ziyadeye varacağı aşikârdır. Diyebiliriz ki, Demir Bey’i şu hasta hâli ile kapı dışarı etmiş olsa bile Feride Hanım kınanmaz. Ancak yine de o dindarlığın vermiş olduğu merhamet düşüncesiyle biçare hastayı üzmeyi düşünmemiştir.

      Ama kendi üzüntüsünün pek ziyadeye vardığını gizleyemeyiz. Şu sırrın inkişafı gününden itibaren biçare kadıncağız üzüntüsünden âdeta erimeye başlamıştı. Bundan sonra kocasıyla nasıl ömür geçireceğini bilemediğinden veyahut hiç de ömür geçiremeyeceğine hüküm verdiğinden dolayı değil! Şimdiye kadar nasıl ömür geçirebilmiş olduğunu düşündükçe ızdırabından vücuduna kıymayı bile düşünüyordu.

      Kâh oluyordu ki kendi kendisine teselli vermeye çalışarak:

      “Benimkisi de artık delilik ya! İşte heriften ayrılmaya karar verdim! Yüreğim rahat etmeli değil midir? Şimdiye kadar geçen zaman geçmiş gitmiş! İyi de olsa geçmiş, fena da olsa geçmiş!” sözleriyle epeyce üzüntüsünü teskin ediyordu. Hatta şu tesellinin ardından Demir Bey hakkındaki nefret ve düşmanlığına da bir sükûnet gelerek:

      “Varsın aslen Fransız olsun! Mısır askerlik hizmeti esnasında Müslümanlığı kabul etmiş. Yirmi beş yıl birlikte yaşadığımız hâlde asıl lisanıyla bir kelime bile konuştuğunu işitmemiş olmam onun bu din değiştirme konusunda samimi olduğunu göstermez mi? İşi lüzumsuz büyütmek de manasızdır.” demeye kadar da varıyordu. Fakat şu yirmi beş senelik müddet zarfında asli mensubiyetini zevcesine belli etmemiş olmasını Demir Bey’in dürüstlüğüne sığdıramıyordu. Yirmi beş yıl müddet kendisini bu şekilde aldatmış olmasını yine aklına sığdıramayarak yine kendini yiyip bitirmeye başlıyordu.

      Aradan birkaç gün geçtikten sonra oğlu Mustafa Kamerüddin Bey Paris’ten geldi. Biçare çocuk pederin evine o kadar çekinerek yaklaşıyordu ki görseydiniz yüreğiniz acırdı.

      Mazur değil midir? Acaba pederi hayatta mı? Yoksa validesi kendisini feryatlar figanlarla mı karşılayacak? Bu hâl zor bir hâldir. Mevla bu hâli gurbetten gelen hiçbir kimseye göstermesin.

      Mustafa Kamerüddin Bey konağın kapısını çaldı ve Mehmet Ağa kapıyı açtı. Bereket versin ki kapıyı açan Mehmet Ağa oldu. Bahçıvan Selim Nişo veyahut Aşçı Şaban kapıyı açmış olsalardı, daha kötü olurdu. Çünkü bunlar beyin Fransa’ya gidişinden sonra konağa girmiş olduklarından beyi tanımazlardı. Mehmet Ağa ise eski emektarlardan olmakla beyin kapıdan girdiğini görür görmez koşup eteklemekle sarılmak hareketlerini birbirine katarak:

      “Vay velinimetim! Vay velinimetzadem! Safa geldiniz! Ne kadar da büyümüşsünüz!” diye sevinç gösterince pederinin hayatta olduğunu Mustafa Kamerüddin Bey ilk önce Mehmet’in neşesinden anladı. Ardından:

      “Pederim nasıl? Onu haber ver! Allah aşkına doğru söyle!” sualini sorunca Mehmet Ağa’dan:

      “Şimdi üst kata çıkar görürsünüz! Hamdolsun beyefendi kurtuldu. Fakat bilmiş olunuz ki âdeta kefeni yırtarak kurtulmuştur.” cevabını alınca delikanlı bütün bütün ikna olarak merdivenden yukarıya fırladı.

      Kapının çalınması ve açılması ile konuşulması bir oldu. Feride Hanım zaten onun sesiyle kendine gelmişti. Mustafa Kamerüddin Bey merdivenden yukarıya çıkarken validesi de hemen merdivene doğru yürüyordu. Divanhanede valide ile oğul karşı karşıya gelerek sarmaş dolaş oldular. Feride Hanım iki elleriyle oğlunun başını tutup kendisine çekerek şapır şapır birkaç defa öptükten sonra başı yine ellerinden bırakmaksızın ileriye doğru dürterek ve yakından hayran hayran bir daha temaşadan sonra yine kendisine çekip tekrar öpmeye başlıyordu. Bu hareketler esnasında delikanlı da validesine sarılarak onun şefkatli öpücüklerine hasret öpücükleriyle karşılık veriyordu. Ana ile oğlun şu kavuşmaları öyle bir levhadır ki bir hikâye yazarının kaleminden ziyade onu bir ressamın fırçası tasvir etmelidir.

      İki dakika kadar devam eden şu ilk buluşmayı müteakip Mustafa Kamerüddin Bey pederi hakkında validesinden de bir haber almak hususunda acele etti. Sordu ki:

      “Pederim nasıldır? Mehmet’in verdiği haber doğru mudur? Pederim kurtuldu mu?”

      “Kurtuldu!”

      Feride Hanım’ın bu kelimeyi nasıl telaffuz ettiğini tahmin edersiniz? Oğlu ile buluşmadan dolayı sevinç hâlinde bulunan kadıncağızın tavrında bin sevinç alameti daha peyda olarak mı söylediğini tahmin edersiniz?

      Gerçi Mustafa Kamerüddin Bey de bu kanaatteydi. Ancak o dakika biçare Feride Hanım’ın kocası aleyhindeki düşmanlık ve nefretine en ziyade kuvvet vermiş olduğu bir dakika olmasıyla kadıncağız şu sözü sevincini arttırarak söyleyeceğine bilakis neşe tavrını değiştirerek söylemişti. Âdeta, “Kurtuldu! Kurtuldu, ama keşke kurtulmasaydı! Keşke geberseydi!” manasını çağrıştıracak bir tavırla söylemişti.

      Ama Mustafa Kamerüddin Bey o anda bu tavrın hükmünü takdir edemedi. Bilakis pederi pek fena hasta veyahut vefat etmiştir de hakikati kendisinden gizlediği için böyle söylüyorlar gibi bir mana ile telakki etti. Zira Mustafa Kamerüddin Bey pederini yalnız kendi öz babası olduğu için değil; onun çok büyük ve dürüst bir adam olduğu için pederine başkaca bir muhabbeti vardı.

      Fakat hakikate varmak için hemen oracıkta validesi ile soru ve cevabı çoğaltmadı. Validesinin nazar ve teveccühünden pederinin yattığı odayı öğrenerek hemen o tarafa can attı.

      Kapıdan içeriye girdi. Gayet endişeyle iki adım attıktan sonra irkildi durdu. Babasını karyoladan inmiş ve köşe minderine oturmuş görünce gerçekten kefeni yırtarak kurtulmuş olduğunu derhâl hüküm ile koştu, bir deri bir kemik kalmış, sararmış, solmuş olan eline sarılarak şapır şapır öpmeye başladı.

      6

      Bizim Demir Bey’in gençliğinde ne hâl ve şekilde olduğu görülmek istenirse şu Mustafa Kamerüddin Bey’e bakılmalıdır. Zira Demir Bey’in belki bin defa ağzından:

      “Eğer gençliğimde bir resim alınmış olsaydı o resim tamamıyla şimdiki Mustafa’nın resmi zannolunurdu.” dediği işitilmişti. İtiraf edelim ki Demir Bey’in şu ihtiyarlık hâli dahi oğluna tamamen benzemektedir. Yani Demir Bey, Mustafa Kamerüddin’in yaşlısı ve Mustafa Kamerüddin Bey, Demir Bey’in gencidir. Hem bu benzerlik ikisi için de bir şeref olur. Zira Mustafa Kamerüddin’in uzun boyu, geniş göğsü, her birine bir adam oturabilecek genişlik ve metanetteki omuzları, ince beli kendisini “gürbüz kahraman” unvanına nasıl müstahak ederse; gayet beyaz teni, kumral tüyleri, iri ve koyu ela gözleri, uzun ve sık kirpikleri, muntazam ağız ve burnu, sık ve beyaz dişleri, renkli dudak ve yumru çenesi, daimî mütebessim bir hâlde bulunan yüzü dahi bu delikanlıyı “güzel çocuk” vasfına o nispette layık eder.

      Mademki her şeyin doğrusunu itiraf ediyoruz, o hâlde Mustafa Kamerüddin Bey’e “güzel çocuk” unvanını kazandırmak hususunda validesinin yardımını inkâr etmemelidir. Bu alanda çalışan aydınların bazıları, her hayvanın yavrusu validesine ve bazıları da mutlaka pederine benzeyeceğini ve birtakımı ise yavrunun pederinden ana rahmine inmesi esnasında hangi tarafın gücü kuvveti fazla ise yavrunun ona benzeyeceğine hükmetmişler ise de bu hükümlerin tamamı haklı itirazlardan kurtulamamıştır. Nihayet hükümlerin en