Ахмет Мидхат

Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar


Скачать книгу

İsviçre seyahatleri okuyucularımızın hayal edebilecekleri seyahatlerden olmadığından özellikle de izaha değer.

      İlk önce nazarıdikkate alınacak şey, bizim dörtlerin hem züğürtlükleri ve hem de tasarrufa fevkalade riayetleri konusudur.

      “Züğürt olan tabiatıyla tasarrufa riayet eder.” mi dediniz? Bu söz tamamıyla doğru değildir. Pek çok züğürtler vardır ki, tasarrufa hiç riayet etmezler. Ezcümle Paris öğrencisinin hemen tümü züğürt oldukları hâlde ellerinde avuçlarında bulunanı bir anda telef ederek geleceği düşünmek kaydında bile bulunmazlar. Yine pek çok kimseler vardır ki hem de tasarruflu. Bizim dörtler ise kudretlerinin yetebileceği şeylerde bile tasarruflu adamlardı. Tasarruf dereceleri de aşçılık hizmetini bile kendilerinin yapmasından anlaşılır.

      İmtihanlardan sonra tatil zamanlarını Narto’nun vatanında geçirmeye karar verdikleri zaman Pasteur sordu ki:

      “Hangi yolla gideceğiz?”

      Podar: “Avrupa kıtasını örümcek ağı gibi trenlerin istila etmiş olduğu bir zamanda gidilecek yolu mu düşünüyorsunuz?”

      Pasteur: “Yolu değil, tren ücretinin tasarrufunu düşünüyoruz.”

      Mustafa Kamerüddin: “Yaya gitsek olmaz mı?”

      Bu görüş üzerine arkadaşlarda bir kahkaha peyda oldu. Demir-zade görüşündeki isabeti ispat için trenle edilen seyahatte insanın etrafı temaşa etmeksizin rüzgâr gibi uçup gittiğini anlatmaya başladıysa da arkadaşlar bu filozofa kulak asmadılar. Narto dedi ki:

      “Eğer doğrudan doğruya bizim memlekete yani Zürih’e gideceksek seçilecek yol Paris, Strazburg, Bale ve Zürih yoludur. En kestirme olduğu için, en ucuzu olur.”

      Bu defalık İsviçre’ye gidilecek yolları ve burada trenlere verilecek ücretleri daha uygun bir tarife bulmaya çalıştılar. İkinci defa müzakereye başlandığı zaman Pasteur elindeki varakayı seslice okurcasına dedi ki:

      “Paris’ten Strazburg ve Moloz yoluyla Bale şehrine, 643 kilometre! Tren hızıyla on beş saat elli beş dakika… Yolcu katarıyla yirmi saat otuz beş dakika… Birinci sınıf yetmiş iki frank, ikincisi elli dört, üçüncüsü otuz dokuz frank altmış santim.”

      Podar: “Huuu! Dünyanın parası!”

      Pasteur: “Bunun bir çaresi yük trenleriyle gideriz.”

      Mustafa Kamerüddin: “Kendimizi tarttırıp kaç kilo gelirsek ona göre ücret vererek mi?”

      Pasteur: “Hayır! Onun da tarifesi var ise de ilan olunmaz. Fakirler içindir. Fakat üçüncü sınıf kırk frank olduğu hâlde, yük treniyle on franka gidilebilir.”

      Narto: “Tamam tamam! Dört kat ücret niçin verelim?”

      Podar: “Fakat yük treniyle ne kadar zamanda gidebileceğimizi düşünüyor musunuz? Hattın boyu diğer katarlardan boşaltılacak! Bir katar teşkili derecesinde vagonlar birikecek de ondan sonra sevk olunacak! Kim bilir kaç günde varırız.”

      Mustafa Kamerüddin: “Kaç günde varır isek varalım. Bir memuriyet işine yetişmek için gitmiyoruz ya?”

      Podar: “Gerçi orası da öyle! Hangi istasyonda durmaya mecbur olur isek etrafı gezip tesadüf edeceğimiz güzel kızların resimlerini alırız.”

      Dört arkadaşın dördü de yük vagonlarıyla gitmeye karar verdiler. Hatta trenlerin içindeki lokantaların en pahalı şeyler olduğu bunların malumu bulunmasıyla Paris’ten tedarik edecekleri malzemeyi dört kısma ayırıp her birini yol çantalarına birer miktarını yerleştirmeye kadar yol ihtiyaçlarını da pek etraflıca düşünüp icra ettiler.

      Paris’in şark istasyonundan hareket ettikleri gün şu dört delikanlının şevkleri, sevinçleri, neşeleri bin bahtiyara gıpta edilecek derecedeydi. Beygir sevkine mahsus olan vagonlardan birisini bizim dörtler hâlindeki diğer yirmi kadar fakir seyyaha tahsis ettiklerinden yolcuların kimisi, ya yem yiyen beygir taklidini yapar ya diğerine çifte atardı. Hele birisi yolcular arasındaki bir fakir kocakarıyı kısrak sayarak, şahlanıp kişniyordu. Velhasıl her biri o kadar farklı hareketlerde bulunurdu ki, katar memurlarını bile kahkahalarla güldürürlerdi.

      Yol esnasında bunlar bahtiyarlıklarını birbirine ispat için “Sanki yük katarıyla gitmekte ne beis varmış? Kadife kanepeler üzerinde oturmuyor isek, Paris’teki odamızda da kadifeler üzerinde oturmuyor idik ya? Seyahate bakalım seyahate? İşte yük treni dahi sürat treninden daha yavaş gitmiyor.” tarzındaki sözlerin binini bir ağızdan söylüyorlardı. Fakat kaç saat sonra Şalon mevkisine geldiklerinde meğer kendi katarlarını teşkil eden vagonların yarıdan ziyadesi orada kalacağından diğer yarısını sundurmalar altına çektikleri zaman bizim yolcular Şalon’dan ileriye kendileri için yol kapalı olduğunu görüp biraz hayıflandılar. Podar’ın:

      “Ne üzülüyorsunuz be? Etrafı temaşa ederiz.” demesi arkadaşların ümitlerini yeniledi. Katarın ancak ertesi sabaha kadar birikecek diğer yük vagonlarıyla yola çıkacaklarını memurlardan öğrenmeleri üzerine dörtler etrafı gezmeye çıktılar. Akşama kadar gezdiler. Akşam olduğu zaman geceyi nerede geçireceklerini müzakereye başladıklarında Mustafa Kamerüddin:

      “Artık masrafa bakmayıp lokanta, meyhane, han gibi bir yerde geceyi geçirmeliyiz.” demiş ve Narto:

      “Yük trenlerinin fiyatı ucuz ise de şu yolda sebep olduğu masraf yine pahasını arttırıyor.” itirazını ileriye sürmüştü Pasteur:

      “A la belle hotel an biuvac a la militaire, yani en güzel otel olan asker gibi kırda.” deyince cümlesi bu fikri kabul etti. Zaten yiyecekleri de çantalarında bulunmakla büyük bir yaban kestanesi altını o gece kendilerine mesken seçtiler.

      Yaş yirmi ile otuz arasında olur, meslek talebelik bulunur da dört kafa da bir yerde toplanırsa, zevki çıkarılmayacak hâl mi tasavvur olunur? Böyle dört genç zindana atılmış olsalar, zindanı bile kendilerine eğlence kabul ederler. Hele mevsim haziran sonları olduğundan ağustos böceklerinin cırıltıları, kurbağaların vakvaklarına karışarak, tek tük bülbüller ile rekabete çıkmaları ve ateş böceklerinin, denizcilere doğru yolu gösteren döner fenerler gibi kâh ışık saçarak kâh kapanmaları ve özellikle gayet sıcak bir gündüzü gecenin latif serinliği takip etmesi misafir oldukları yeri bizim delikanlılar nazarında cennet etmiş bırakmıştı.

      Gecenin yarısından fazlasını uyanık ve neşeli bir hâlde geçirdiler. Sonra uykuya daldılar ki, ertesi sabah güneşin ziyadece kızdırması ve sineklerin inekleri bile rahatsız etmesi bunları güçlükle uykudan uyandırabilmişti. Hemen tren mevkisine koştular. Bereket versin ki koştular. Zira yük treni hemen hareket etmek üzere bulunduğundan ahır vagonuna güçlükle can atabildiler.

      Şalon’dan hareket eden tren Sen Dizye mevkisine geldiğinde Şumun’dan gelmiş olan diğer yük katarlarını da takarak Barlo Dük yolunu tuttu. O gün ikindi üzeri Nansi’ye vardı. Bizim dörtler Nansi’de de bir gece geçirmeyi pek arzu ettiler ise de dünyada insanın her arzusu yerine gelir mi? Katar Nansi’de durmayarak Strazburg yolunu tuttu. Fakat her mevkide bazı vagonlar bırakarak diğer bazılarını almak suretiyle gece yarısına doğru Strazburg’a vardılar.

      Gece yarısından sonra Strazburg’da kendilerini nerede barındırabilsinler? Gerçi misafirhaneler yok değildir. Ancak beş franktan aşağı yatak yok. Pasteur:

      “Şu vagon içinde sabahı edemez miyiz?”

      Fikrini dile getirdiyse de bunu müzakereye fırsat olmadı. Zira vagonları yoklamaya gelen memur bu efendilere derhâl istasyondan dışarıya çıkma lüzumunu büyük bir nezaketle anlattı.

      Bu defa da Pasteur’un fikri mecburen kabul edildi. O fikir gereğince sabaha kadar Strazburg sokaklarını gezdiler. Bundan memnun dahi oldular. Zira sokakların tenhalığından istifadeyle