Hüseyin Rahmi Gürpınar

Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür


Скачать книгу

halletse… Ben Cevher Hanım’la ince bir mesele kurcalasam. Of karım yüksek zevk, aşağılık zevkten falan söz edecekti. Ama konuyu karıştırdı. Yine dalgın dalgın kitabı eline aldı. “Bedii Hissiyat” kitabında bendeki aşağılık zevki açıklayan bir bilgi var mıdır? Adam sen de… Neme gerek, karımın demirden leblebi gibi yutulmaz, ardı gelmez çetin sözlerini dinlemektense onun bu dalgınlığından yararlanarak yine uygun bir yerde sıkıştırabilirsem gidip Servinaz’a sarılmak benim için daha güzel bir eğlence idi. Ameliyatın nazariyelere olan üstünlüğünü kim inkâr edebilir?

      Ben hizmetçi kızın bayat türlü gibi kokan göğsünü öpmekten tat alıyorum. Bu bendeki aşağılık zevke estetik kitapları ve hocaları ne derlerse desinler… Ne umurumda… Karım en son anlaşılır bir iki şey söyledi. İnsanın bazı şeylerden hoşlanıp bazılarından hoşlanmaması ahir zaman anlatılamaz ve anlaşılamazmış. Çünkü bu bir kuralla aydınlatılamayan bir zevk meselesi imiş. İşte bu kadar…

      Herifin biri kurbağanın gözüne âşık olmuş. Kırk yıl dere kenarında oturmuş. Büyükannem bunu masal diye bana anlatırdı. Kadınninemin masallarını ben şimdi yeni filozoflarımızın felsefesinden çok daha yüksek buluyorum.

      11

      Erkekliğin her sırrını ortaya döküyorum. Bütün erkekler tıpkı tıpkısına benim gibi olmasalar bile, bilirim, çoğu bana benzer. Bir çiçekle yaz edemezler. Daima çeşni değiştirmek isterler. Eski kibarlarımızdaki, paşalarımızdaki odalıklar, sofalıklar, dörde ve daha da fazlasına kadar evlenme izni, hep bunlar erkeğin kadına doymazlığını gösteren geleneklerimizden değil midir?

      Bu satırlar okunurken karılarının yanından çok kocaların utangaç başları önlerine düşer. Yürekten bana atarlar, tutarlar. Diş bilerler. Ama sözlerimin kesin bir gerçek olduğunu benim kadar onlar da bilirler.

      Erkeğin bu doğuştan hercailiğini bilen hanımlar da çoktur. Kocalarını kirli hizmetçi kızın çenesini okşarken yakalamış olan hanımları bu davama tanık yazıyorum.

      Servinaz’dan epeyce arzumu aldım. Bu kirli sevdam ümidimin üstünde bir başarı ve gizlilikle sürdü gitti. Şimdi gözümde Nevres misk gibi tütmeye başladı. Ama bunu okşamaya kalkışmak çok tehlikeli olacaktı. Çünkü o okşamalarımı bütün ev halkından gizlemeyi başarsam bile Servinaz’dan saklamak hemen hemen imkânsızdı. Çünkü onun gözü devamlı olarak benim üzerimdeydi.

      Hizmetçi kızların ruh hâllerini iyi öğrendim. İlk saldırışınızda korkmuş görünürler. Çırpınmalar içindeki birinci direnişleri şöyle olur:

      “Ay etme… Utanmıyor musun? Vallahi hanıma söylerim!”

      Bu direnişten hiç yılmamalı. O dakikadan itibaren, eğer varsa, bunların namus düğümleri biraz gevşer. Herkesin yanında göz göze geldiğiniz anlarda ikinize de bir şeyler olur. Kalbinizden bir çarpıntı, yüzlerinizden bir pembelik geçer. Hizmetçi kızın gözlerinden hemen gülümsemeye hazır tuhaf bir kin çıkar. Davranışlarında ilk ricanıza boyun eğmediğine pişmanlığı andırır bir şeyler seçer gibi olursunuz. Genellikle ikinci atılışınızda göreceğiniz direniş çırpıntısı birinciden sönüktür. Kısa, kesik, helecanlı karşı koyuşu şöyledir:

      “A olur mu hiç?”

      Bu ufak soru hemen daima başarının müjdecisidir. Bu “A olur mu hiç?” sorusu, a niçin olmasın, pekâlâ olur anlamını taşır. Bunun için bu işte olmayacak bir şey bulunmadığını derhâl ispat etmelidir.

      Evde herkes bir şeyle uğraşır yahut uykuda iken bu tavan arası, bodrum katı, hela aralığı muhabbetlerinde tadına doyulmaz zevkli bir helecan vardır.

      Servinaz’la iyiden iyi yüz göz olduk. Biraz da bu kokulu sevgilimin kumandası altına girdim. Sevildiklerini anlayan kadınlarda sizi devamlı olarak arzularına boyun eğdirmek isteyen bir manyatizmacı ruhu vardır.

      Servinaz kendisini okşamalarıma sunmak için fırsat düşürebildikçe bir iş görmek bahanesiyle çok defa kuytu yerlere çekilir, gözleriyle bana çağrıda bulunurdu.

      O gün karımın yanından çıktım. Sofanın tenhalığından yararlanarak Servinaz yanıma yaklaştı. Kulağıma fısıldadı:

      “Bodruma civcivlere yem vermeye gidiyorum. Arkamdan gel. Köşkte bugün pek az adam var. Her biri de bir şeyle uğraşıyor.”

      “Peki, hadi sen git. Geliyorum.”

      Bodrumda kümesten ayrılmış üç sepet kuluçka vardı. Birinin civcivleri çıkmış ama henüz orada tutuluyor. Servinaz ara sıra gidip bir tahtanın üzerinde bıçakla tık tık hazırlop yumurta kıyarak hayata yeni gelmiş bu hayvancıklara ilk gıdalarını veriyordu.

      Kız, hırsızlama bir çabuklukla yanağımdan öpüp koluma da kuvvetli bir çimdik attıktan sonra yanımdan uçtu, gitti.

      Yeniden döndüm, kapının aralığından karıma baktım. O elindeki “Bedii Hissiyat” kitabına dalmış gitmişti. Bir insan bazı şeylerden niçin hoşlanır? Niçin hoşlanmaz? Galiba hâlâ bu estetik bilmecelerin anahtarlarını bulmaya uğraşıyordu. İçimden gülerek dedim ki:

      Karıcığım, çalış, çalış… Meseleyi hallet. Sonra bana anlatırsın. Sen sözleriyle ben de uygulama yolu ile elbet bir gün bu estetik kanununun keşfini başarırız. Ama şimdi bana söyle: Benim büyük bir tehlikeyi göze aldırarak bodruma inişim hadsi, defi bir delilik midir? Yoksa bilinçli veya bilinçsiz bir davranış mıdır?

      Bizi gözleyen gözler bulunup bulunmadığını anlamak için her yana bakına bakına ben de kızı izledim.

      Benim Servinaz’la bodruma civcivlere bakmaya inişim bir bakıma hiç de bir kabahat ve hele hiç de bir cinayet sayılmazdı. Ama gelip bizi orada bulacakların ikimizi kucak kucağa görmemeleri şartıyla…

      Kuluçkalara bakmaya giden bir kimse böyle her saniyede bir çevresini kollayarak hırsız adımlarla yürümez. Benim bu inişime dikkat eden olsaydı aşağıya bir cinayet işlemeye gittiğimi sanırdı.

      Talihin bu cömertliğine yılda bir defa bile rastlanmaz. Ortalıkta ne kimse vardı, ne çıt, ne pıt… Merdivenden bir peri hafifliğiyle indim. Bodrumun loşluğuna daldım. Kuluçkalar köşedeki odada idi. Kapı aralık duruyordu. İttim. Burası bel, kürek, kazma, küfe, el arabası gibi bahçeye ait eşya, kırık dökük sandalyeler ve bir yığın hırdavatla dolu bir yerdi.

      İçeri girdim. Servinaz’ı düz bir tahtanın üzerinde kıyılmış yumurta ve küçücük bir tabak su ile civcivleri doyurmaya uğraşırken buldum. Beni görünce tahtayı yere bıraktı. Pek süzgün bir bakışla kollarını açtı. Atıldım. Sevgilim bu sarmaş doIaşa temiz gelmek için bugün yıkanmış, üst baş değiştirmiş olmalı ki o pek hoşlandığım keskin kokuyu çıkarmıyordu.

      Biz birbirimizin kolları arasında terleyip inlerken bir pıtırtı duyar gibi oldum. Hemen sordum:

      “Kimse olmasın?”

      O baygın bir sesle cevap verdi:

      “Merak etmeyiniz.”

      “Bir gören olmasın?”

      “Cinayetimize şu sepetlerdeki kuluçkalardan başka tanık yok. Onların da gözleri kapalı…”

      Biz o ünlü hikâyedeki, kırılırsa kırılsın, dökülürse dökülsün, durumunda idik. Hislerimizi dünyanın bütün başka ilgilerinden ayıran sevdanın kanatlarına binmiş, insanı kendinden geçiren coşkun bir zevkle uçuyorduk. Artık gözlerimiz görmüyor, kulaklarımız duymuyordu. Bizim için o anda evren yoktu. Yalnız sevda vardı. Onun pırıltıları, onun ateşleri, onun fısıltıları, onun iniltileri…

      O aralık