kim bilir ne derecelerde namus kırıcı imiş ki oğlu bile babasının kızgınlığını takınarak bir zamana kadar Tigran’ı intikam kızgınlığıyla dövmüş.
Bununla beraber sırrın bu taraflarına kadar merak arzusu içimi yiyip bitiriyordu. Bu derin ızdırap kim bilir yüzümde ne gibi elem peyda etmiş ki prens bile merak ve endişemi anlamış. Zira dedi ki:
“Size arız olan sükûttan Tigran’ın bana hikâye etmiş olduğu hâle de merak ettiğinizi anladım. Memnuniyetinizin tamamlanması için bu hikâyeyi de size etrafıyla şerh etmek istersem de işin üzerinden hayli seneler geçip Tigran’a bir daha tekrar ettirmemiş olduğumdan işi size layığı veçhile anlatamayacağım. İkametgâhımıza gidelim de hikâyeyi Tigran’a naklettirerek dinleriz. Onun olayı bizzat nakletmesi elbette mükemmel olacağından pederimin böyle uzun süren bir intikamda ne kadar haklı olduğunu siz de anlar teslim edersiniz.”
Prensin bu lütfuna büyük teşekkürler ettim. Zaten hikâyeyi kendisi nakledecek olsa idi zaman bile bulmayacaktı. Çünkü işin şu size anlattığım derecesini hikâye edip bitirinceye kadar biz de Peşav karyesine yaklaşmıştık. Tigran’ı akşam sabah döver gibi hareket icra etmesinin sebebi pederinin vasiyetinden ve vasiyetin hikmeti de Tigran’ın bir sillesinden ibaret iken sözü evire çevire iki saatte ancak tamamlayabilen adam asıl hikâyeyi teşkil eden tokat vakasıyla bunun aslını, teferruatını ihtimal ki üç günde de söyleyip bitiremezdi.
7
Vardığımız zaman prensin seçtiği kişiler ve kendi köyüne gönderdiği kadınlar, erkekler meğer bizden evvel varmışlar. Daha biz gezmeye gitmeden evvel prensin vermiş olduğu emirler tamamıyla icra edilmişler. Zira akşamüzeri varışımızda bizi karşılayan uşaklar asıl ikametgâhın içine götürmediler. Köyün alt tarafında bilek kalınlığında akıttığı sularla geniş ve güzel bir göl teşkil eden ve etrafı yüce ağaçlarla süslenmiş bulunan bir pınar başına götürdüler ki, orada on, on iki kadar saz ve söz ekibi, çalarak ve oynayarak bizi karşıladıkları gibi bir tarafta da beş altı kadar keçiler şişlere dizilip kebap edilmekte ve diğer tarafta da belki yüz kadar sahan, tabak, tepsi bir güzel yemek sergisi teşkil ettiği görülmekte idi.
Bu akşam bizi ağırlamak ve eğlendirmek için, şarkıların her kavmi nezdinde âdet olan rakı takımından başka şişelerin içinde şaraplar da bulunduğunu gördüm ise de mahalli âdete uyma mecburiyetinden, ziyafetin tertibi hakkında tek kelime bile konuşmadım. Tercümanım vasıtasıyla prens bana dedi ki:
“Çalgıcılar bir fasıl edinceye kadar biz de birkaç kadeh içeriz. Ondan sonra yemek yiyip bizim prenses ve davet ettiğimiz adamlarımız da buraya geleceğinden kendileriyle de tanışıp konuşursunuz. Bir fasıl da yemekten sonra onların şerefine icra ettirir isek tam uyku zamanımız gelmiş olur. Fakat siz keyfinize bakadurunuz da ben vefat eden pederime verdiğim yemin gereğince vazifemi ifa için Tigran ile bir görüşeyim.”
Ah bana kalsaydı ben ziyafetten de çalgıdan da vazgeçerdim. Beni Tigran ile bir saatçik yalnız bırakmasını her şeye tercih ederdim. Ne çare ki misafirliğim sebebiyle bu yoldaki arzularımı gidermeye iktidarım yoktur.
Prens gitti. Tercümanım Mihran Baron ile yalnız kalıp ispirtonun pek meftunu bulunan tercüman sadece kendi keyfini sürdürmek için evvela bana teklif etti ise de ben bu nevi içkiye alışkın olmadığımı anlatarak kendisini serbest bıraktım. Mihran yekdiğerinin ardından birkaç kadeh çakıştırdığı sırada ben çalgıcı, sanatçı ve oyuncu sıfatıyla oraya gelmiş bulunan Gürcü kadınlarını ve kızlarını temaşaya başladım.
Onlar da beni temaşa ediyorlardı. Hatta birbirlerine beni gösterip birtakım şeyler de söyleşiyorlar idi ki benim hakkımdaki mülahazaları olduğuna şüphe yok ise de benim onları beğendiğim kadar onların da beni beğenmiş olmaları bence şüpheliydi.
Bu Gürcü kadınlarının ne kadar güzel olduklarını sizin gibi doğululara tafsile girişmek ziyade bir külfettir. Siz bunları kendi memleketinizde de görürsünüz. Hele saz çalmaya, şarkı okumaya, dans etmeye gelmiş bulunan bu kızlar Gürcülerin en mahiri, en cüretlisi olup tavırlarındaki mağrur tebessümleri kendilerine pek ziyade yakıştırdıklarından cümlesinin benim üzerimdeki tesirleri ömrüm müddetince beni en ziyade memnun ve bahtiyar eden tesirlerden olduğunu inkâr edemem.
Fakat Gürcistan’da göreceğim hüsnü cemal meğer bunlardan ibaret kalmayacakmış. Bunlar nezdinde bile tam güzel sayılan kadını biraz sonra görecekmişim.
Prens Danyal’ın kaybolması üzerinden yirmi, yirmi beş dakika zaman ancak geçmişti ki kendi ikâmetgâhı tarafından prensin döndüğünü müşahede ettim. İhtiyar Tigran da yanında bulunmasın mı? İşte en ziyade buna sevindim. Anladım ki pederinin hikâyesini bana naklettireceği hakkında verdiği vaat ciddi imiş.
İkisi de tebessümlü bir tavırla yanıma geldiler. Prens Danyal, Tigran’ı bana takdim etti. Herif bana Rusça ve Türkçe sözler söylemeye başladı ise de gerek tercümanım Mihran Baron ve gerek Prens Danyal benimle Fransızcadan başka lisanla konuşamayacağımı herife anlatarak onunla da tercüman vasıtasıyla konuşmaya başladık. Vefat eden prens Gadilla hikâyesini bana anlatması için Danyal tarafından kendisine emir verildiğini söyledi ve bu garip olayı etrafıyla anlatabilmek için daha şimdiden zihnini toplamaya zorlayarak dedi ki:
“Bu mesele roman kitaplarına yazılacak, tiyatrolarda oynatılacak dramlardan zannolunur ise de bir harfi bile yalandan olmayıp evvelinden ahirine kadar her kısmı tarihlere yazılmış hakikatlerdendir.”
Ermeni’nin gayretini artırmak için bu sözünden ziyadesiyle memnun olmuş göründüm. Zaten memnuniyetim de yalan değil ya! Ama ben memnuniyetimi hakiki derecesinden daha ziyade gösterdim. Prens Danyal hazretleri tarafından nail olduğum misafirperverlik asla unutulmaz şeylerden ise de özellikle şu garip hikâyenin bende ebedî bir yadigâr kalacağını temin ettim.
Prensin gelişiyle beraber çalgı, nağme ve dans başladı. Sırasıyla kadehlerin dizilmiş olduğu tepsi de her birimizin önüne getiriliyordu. Misafirler yalnız bizden ibaret olmayıp köydeki papaz ile bazıları kır bazıları beyaz bıyıklı ve birkaçı beyaz sakallı Gürcüler de gelmişler idi ki hepsinin miktarı on kişiyi geçer.
Bu hengâmenin hususi surette hikâyeye değer gördüğüm hâli yalnız Gürcü kadınlarının icra ettikleri oyunlardır. O fidan boylu, ince belli kadınlar İstanbul dansçıları gibi ellerine birer def alıp başlarından yukarıya kollarının uzanabildiği kadar yüksek kaldırıp ayaklarının da yalnız başparmakları üzerine basarak gayet Yörük usullü bir de müzik eşliğinde oynadıkça âdeta ayakları yerden kesilip uçuyorlar zannolunuyordu.
Dans denilen şey, kadim milletlerin en ziyade ehemmiyet verdikleri hünerlerdendi. Milletler, medeni terakkide ilerledikçe bunların danslarındaki çabukluğu ve çevikliği azalta azalta dansı hemen hemen bir yürüme ve basit bir hareket derecesine indirirler. Kafkaslar kadim hâllerinin tümünü muhafaza etmiş oldukları gibi kadim danslarını da muhafaza etmişlerdir. Bu dansların ne derecelerde tiz ve ne kadar güç hareketlerden oluştuğunu tarif mümkün olamadığı gibi bunları sonradan öğrenmeye de imkân yoktur. Ancak insan çocukluğundan itibaren vücudunu bu hareketlere alıştırmalıdır ki üstesinden gelebilsin.
Bu eğlence beni pek tatlı bir surette meşgul etti. Her ne kadar nazarım Tigran’ın söyleyeceği hikâyeye münhasır ise de Prens Danyal’ın işbu konserinde de fena eğlendim. Yemek için verecek tafsilatım yoktur. Geneli etlerden yapılmış yemekleri epeyce nefis Kafkas şaraplarıyla tertip ederek hazırlamak Avrupalıların sahra ziyafetlerini andırıyordu.
Biz sofradan kalkıp parmaklarımızla yemek yediğimizden dolayı mecburen ellerimizi sabun ile yıkarken prensin ikametgâhı tarafından prensesin de geldiğini gördük. Aman ya Rab! Bu ne eda! Bu ne naz ve eda ile yapılan ihtişamlı yürüyüş!
Hele