Ахмет Мидхат

Gürcü Kızı yahut İntikam


Скачать книгу

bir latifeden de ibaret olmadığı da ortada bulunduğundan buna mutlaka bir mana verilmelidir.”

      “Vallahi senyör! Ben de bu memleketli isem de böyle bir hâli şimdiye kadar hiçbir yerde ne gördüm ne işittim.”

      “Öyle ise ben bunu prensin kendisinden sorup öğreneceğim.”

      Tercüman garip bir tavırla yüzüme baktı. Sebebini sorduğumda dedi ki:

      “Sakın ayıp etmiş olmayalım senyör! Böyle benim medeni adamlar içinde her sırrı merak etmek iyi bir şey değildir.”

      “Doğru söylüyorsunuz ama bunda sır sayılacak bir şey yok ki! İşte herif akıl dışı olan şu muameleyi apaçık icra edip bizim burada bulunduğumuz müddet zarfında olsun bu gizli işi ortaya çıkarmaması lazım gelirdi.”

      “Sorarsanız bile şunu yoluyla erkânıyla sorunuz ki, misafiri olduğumuz zatı hiddetlendirip kendi kendimizi bir tehlikeye düçar etmemiş olalım.”

      “Tabii öyle olacak değil mi ya! Şimdi siz beni dinleyiniz. Elbette prens biz gitmeden evvel bir daha görüşmeye gelecektir. Sen benim tarafımdan kendisine anlat ki işlerim o kadar acele olmadığı için bugün buradan gitmeyip prenste bir gece daha misafir kalacağım. Bugünkü zamanımı da Peşav nahiyesinin içerilerine doğru köylerini gezip hâllerini tetkikle geçireceğim. Bu arzumuza muhalefet etmezler ya?”

      “Yok!”

      “Zaten şimdiki hâlde ne Ruslarla ne kimse ile savaş hâlinde değiller ki tetkik hususundaki merakımızdan kuşkulanabilsinler.”

      “Hakkınız var efendim!”

      “Eğer akşama kadar bir münasebet düşürüp şu gördüğümüz hâl içindeki sırrı prensten sorarak anlayabilirsek ne iyi. Sorup anlayamazsak, akşam prensin adamlarına sokulup sorgulayabiliriz.”

      Bu müzakerenin neticesini Mihran Baron uygun gördü. Sanki dayak yemiş olan yaşlı adam, o acayip muameleden sonra hiçbir şey olmamış gibi bir odaya çekildiği gibi prens de hususi ikametgâhı olan odasına gitmiş ve bütün adamları da gündüz işleriyle meşgul olmaya başlamış idi.

      Bizim için tekrar uykuya yatmak mümkün olamayacağından biz de kalkıp gittik. Prensin adamları bize bol bol çay, süt, kaymak, taze yumurta ve günlük reçellerden oluşan mükemmel bir kahvaltı getirdiler. Havanın yardımı mıdır nedir biz de bu kahvaltıya mükemmel bir iştiha ile hücuma başladık. Biraz sonra prens gelip mütevazı ve nazik işaretlerle bizi selamladığı gibi tercümana da uzun uzadıya bir şeyler anlatmaya başladı. Tercüman bu sözleri bana:

      “Prens bugün gidişimize müsaade etmiyor. Akşam buraya habersizce gelmiş olduğumuz için bize layıkıyla ikram edemediğinden bahsediyor. Rica ediyor ki, bu akşamı da kendi hanesinde misafirlikle geçirelim. Bize türlü türlü Gürcü yemekleri yaptıracağından başka Gürcü çalgısı dinletecek ve Gürcü oyunları temaşa ettirecekmiş.” diye tercüme edince memnuniyetim son dereceye vardı. Artık evvelki kararı değiştirdik. Sanki biz gitmek arzusunda imiş ve prensin hatırı için kalacakmışız gibi göründük. Yalnız o gün akşama kadar zamanımızı boş geçirmemek için eğer bir mâni yok ise bizi Peşav nahiyesinin içerlerine doğru göndermesini rica ettik. Tercüman vasıtasıyla prens dedi ki:

      “Hayır hiçbir mâni yoktur. Hatta ben de birlikte gelirim.”

      Hane sahibinin böyle bizzat refakatinden daha ziyade memnun oldum. Prens derhâl adamlarına emirler vermeye başladı. Onun verdiği emirleri tercümanım bir yandan bana hikâye ediyor idi ki, ben de malum emirlerin bizim hayvanlara ilişilmeyip kendi hayvanlarından gerek kendisine gerek bize hayvanlar hazırlamasıyla beraber yol için gereken diğer ihtiyaçlarımızın giderilmesine dair olduklarını anlıyordum.

      Şunu da gördüm ki bir Gürcü prensi, kendi adamları üzerinde mutlak amirdir ve adamları ise prensleri karşısında bir cisim gibi tam bir itaat hâlindedirler. Daha önceleri yani Gürcistan’a Rus idaresi girmediği ve siyasi, mülki, askerî ve adli idare işbu prenslerin elinde bulunduğu zamanlarda tebaasının malları, canları da prenslerinin keyiflerine tabi imiş iseler de şimdiki hâlde nüfuz ve hükûmetleri bu derecelerde değildir. Yine de bir prensin adam dövmesine ve hele sövüp saymasına asla karışan bulunamaz. Dayak altında adam öldüğü de nadir değilmiş. Buna da bir katletme nazarıyla bakılamaz. Zaten Gürcüler bu gibi muamelelerden dolayı prensleri aleyhine bir şikâyette bulunamazlar ki! Şayet dövülen vefat etmiş ise veresesine beş on keçi veya bir at veyahut kendi eski elbisesinden birtakım elbise, bir kılıç, bir tek tabanca gibi bir şey hediye eder ise o müthiş muamelesi derhâl unutulup mazlum teşekküre bile mecbur kalır.

      İşte böyle mutlak bir âmir tarafından emrolunan yol hazırlıklarını tamamlamaya memur olanlar hiç ses seda çıkarmadıkları gibi akıl üstü sayılacak bir sürat ve intizamla işlerini görüp bitirerek bizim atlarımızı çektikleri gibi, beraber gelecek olan adamların atlarını da başkaca hazırlayıp bir tarafa çektiler. Prensin işareti üzerine bizim atlara binmemizin ardından adamlar da kendilerini eyerler üzerine attılar.

      5

      Gürcistan atları Arap hayvanlarıyla Macar cinsi arasında bulunmakla ve biraz daha ufak, iri kemikli ve uzun boyunlu birtakım hayvanlardır ki kalıplarına, kıyafetlerine bakılacak olsa kendilerinden pek de büyük bir meziyet beklenilmez ise de binmeleri gayet güzeldir. Rahatça bir tavırla yürüyebilirler. Tırısları Avrupa hayvanları kadar açık değilse de doludizgin gidişleri ise gayet hızlıdır. Av, savaş ve çarpışmak için terbiye edilmiş bulunduklarından binicilerinin kılıç vurmak, tüfek ve tabanca atmak gibi hareketlerinin her birinde ne vaziyet alması lazım gelirse hayvanlar o vaziyeti derhâl alırlar. Bu hususta Avrupa süvari alaylarının en kart atları bile bu dağlıların hayvanlarından pek aşağıda kalırlar. Hele taşlık ve ağaçlık yerlerde, tehlikeli ve sarp mahallerde gerek iniş aşağı ve gerek yokuş yukarı bu hayvanların doludizgin koşmaları hiçbir yerin hayvanlarıyla kıyas edilmeyecek derecededir.

      Hayvanların takımları Kafkas’ın diğer ahalisinde olduğu gibi yastıklı koltuklardan iseler de Çerkez ve Abazalarda olduğu gibi insanın altında hiç görünmeyecek kadar küçük ve bineni hayvan üstünde ayakta duruyor gibi gösterecek kadar yüksek değildir. Daha genişçe ve alçaktır. Kuskun ve göğüslükleri ve başlık ve dizginleri gümüş paftalarla öyle güzel süslenmiştir ki bunların üzerinde işlenmiş süsleri hakikaten güzel sanatlardan sayılmaya layıktır.

      Hayvanlara binerken bu müşahedem beni epeyce eğlendiriyor idiyse de o aralık dairelerden birisinin kapısı önünde malum dövülen adamı görüverince zihnim yine karıştı. Komik ve facia olduğunu henüz bilemediğim bu dövülme hadisesi yine zihnime hücum etti. Hayret verici üzere biçare yaşlı adam, prens ata bindiği zaman bulunduğu yerden büyük bir neşeyle birkaç defa prensi selamlayıp “Uğurlar olsun!” manasına gelecek birçok da sözler söylemesin mi? Prens de gayet iltifatlı bir tavır ve ondan çok sözlerle yaşlı adama cevaplar vermesin mi?

      Şaşkınlığım, hayretim, merakım o kadar arttı ki her ne olursa olsun bu sırra ermek için tercümanıma müracaat ettim. Fakat miskin tercüman bu merakın hallinde acele etmediği gibi nasihatinden dışarıya çıkmamı ziyadesiyle rica ve ricasını kabule beni mecbur etti.

      Gideceğimiz yer ovalıktı. Bundan dolayı hem müteşekkir hem de memnun kaldım. Teşekkürüme sebep, geçtiğimiz yerler gibi sarp ve tehlikeli yerlerden gidilecek olsa bindiğim hayvanı idare edememek korkusundandı. Zira itiraf etmeliyim ki pek çok tehlikeli seyahatler icra etmiş isem de öyle yaban keçilerinin bile kendilerini selamette görmedikleri yalçın kayalarda at koşturabilecek kadar at koşuculuğu tahsil edememişimdir. Memnuniyetime sebep ise önümüzün latif bir ova olması, Gürcüleri hünerlerini göstermeye teşvik etmiş bulunması kaziyesidir.

      Hakikaten, bu adamlar ne mahir atlı imişler!