Hüseyin Rahmi Gürpınar

Mürebbiye


Скачать книгу

giderdi. Memleketini, Fransa’yı, orada geçirdiği sefahat hayatını, şimdi arasında bulunduğu aile yanındaki sıfatını, işini düşünürdü.

      Fransa’da “fiy püblik” denilen düşkün kadınlardan iken burada mürebbiyeliğe alındığına şaşar, “destine” yani “nasip” denilen şeyin bu yoldaki garipliklerine, tuhaflıklarına şaşakalırdı.

      Fransa’da “natüralizm” yolunun en ileri yazarları, bu çeşit kadınları yaradılışın canlılar sırasınca en aşağı tabakadan bir mahluk sayarak bunların nasıl yediklerini, nasıl içtiklerini, nasıl sevdiklerini, nasıl ayrıldıklarını, sözün kısası bütün hayat hususiyetlerini kılı kırk yararak tetkikler ile insanlara ibret olsun diye meydana koymaya uğraştıkları ve insan cemiyetinin durmayıp işleyen yaralarından birinin de bu çeşit kadınlar olduklarını gösterdikleri hâlde işte onlardan biri olan Matmazel Anjel, “Has bahçenin baldıranı, mezbelenin gül fidanı olur.” denildiği gibi, kaderin sürüklemesi, daha doğrusu kendisini o sıfatla kabul edenlerin gafletleri sonu olarak Dehrî Efendi ailesinden birkaç çocuğun yetiştirilmesine tayin olunmuştu.

      Anjel, doğdukları zaman nüfus kütüğüne yalnız annelerinin adıyla yazılan nikâhsız çocuklardan idi. Sefahat sonunda olan bu gibi çocukları çok defa babaları kabul etmediği gibi anaları da tehlikesinden korkarak düşüremedikleri için istemeye istemeye doğurduklarından analarının istekleri dışında dünyaya gelen bu çocuklar iyi ve kötüyü ayırabilecek yaşa gelip ortada bir “baba” bulamadıkları zaman insanlar arasındaki bu mevkisizliklerinden çıkan bütün felaketlerini analarından bilirler. Her bahtsızlıklarının tek sebebi olarak meydanda yalnız onu görürler. Anasına karşı olan bu düşmanlık duygusu Anjel’de de vardı. Fransa’da beraber bulundukları zaman bazı günler saç saça baş başa dövüşürlerdi. Anjel, annesini “Babamın adını söyle.” diye sıkıştırırdı. Anasının, o zavallı kadının ise dünyada bilmediği, düşünüp düşünüp de bir türlü kestiremediği bir şey varsa o da kızının hayatına sebep olan kimse idi. Anjel’in zorlamasından pek ziyade bıktığı günler kadıncağız birkaç düzine erkek adı saydıktan sonra, “Kimin kızı olduğunu ben ne bileyim? İşte bunların içinden babanı ara da bul!” diye haykırırdı.

      Anjel, Paris’in fuhuş süprüntülüğü içinde fışkıda yetişen mantar gibi olgunlaşmaya başlayınca daha kadınlık çağına girmezden birçok zaman önce o da anasının yoluna saptı. Henüz küçüktü. Fakat fahişelikte anadan doğma istidadı yüzünden o işte anasından usta çıktı.

      Paris’in rezalet alışverişi pazarında epey zaman dolaştıktan sonra sonunda bir gün o da anasının uğramış olduğu kazaya uğradı, yani gebe kaldı. Birkaç ay evvel “aman”4 tuttuğu Mösyö Andre adında bir herife giderek karnındaki çocuğun babasının kendisi olduğunu iddia etti. Fakat Andre bu iddiayı şiddetle reddetti. Bu kabul etmeyiş karşısında Anjel kameti azıştırdı.5 Kızın çok yaygara ettiğini görünce Andre son derece öfkelenerek “Ben seninle serbest bir hâlde yaşadım. Bu yaşamadan çıkacak bütün iyilik ve kötülük sana aittir matmazel! Söylediğin çocuk üzerinde babalık iddia etmek istesem bile öteki amanlarınızdan birinin hakkını almış olmayacağımdan emin değilim.” cevabım verdi. Karşılık gördüğü şirretliğe hiç ehemmiyet vermeyerek “matmazel” cenaplarını kapı dışarı kovdu. Anjel, çocuğun babasının Andre olduğunu biliyordu. Ama herif babalığı üstüne almadıktan sonra çocuk anasının bu bilgisi ne kadar gerçek olursa olsun para eder mi?

      Kapı dışarı ümitsiz surette kovulduktan sonra matmazel düşünür. Çocuğu Andre’ye kabul ettirebilmek hususundaki zorlukları teker teker aklından geçirir. Artık Andre’den bir iş çıkmayacağına, işi bir başka kalıba dökmek lazım geleceğine karar verir. Anjel bu işte kendi vicdani kanaatine göre doğru bir harekette bulunmuştur. Fakat bu gibi işlerde doğrulukla iş yürür mü? Bu gibi zor hâllerde en doğru hareket maksada eriştirebilecek olan harekettir, işin içinde ne kadar yalan dolan, eğrilik büğrülük olursa olsun, siz işin sonundaki maksadın elde edilmesine bakınız. “Gerçek” işte odur. Anjel, karnındaki çocuğa bir baba aramıyor mu? Maksat işte o babayı bulmak ve çocuğu o babaya kabul ettirmektir. İş çok sade. Bir maksat, bir neticeden ibaret. Bir kere bu mesele şu iki basit temel üzerine kuruldu mu bunu halletmek için yapılacak hileler, yalanlar ikinci derecede kalır. Anjel, Andre’ye gitmeden önce bu inceliği düşünememiş olmasına hayıflanır. O kovulmanın sonu olarak kazandığı tecrübe üzerine kendi kendine, Çocuk Andre’nindir. Bunu iyice biliyorum. Ama işe yaramayan gerçeği ne yapmalı? İşe yarayacak şekilde değiştirmeli. Hiç Andre gibi kaba, maddeci bir herif benim gibi kadının karnındaki çocuğun babalığını kabul eder mi? Erkek odur ki benim gibi bir kadın tarafından babalık merhametine takdim olunan bir çocuğun kendi evladı olduğunu kestirse bile Andre gibi bu medeniyet asrının maddeci ahlakından kendini kurtaramayıp öyle bir çocuğa babalık kollarını açmayı ahmaklık, belki de büyük bir ayıp sayar. Fransa’da gene erkek odur ki başka birinden olan bir çocuğun fuzuli babalığıyla şereflenir de maddi olarak babalık hakkının kime ait olduğunu düşünmekten kendini kurtarmış bulunur, o tatlı gaflet içinde yaşar gider. İşte bana böyle bir baba lazım… yolunda düşünür. Her nefes aldıkça karnında büyüyen o rahatsızlık veren ağırlığı yükletmek için parası çok, aklı az, merhameti duyarlığına galip, çabuk müteessir olur, evlat canlısı bir baba araştırır. Zihnindeki bu araştırmada uzun zaman beyin patlatmaya hacet kalmadan Anjel aradığı babayı bulur. Anjel’in çocuğuna baba mı yok? Paris mösyölerinin dörtte üçü o işe istihkak yolunda himmet harcamışlar ama sözü kime anlatırsın. İş, bu babalar arasında bir insaflısına rastlamakta. İşte tam istenen vasıflarda o insaflı, duygulu babayı Anjel zihninden, şiirde nazik ve nadir bir kafiye gibi arar bulur.

      Çocuğunun babalığına uygun bulduğu bu zat meşhur yazarlardan Mösyö Bodler6 adında biriydi. Hiç yazar olup da hassas olmamak, hassas olup da insaflı bulunmamak, insaflı olup da gereken şeyi yapmaktan çekinmek kabil midir? Hem yazarlar dalgın adamlardır. Hele romancı, tiyatrocu kısmını aldatmak kolaydır. Bunlar eserlerinde her gün bin türlü yalan yaza yaza yalanı sahiden, olanı olmayandan, gerçeği zıddından fark edemeyecek hâle gelirler. Bütün hayat manzaralarına roman diye bakarlar. Her yalan dolu işi hakikat şeklinde göstermeye, her gerçeği roman yoluna sokmaya uğraşırlar. Yalanın sözle olanı bir ahlak edepsizliği sayılırken kalemden çıkanı hüner sayılmak, kitap şeklinde para ile satılmak medeniyet terakkisinin yazarlara verdiği garip bir imtiyazdır. İşte Mösyö Bodler de yazdığı yalanlara kendisi gülüp âlemi ağlatan bu çeşit kalem sahiplerinden idi.

      Matmazel Anjel’in yatak arkadaşlığı ettiği hesapsız mösyöler içinde çocuğuna baba olmak üzere Andre’den sonra Bodler’i seçmiş olması bu adamın yazar olması, yazarlığın ayrılmaz bir hassası sanılan hisliliğinden, kalp inceliğinden faydalanmaktan çok başka mühim bir sebepten ileri gelmişti. O mühim sebep de Bodler’in “Sefil Çocuklar -veya- Tabii Evlat” diye beş perdelik bir dramın yazarı olmasıydı. Bu dram, Paris’in tiyatro sahnelerinde yüzlerce defa oynanmış ve her oynanışında seyircilerin gözlerinden çeşme gibi yaş boşanmış, bu eser Bodler’in şöhret kazanmasına sebep olmuştu.

      Yazar, bu piyesinde düşmüş anaları, ahlaksız babaları, Fransa’daki halkın beşte ikisini kanun hükmünce şüpheli bir hâlde, insan cemiyetine karşı bağsız hâlde bırakan o canavarları layık oldukları dille meydana koymuş, kanun dışında bu gibi münasebetlerin insanlarca sebep olduğu fenalıkları felsefe, ahlak, hukuk daha bilmem ne fenlerine göre teker teker incelemiş, böyle gizli veya açık bağlar sonunda meydana gelmiş olan zavallı çocukları bazı hayır tesisleri