Hüseyin Rahmi Gürpınar

Mürebbiye


Скачать книгу

korkusu ile hükmü geçerlikte olan kaidesine aykırı davranmaktan çekinilen şey değil mi? Pekâlâ… Ceza korkusuyla namuslu yaşayanlarca ahlak ne ise bizim için de bu düsturumuz işte odur. Çünkü bu düsturumuza aykırı davrandığımız anda bizim için de ceza hazırdır. Teorimizin bu cihetleri biraz nazik olduğundan sözlerim karışıklaştı ama siz yazar ve hem de mesleğinizin mesleğimize yakınlığını iddia eden kalem sahibi olduğunuz için benim bir sözümden sizin bin anlayacağınıza hiç şüphe etmem. Bizim oyuncağımız dilbazlık, sermayemiz kurnazlıktır. Bu asrın medeniyetçe terakkisi tesiriyle her şeyde görülen değişiklik, aşk ve muhabbetler şimdi yalnız Paul ve Virginie gibi duygu temizliğini tasvir etmelerinden dolayı modaları geçmiş sayılan bazı hikâyelerde kaldı. Şimdi hayvan gibi sevişiyorlar. İşte o hayvanlardan birisi ben, gücenmeyiniz mösyö, bir öteki de sizsiniz. Ömrünüzde hiç insan gibi sevdiğinizi hatırlayabiliyor musunuz? Ben kendi hesabıma hatırlayamıyorum. Böyle çocukça bir hatırlamada bulunabilsek bile bu budalalığımızı birbirimize karşı söylemeye zamanın ahlakını düşünerek sıkılırız. Ne yapalım? Bu gibi gönül saflıkları şimdi ayıp sayılıyor. La Dam o Kamelya gibi roman kahramanlarına bile şüphe ile ve belki horlukla bakılıyor. Bu yaradılışta bir hafif kadın olabileceğine kimse ihtimal veremiyor. Yazarı, çok iyi yürekli ve hayalci olmakla suçlanıyor. Zamanımızda herkes Nana gibi hakikatlere bayılıyor. Kadın dedin mi Pöl Burje’nin ‘Mensonges’ romanındaki Suzan veya Kolet gibi olmalı. Koca denince Suzan’ın kocası Moren’e benzemeli, âşıklar da Deforj tipinde bulunmalı, işin içine samimilik, muhabbet gibi budalalıklar girerse sonra görülecek hâl Rene Vensi’de görülen gibi çok acıklı sonun aynı olur. Romanlarda bile tasvir edilmesi yazarın kalemine leke sayılacak iyi ahlak insanlarını Paris’in gerçek hayatında artık aramak bir manasızlık sayılmaz mı? İffetimiz olmaması bizi umumi iffete karşı düşman etmiştir.”

      Anjel’in bu son cümleden sonra ileri sürdüğü edepsizce fikirler henüz anlatma saffeti ve anlatış bekâreti o dereceye varamamış olan Türkçemizle ifade edilemeyecek derecede Frenklerin yeni edebiyatından olduğu için matmazelin bu teorisini umumi edebe saygı için susarak geçiyorum.

      Bodler, bu edebiyatça karşılıklı konuşma üzerine Anjel’in teorisiyle kendininkini birleştirerek başı açık bir eser vücuda getirir. Yazar bu eseri yazmakla uğraşırken Anjel’in karnındaki yavru da bütün gelişme devresini geçirir. Sonunda çocuğu kundağa, kitabı tezgâha yatırırlar. Konu tabiattan alındığından mıdır nedir, çocukçağızın talihine kitap o kadar beğenilir ve satılır ki Bodler cenapları kendine münasebeti binde bir derece de bulunan bir çocuğa bu kadar mühim bir bağışta bulunduğuna pişman olur ama verdiği “parol donör”den (namus sözü) dönmeye yol bulamaz.

      Anjel, az zamanda o paraların altından girer, üstünden çıkar. Cı-yak cıyak bağırmaktan başka artık kendisine bir faydası kalmayan o yavrucağı büyükannesinin şefkatine emanet ederek matmazel cenapları yeni yakalamış olduğu Mösyö Maksim adında bir herifle yaşamaya başlar. Bu yeni amanı ile olan münasebeti ümit ettiğinden fazla sürer. Tüccar olduğu için dört beş ay kalmak için herifin İstanbul’a gelmesi icap eder. Anjel, garp mallarının şarkta para ettiğini bildiğinden ve kendini de o metalardan biri saydığı için hem ziyaret hem ticaret niyetiyle Mösyö Maksim’in peşine takılır, birlikte İstanbul’a gelirler. Mösyö Maksim’in ticaret işleriyle uğraştığı sırada Anjel de fırsat düşürdükçe kendi hususi ticaretiyle uğraşmaktan geri kalmaz. İstanbul’a geldiklerinden bir ay sonra Maksim, metresini bir Rum delikanlısıyla yakalar. Mösyö Maksim, Fransız olmakla beraber her nasılsa natüralizm taraflısı olmadığından Anjel’in beli ortası budur diye bir tekme indirip karıyı bulundukları otelden kapı dışarıya defedivermek gibi Frenklere yaraşmayacak bir nezaketsizlik ve kabalıkta bulunur.

      İki yol çantası ile iki eli böğründe beş parasız sokak ortasında kalan Anjel kerhanelerden birine sığınacak yerde çirkin sanatını umumilikten hususiliğe dökmek, fahişelik yorgunluğundan bir parça dinlenmek isteyerek, İstanbul’da yerleşmiş itibarlı bir Fransız ailesine başvurur. Melek gibi, bir ikiyüzlülük gösteren çehre ile kendi kendini temiz bir kız olmak üzere tanıtır. Güya söyleyecek çok sözü varmış da fazla utancı bunlara engel oluyormuş gibi yalancıktan kızarır. Her ne derdi varsa sıkılmayıp açık söylemesi için o aile üstüne düşer. Birçok utangaç duraklamalar ve yapmacık hâllerden sonra yüzüne mendil tutarak yaşamak için mürebbiyelik etmek gibi halis bir niyetle İstanbul’a gelmeyi arzulamış ve şimdiye kadar da Fransa’dan dışarı çıkmamış olduğundan kadınlığı ve seyahat hususundaki acemiliği, hele tabiat itibarıyla beceriksizliği ve utangaçlığı yüzünden İstanbul’a gelmek üzere bulunan namuslu bir kimse olarak tanıdığı Mösyö Maksim adında biri tarafından kendisine teklif olunan arkadaşlığı kabul etmek zorunda kalmış olduğunu, gene burada yer yurt bilmemesinden dolayı o zatla bir otele inmiş, namuslu insan sandığı o Mösyö Maksim tarafından son zamanda vahşi bir surette ırzına taarruza kalkışması üzerine coşup taşan namuslu atılganlığıyla kendini sokağa dar atabilmiş olduğunu ve yanında birkaç günlükten fazla harçlığı ve eşya adına bir iki kat çamaşırıyla bir dua kitabından(!) başka bir şeyi olmadığını ter dökerek öyle yana yakıla bir yanıklıkla anlatır ki dinleyenlerin gözleri acıma şiddetiyle yaşarır.

      O itibarlı Fransız ailesi, Anjel’in hâline ağlamak derecesinde acımakla beraber gene kendisini bir gece bile evlerine misafir olarak almazlar.

      Vatanları dışında yaşayan Avrupalılar bulundukları yabancı memleketlerinde kendi milletlerinden birine rastladıkları zaman o kimseye her hususça saygı duyarak kolaylık gösterirler. Bu saygı ve şefkatin sebebi ise o vatandaşın başka bir milletin kesesinden geçimini sağlamaya uğraşmasıdır. Bu işte düşünülen fayda da kendi milletlerinin başka bir millet arasında çoğalması ve nüfuzunun artmasıyla oradaki servetten bir kısmının kendi memleketlerine taşınmasına yol açılmasıdır.

      O Fransız ailesi tarafından işte böyle bir şefkat duygusu ile Anjel’e yardım edilmeye kalkışılır. İlkin kendi yakınlarında ucuzca bir oda kiralanır. Matmazel oraya yerleştirilir. Az bir zaman sonra da mürebbiyelik işi ile Dehrî Efendi ailesine gönderilir.

      Mürebbiye Anjel, geçmişinden birazcık söz açtığımız işte böyle bir Anjel’dir. Mürebbiyemiz orospuluk yorgunluğundan bir zaman için vücut ve zihin dinlendirmeye niyetlendiği hâlde “Alışmış kudurmuştan beterdir.” sözünce arasına katıldığı aile insanları içinde genç, ihtiyar birkaç erkek görür görmez niyetinden cayıverir.

      Gerekli kayıtları yakında yürütmek üzere hoşuna giden aile erkeklerinden bir ikisinin adlarına defterinden alfabe sırasına uygun haneleri hemen açar.

      Nezahet Hanım’la Vahip Bey’in fiil çekimleri mürebbiyenin son derece hoşuna gider ama defterinde açtığı hanelerin çokluğuna göre Şemi ve Sadri’nin sevgileriyle kanaat edemeyeceğinden çatkınca bir suratla çocuklardan sorar:

      “Yalnız, Şemi, Sadri beyler ikisi bu lakırtı söylemiş? Amca bey böyle bir şey demedi?”

      Çocuklar ikisi birden, “Hayır, demedi.” cevabını verirler.

      Amca beyin böyle bir şey demediğine Anjel’in o kadar canı sıkılır ki o yapmacık çatkınlığı bu sefer sahici bir somurtkanlığa döner. Onun adına olarak defterde açılan hane açık mı kalacak? Kederli kederli düşünür: Bugün demediyse elbette bir gün der, düşüncesiyle gönlünü biraz avutur.

      O aralık kameriyenin önünden yalının aşçıbaşısı Tosun Ağa kolları dirseklere kadar sıvalı, belde al soflu ipek futası, boyundan aşağı göğsüne doğru gümüşten bir akarsu gibi sarkan kordonu ile geçmekte olduğundan gümrah bıyıklı, kırmızı yanaklı bu Bolu güzeline karşı Anjel evvela