Hüseyin Rahmi Gürpınar

Mürebbiye


Скачать книгу

oldukça derin derin bahisler açar. Rüştiye bilgisinden başka insan bilgisi adına bir şey görmemiş olan zavallı Sadri ağzını açar, bir sürü fen sözlerinin karışıklığı içinde her bir kelimesi güm güm kafasına vurulur gibi edilen o bahislerin bir sözünü bile anlamadan kendinden geçmiş bir şaşkınlıkla dinlerdi. Arada sırada, “Keramet buyurdunuz efendim… Hiç işitmemiştim, aman ne tuhaf şey efendim…” gibi cevaplardan başka bir karşılıkta bulunamaz.

      Sadri’nin bu cahilliği de fakirliği gibi, Dehrî Efendi’nin hoşuna gider. “Varsın biraz cahil olsun, mekteplerde birtakım yanlış şeyler öğreneceğine gelsin, her şeyin doğrusunu benden öğrensin.” der.

      Efendinin önüne çıkmaya, konuşma şerefine başladığı ilk zamanlarda Sadri ile aralarındaki sevgi bağı şöyle başlamıştı:

      “Efendi oğlum, ne tahsil ettiniz bakalım?”

      “İşte, hâlimiz yettiği kadar… Şundan bundan tahsil ettik.”

      “ ‘Şundan bundan’ ne demek?”

      Sadri sıkılarak: “Sarf gibi, nahiv17 gibi… Tarih, coğrafya, hesap… Mesela Risale-i Ahlak gibi…”

      “Sarf ve nahiv dediğin şeyler… Arabi mi? Türki mi? Farisî mi? Fransevi mi?”

      “Üçü dördü karışık efem… Bunlardan yalnız Türkçenin nahvini iyi göremedim, bir görene de rastlamadım.”

      “Bunlar çocuk dersleri canım… Çeşitli ilim ve fenlerden neler gördün? Bunlardan da hangisine merak sardın? Hiçbirinden ihtisasın yok mu?”

      Sadri derin derin düşünmeye vararak:

      “Yalnız birisine ihtisas ettim. Fakat o da ehemmiyetsiz…”

      “Hangisine?”

      “İlm-i nebata18 efendim.”

      “Ehemmiyetsiz mi ya! Botanik pek mühim bir ilimdir. Nesc-i kureybi, nesc-i kureybi-i lifi, nesc-i kureybi-i viaiye dair olan yeni nazariyat hakkındaki mütalaatın derin mi?”

      Sadri, şaşırarak:

      “Kurabiye mi buyurdunuz efendim?”

      Dehrî Efendi öfke ile: “Kurabiye değil! ‘Tissu ulriculaire’in (tulum-su doku) Türkçesini… Türkçesi mi ya, Arapçasını söylemek istedim.”

      “Şu buyurduğunuz isimlerde şimdiye kadar hiç nebat ismi işitmedim efendim.”

      “Bu söylediklerim nebat ismi değildir. Ben nebatın ilk hâllerinden, nasıl meydana geldiğinden, şimdiye kadar tetkik edilebilen doku nevilerinden bahsetmek istiyorum. Bunları bilemedim. Pekâlâ ‘fasile-i futriye’, yani mantar kısmında nasılsın?”

      Ooo! Sadri mantar kısmında birinciydi. Hele lakırtı mantarında… Efendinin bu nüktesinin farkına vardığı için zavallı çocuk utancından kulaklarına kadar kıpkırmızı kesilmekle beraber uzunca bir gülümsemeden de kendini alamadı. Efendi de hafifçe bir gülümseme göstererek:

      “Gülme oğlum… Böyle her şeye gülüvermekle geçmemeli. Biraz da onların ne olduğunu anlamaya uğraşmalı. Mantarlar, nebatın ‘zatililkah-i hafiyetülmüvellid-i tarnfeyn’(!)19 sınıfındandır. Ensiceleri20 yalnız hücreviyeden meydana gelmiştir. Bazıları tok hücreden dokunmuştur, birtakımları da çok hücrelerin karışık bir surette dokunmasından müteşekkil olur. Tabiat ekonomisinde mantarların gösterdikleri tesirler pek büyüktür. Mantarlar sona eren her şeyin kalmış olan parçalarını yok ederler. Organlaşmış hâlde bulunanları madenleştirirler, organik maddeleri de azot, amonyak hâlinde mahvederler. Küçük mantarlar da büyük mantarları âdeta yerler.”

      Son derece şaşırarak: “Mantarlarda bu gibi tuhaf hâller olduğunu hiç bilmiyordum efendim… Hele bir mantar başka bir mantarı yerken hiç görmedim.”

      “Ben sana fen dairesinde söz söylüyorum. Mantar, mantarı ağzıyla ısırıp dişleriyle çiğneyerek yemez.”

      Çok mahcup olarak:

      “Malum efendim… Malum… Onlar da birbirini fen dairesinde yerler.”

      “Ona ne şüphe! Her yerde, her toprakta mantar bulunur. Yetişmeleri, bulundukları yerlerin coğrafya bakımındaki değişikliklerle değişmez ise de aynı çeşit mantar, asırlar ve devirler boyunca şekil bakımından çeşitlilik gösterebilir. Mantarların renkleri beyaz, esmer, kırmızı, mavi, morumsu olur. Yeşili bulunur derlerse sakın inanma ha!.. Bunların kimyaca olan mürekkebatı yetiştikleri yer ve muhit ile alakalıdır. Terkibinde yüzde doksan su, mayalanacak şeker, azotlu maddeler ve bazı da yiyenleri zehirleyen pek kuvvetli bir zehir maddesi bulunur. Bunların yüzünden hayvanlara ve tarıma musallat olan hastalıklar sayısızdır. Birçok şeyler üzerinde rutubet ve sair tesirlerle meydana gelen ve halkın ağzında ‘küf’ diye dolaşan şeyler bütün mantardır. Bunların ‘klostroma’ denilen nevi, üstünde bittiği koca bir gemiyi birkaç senede çürütüp dağıtır.”

      “Aman efendim, şaştım kaldım! Ne fena şey imiş bu mantarlar… Lütfen kulunuza bu malumatı vermemiş olsaydınız… çakeriniz21 hâlâ… bendehanenizin22 alt katındaki bütün eşyayı saran o mavi şeye ‘küftür’ deyip gidecektim. Süphanallah, bunlar hep mantar ha!”

      Bir zekâ eseri göstermek isteyerek:

      “Efendimiz, o hâlde, hani ya bazı tembel adamlara ‘Be adam, nedir bu hâlin? Artık küfleneceksin!’ derler. Bu söz yanlış. Bundan sonra onlara ‘mantarlanacaksın’ demeli. Doğrusu bu değil mi efendim?”

      “O başka cihet… O başka cihet… O büsbütün başka iş… Mantarın da kullanılacak yeri var, küfün de… Yeşilliklerden her birine musallat olan bir çeşit tufeyli23 vardır. Buğday saplarına tarla henüz taze iken arız olup24 da ‘cemre’, ‘yanı kara’ veya ‘külçer’ denilen hastalığı meydana getiren şey ‘ostilago’ isminde bir nevi mantardır. Gene buğdaylardaki ‘humz-i yeknim-i hadit’in (!) çıkmasına sebep olan ‘poççina graminis’ adında habis bir tufeylidir. ‘Produs pra devestan’ yer elmasında, ‘erizifatokeri’nin asmada meydana gelmesine sebep olduğu zararı bilmeyecek kadar habersiz misin? Mantarlar sınıfından birçok parazit insanlara, hayvanlara musallattır. Bunların ‘odium albikan’ çeşidi çocuklarda ‘da-i caversiye’, ‘sulak’, daha doğrusu senin anlayacağın ‘külleme’ hastalığını meydana getirir.

      “Aman ya Rabbi!.. Neler öğreniyorum! Çocuklar ‘külleme’ olur mu efendim? Bendeniz ‘külleme’ yalnız asmalarda olur zannediyorum.”

      “Asmalarda olan insanlarda olmaz mı cahil? Yalnız çocuklarda değil, büyüklerde bile olur. Ağzı burnu yara bir çocuk gördüğün vakit kendini sakın. Bulaşır. Bir çocuğun ki ağzı burnu yaradır, mutlaka o küllemedir. Çok defa emzikle büyütülen çocuklarda olur. Anaları tembel, dikkatsiz bulunur, ‘da-i caversiye’ çıkar. İpek böceklerindeki ‘muskardin’ hastalığını kim hasıl eder?”

      Büyük bir çabuklukla:

      “Hiç şüphe yok efendim mantarlar…”

      “Hangi nevi mantar?”

      Düşünerek: “Demin buyurduğunuz… ‘protos ustorokoş’ nevi…”

      Gülerek: “Produs pra davestan demek isteyeceksin.”

      “Evet efendim, evet… Mantarların o protestan