Hüseyin Rahmi Gürpınar

Mürebbiye


Скачать книгу

bocalayan bir adam âleme ‘moral’11 dersi vermek için nasıl kitap yazabilir? İşte ben de bunu anlamak istiyorum. Biz ‘fiy püblik’12 namını taşıyoruz. Canı isteyen, bizden çekinir, uzak durabilir. Size ise ‘moralist’13 deniyor. Bu nam altında bütün ayıplarınız gizli, örtülü kalıyor. Bu önemli noktayı bana izah eder misiniz?”

      Bodler, alaylı bir gülümseme göstererek:

      “Mademki açık görüşmek istiyorsunuz, mademki birbirimizi yine birbirimize riyasız, tabii, olduğumuz gibi göstermek icap ediyor… Ben yazarlık mesleğimce olan teorilerimizi size anlatayım. Fakat siz de bana kendi sanat ve mesleğinizce olan ince teorileri anlatır mısınız? Eğer buna razı olursanız sözlerinizi ben de not ederim. Bu notlar mühim bir kitaba temel olur. Böylece esaslı bir kitap vücuda gelir. Bu çekişmemizle boş vakit geçirmemiş oluruz.”

      “Bu teklifinizi bir şartla kabul ederim.”

      “Şartınız nedir?”

      “Şartım, yazacağınız kitaptan olacak kazancın konuşmamıza sebep olan çocuğa bırakılmasıdır.”

      “Yazarların sandığınız kadar fena adamlar olmadıklarını size karşı ispat etmek için kimin olduğu belli olmayan bir çocuğa bu kazancı bırakırım.”

      “Bodler!”

      “İşin içinde yalan, hile, desise olmayacağı sizin söylediğiniz şarttan evvel kararlaştırılmış bir şart değil miydi ya?”

      “İşte ben de bu ilk şarta uyarak çocuk sizindir diyorum ya. Çünkü sizin değildir desem yalan söylemiş olurum.”

      “Sizin meslekte olan bir kadından doğacak çocuk kimsenin değildir. O, ancak sizindir matmazel. Şimdi ettiğim vaadi yerine getirmekten başka çocuğunuza bir ikramda bulunamam. Çocuğun olması işinde benim kadar yardımı bulunan bütün tanıdıklarınız bu kadarcık bir lütuf göstermiş olsalar doğacak çocuk Roçilt’zadeler kadar zengin olur, işte ben payıma düşen fedakârlıktan çekinmiyorum. Çocuğunuz hakkındaki şefkatiniz sizi bundan ileri bir dereceye sürüklüyorsa başka taraflara da başvurunuz.”

      Anjel, yazardan çocuk adına çekebileceğinin şu vadedilen miktardan ileri götürülmek ihtimali olmadığını iyice anlar. Onun için vadedilen menfaate kanaate mecbur olur. Yazarın, mesleğinin teorisi için vereceği izahatı bekleyerek susar.

      Çekişme sonunun böyle bir uyuşmaya vardığını görünce Bodler bir sigara yakar, bir tane de Anjel’e verir. Sigaraların dumanları yılankavi şekillerle tavana doğru yükselmeye başladığı sırada yazar şu suretle işi izaha girişir:

      “Matmazel!.. Kendinize ‘fiy püblik’ yani ‘harcıâlem bir kız’, bize, yani yazarlara da ‘moralist’, yani ‘ahlakiyun’ adını veriyorsunuz. Bu iki sıfatın bir arada söylenmesi iki zıt şeyi toplama gibi görülür ise de bu iki sanata şimdiki moral noktasından bakılınca aralarında görülecek şey büyük bir uzaklık değil, aksine apaçık bir yakınlıktır. Ahlakiyundan olmak için ahlaksızlığı tetkik etmek icap eder. Bir işle fazla uğraşmak, insanın o şeyle senli benli olması sonuna varacağından tehlikeli bir fen denemesinde bulunanların bazen bu deneme sırasında fen yoluna kurban gittikleri görüldüğü gibi, âleme ahlak dersi vereyim derken ahlaksızlık çirkefine düşüp dibi boylayanlar da görülmemiş değildir. Tarih, pek çok büyük yazarların küçüklüğünü ve ahlakçılardan bir haylisinin ahlaksızlığını bize bugün gösteriyor. Bundan fazla eski moralistler ile şimdikiler arasında büyük fark vardır. Hatta ‘moral’ kelimesinin manası bile bütün bütün değişti. Eski Yunanlılarda ‘moralist’ sayılan Teofrast’lar, Plutark’lar, Maksim’ler; Romalıların Çiçeron’ları, Senek’leri, Mark Orel’leri ve daha doğru söylenilmek istenirse bizim (Fransızların) dünkü Montenyi’lerimiz, Roşfuko’larımız, Paskal’larımız, Labruyer’lerimiz bugün hayata geri dönmüş olsalar, bunlardan her biri kendi zamanlarında öğretmiş oldukları ‘moral’in bugünkü peydah ettiği aksi neticeyi görerek şaşırıp kalırlar ve şimdiki morali öğrenmek için yeniden okumak zorunda kalacakları için buna da belki canları sıkılır. Eski ‘moral’ ile yenisini, hele ‘edebiyat’ ile ‘moral’i birbirinden ayırmak lazımdır. Her parlak söz, kaideye uygunluğu yüzünden ‘edebiyat’tan sayılabilirse de edebiyattan olan her şey ‘moral’ olamaz. Eski zaman ahlakçıları pisliğe el değdirmeden bunun ne olduğu hakkında hüküm vermek ve fikir söylemek gibi garip iddiada bulunurlarmış. ‘Natüralizm’ ve ‘eksperimantalizm’ usulleri edebiyatta da kullanılmaya başlayalı beri arama ve yazma yolları değişti. Klot Bernar’ın deneme usulünü fizyolojiye, hekimliğe tatbikinden sonra roman da tetkik usulleriyle tecrübe fenleri sırasına girmek istidadını gösterdi. Fenler iki kısımdır: Birincisi sadece tetkik ile ne olduğunu bulmaya uğraşılanlardır ki tetkik eden kimsenin bundaki fence araştırması yalnız tabiatı tetkikten ibaretti. İkincisinde ise tetkik eden kimse yalnız tabiatı tetkik ile kalmayıp tabiat üzerine tesirler icrasıyla tecrübe usulünü kullanabilir. Böylece astronomi, jeoloji, mineroloji, botanik, zooloji fenleri birinci kısımdan, fizik, kimya, fizyoloji ilimleri dahi ikinci kısımdan savılır. Buna göre biz de romanlarımızda yaşatacağımız kişileri tabiattan birer tip (örnek) olmak üzere seçer, bunların ana babalarından, atalarından miras olarak alacakları bünye, huy ve başka her türlü yaradılış hâlleri ile sonradan içinde yaşayacakları âdetler, ahlak ve yaşama usulünü göz önünde bulundurarak filan şartlar altında doğup ve filan sosyal şartlar içinde yaşayan bir adamın ömrü, rastlayacağı hayat vakalarına göre nasıl geçmesi ve ne gibi neticeler göstermek gerekirse bunu son derece tabiata uygun bir şekilde anlatırız. Eğer bu yoldaki tetkikler ve tabii anlatışımızda ne kadar başarı gösterirsek cemiyetçe bundan mühim neticeler, yararlı hareketler elde edilir. Filan yaradılış ve hayat şartları ile yaşamış bir adamın hayatının sonucu bizce maddi olarak görülse bile, o şartlardan bazılarını değiştirsek işin sonuna da tesir etmesi gerekli değişiklikleri bize keşfettirecek fen işte ‘roman eksperimantal’dir.14 Sanatımızın böyle çapraşık cihetleri bulunduğu için matmazel, tatbik edilebilen bazı işleri kendimizde denemek isteriz. Bu on dokuzuncu hasta asrın ahlakça olan zehirlerini kendimize aşılarız. Bazı tehlikeli hastalıklara çare bulmak için korkunç hastalıkların tohumlarını vücutlarına aşılayan fen fedakârlarından o tesir ile ömürlerinin sonuna kadar sağlıkları, kanları bozuk kalanlar olduğu gibi bizde de o çeşit tecrübe zehirlerinden kurtulamayanlar bulunabilir. Fakat halkça göz önünde bulundurulacak şey söyleyen kimsenin kendisi değil, söylediği sözdür. Kansızlığa tutulmuş bir hekimden kuvvetlenme için reçete alanlar ve o ilaçlardan bazı da fayda görenler yok mudur? Öyle bir hekimin reçetesi kendine iyi gelmez de başka bir bünyeye iyi tesir edebilir. Hekimlerin hasta olmamak, uzun ömürlü olmak gibi öteki insanlardan başka bir imtiyazları yoktur ya! Bunlardan genç, ihtiyar çeşitli yaştakilerin her türlü hastalıktan her gün öldükleri görülüyor. Bu hâlden ne hekimlere yılgınlık geliyor ne de onlara başvuranlara ümitsizlik. İşte matmazel biz, kendinin tutulmuş olduğu aynı hastalığa tutulmuş başka bir hastayı iyileştirmeye uğraşan doktora benzeriz. Bu eksiklik yalnız bizim mesleğimizde değil, öteki mesleklerde de vardır. Bir avukatın, vicdanına aykırı geldiği hâlde, bir cani ve suçsuz için bağış veya mücazat istemesi de buna benzer. Ahlakın en aşağı çukurunda bulunan bir adamın âleme ahlak dersi vermesindeki hikmeti şimdi anlayabildiniz mi?”

      Anjel, derin derin düşünerek:

      “Anladım mösyö, anladım… Fakat bizim sanatımız ile sizinkinin arasında iddia ettiğiniz kadar yakınlık ve benzerlik göremedim. Bizim sanatın insanları çok kere cahil olurlar. İşledikleri fenalıkları,