vilayetteki büyük aileler ve nüfuzlu insanlar birtakım basit ifadelerle sıralanmıştı. Şöyle bir şeydi:
Bu Jinlingli Jialar,
Aslına bakılırsa,
Değerli taştan salonlarda yaşarlar,
Altınlarını küplerle tartarlar.
Yirmi sülale, Ningguo ve Rongguo düklerinin soyundan gelir. Başkentteki sekiz sülalenin dışında ata topraklarında on iki sülale daha vardır.
Belki krallara layıktır
Ah-Pang Sarayı,
Ama yeterli değildir,
Jinlingli Shiler için.
On iki sülale, Baoling Markisi Shi’nin soyundan gelir. Onu başkentte, geri kalanı ata topraklarındadır.
Ejderhalar kralı isterse
Altından yatak,
Jinlingli Wanglara başvurur
Diyorlar.
On iki sülale, Emniyet Müdürü Kont Wang’ın soyundan gelir. İkisi başkentte, geri kalanı ata topraklarındadır.
Jinlingli Xueler
O kadar zengindir ki
Onlar için altın demir gibi,
Kum gibidir inci.
Şimdilerde Hazine’den sorumlu olan İmparatorluk Sekreteri Lort Xue soyundan gelen sekiz sülale vardır.
Daha Yucun listeyi okumayı tamamlayamadan, kapının önünde bir gonk sesiyle Bay Wang’ın resmî bir görüşme için geldiği bildirildi.
Yucun hemen resmî cüppesini giyip şapkasını takarak, misafiri karşılamak için odasından çıktı ve yemek yemeye yetecek kadar bir süre sonra geri dönüp görevliyi sorgulamaya devam etti.
“Bu dört aile, birbirleriyle yakın ilişki içindeler.” diye açıklamasını sürdürdü görevli. “Birini gücendirmek hepsini gücendirmek, birini onurlandırmak hepsini onurlandırmak demektir. Birbirlerine yardım eder ve kusurlarını örterler. Cinayetle suçlanan bu Xue, listede ‘O kadar zengindir ki’ diye yazan Xuelerden biridir. Sadece diğer üç ailenin desteğine güvenmekle kalmaz, başkentte ve vilayetlerde babasının bir sürü eski dostu ve akrabaları vardır. Siz şimdi hangi birini tutuklayacaksınız, Sayın Hâkim?”
Bu sözleri duyan Yucun gülümsedi.
“Eğer durum buysa, davayı nasıl çözeceğiz? Senin katilin saklandığı yeri bildiğini sanıyorum.” dedi görevliye.
“Sizden saklayacak değilim, Sayın Hâkim.” dedi adam, gülerek. “Sadece katilin saklandığı yeri değil, kızı kaçırıp satan adamı ve onu satın alan müteveffayı da biliyorum. Ama durun, size her şeyi ayrıntısıyla anlatacağım.”
“Öldürülen adam Feng Yuan fakir bir köy ağasının oğluydu. Daha genç yaşında hem babasını hem de annesini kaybetti; kardeşi yoktu. Sahip olduğu verimsiz topraklarla kıt kanaat geçiniyordu. On sekiz on dokuz yaşlarındaydı. Kadınlardan çok erkeklerle arkadaşlık ediyordu. Ama hiç şüphe yok ki geçmişteki günahlarının telafisi olarak, garip bir tesadüf eseri, kızı satan bu üçkâğıtçıyla karşılaşmış ve kıza ilk görüşte âşık olmuştu. Onu satın alıp ikinci karısı yapmaya karar vermişti. Artık erkeklerle bir ilgisi kalmadığına ve ondan başka birini eş olarak almayacağına yemin ediyordu. Bu konuda o kadar hevesliydi ki kız onun evine gelmeden önce, gerekli hazırlıkları yapmak için üç gün beklemesi gerekti. Üçkâğıtçının, kızı gizlice Xue ailesine satıp her iki taraftan alacağı parayla kaçma niyetinde olduğunu kim bilebilirdi? Daha amacına ulaşamadan iki taraf onu bulup öldüresiye dövdü. İki taraf da paralarını geri almaya yanaşmıyor, kızı istiyordu. Sonra hiç kimseye taviz vermeyen genç Xue, adamlarına Feng Yuan’in pestilini çıkarmaları için emir verdi. Feng Yuan eve getirildikten üç gün sonra öldü.”
“Genç Xue, neler olacağını bilmeden, başkente gitmek üzere yola çıkmak için çok önceden bir gün belirlemişti ve genç Feng’ı öldürüp kızı aldıktan sonra ailesiyle beraber hiçbir şey olmamış gibi belirlenen günde yola çıkmıştı. Gidişinin kaçmakla bir ilgisi yoktu çünkü bir insanın canını almak onun için önemli bir şey olmadığından meseleyle ilgilenme işini hizmetkârlarına bırakmıştı. Onun hakkında bu kadar konuşmak yeter. Söz konusu kızın kim olduğunu biliyor musunuz?”
“Nereden bileyim?” dedi Yucun.
“Büyük bir minnet borçlu olduğunuz birisi.” diyerek kıs kıs güldü görevli. “O, Su Kabağı Tapınağı’nın bitişiğinde oturan Bay Zhen’in kızı, Yinglian.”
“Ne! Sahiden o mu?” diye bağırdı Yucun, şaşkınlık içinde. “Beş yaşındayken kaçırıldığını duymuştum. Peki, neden daha önce satmamışlar?”
“Böyle insanlar küçük kızları kaçırmaya özen gösterirler.” diye devam etti görevli. “On iki on üç yaşlarına gelene kadar onlara bakar, sonra ülkenin başka bir tarafına götürüp satarlar. Eskiden Yinglian ile her gün oynardık, çok iyi arkadaş olmuştuk. Yedi sekiz yıl sonra on iki on üç yaşlarında güzel bir kız olmasına rağmen yüzü hiç değişmemişti, bu yüzden onu kolayca tanıdım. Ayrıca iki kaşının ortasında bir pirinç tanesi büyüklüğünde, kırmızı bir doğum lekesi vardı, bunu görünce iyice emin oldum. Onu kaçıran adam tesadüfen oturmak için benim evimi kiralamıştı, bir gün o evde yokken kıza birkaç soru sordum. O kadar çok dayak yemişti ki konuşmaya korkuyordu ve onu kaçıran adamın babası olduğunu, borçlarını ödemek için kendisini sattığını anlattı ısrarla. Ona dil dökerek ikna etmeye çalıştığım zaman da ağlayarak çocukluğundan hiçbir şey hatırlamadığını söyledi. Ama o olduğuna hiç şüphe yok.”
“Genç Feng’ın kızı görüp onu kaçıran üçkâğıtçıya parasını ödediği gün, adam sarhoştu. Yinglian iç geçirerek sonunda çilesinin bittiğini söyledi bana. Ama Feng’ın üç gün sonra onu alacağını duyunca o kadar endişelenip üzüldü ki onu kaçıran adam çıkınca, biraz neşelensin diye karımı yanına gönderdim. Karım ona, Bay Feng’ın hayırlı günü beklemekte ısrar edişinin, ona bir hizmetçi gözüyle bakmadığının kanıtı olduğunu söyledi. Ayrıca o çok iyi bir beyefendiydi, hâli vakti yerindeydi; normalde kadınlardan hoşlanmadığı hâlde şimdi onu satın almak için çok para vermişti, bu da onu ne kadar önemsediğini gösteriyordu. Sadece iki üç gün beklemesi gerekiyordu, bunda üzülecek bir şey yoktu.”
“Karım ona böyle cesaret verdikten sonra, Yinglian biraz kendine gelmiş, yakında kendisine ait bir evi olacağına inanmaya başlamıştı. Ama bu dünya hayal kırıklıklarıyla dolu. Ertesi gün Xue ailesine satıldı. Başka bir aile olsaydı sorun değildi de herkesin ‘Budala Zalim’ adını taktığı genç Xue korkunç bir kabadayıydı ve su gibi para harcardı. O kadar para verdikten sonra kızın rızası olmadığını öğrenince, bilincini kaybedene kadar onu dövüp sanki bir ölü gibi zorla sürüklemişti. O zamandan beri kıza ne olduğunu bilmiyorum. Zavallı Feng Yuan mutlu olmayı hayal etmişti ama bu arzusunu gerçekleştirmek şöyle dursun, çok para harcamış ve canından olmuştu. Çok acıklı bir durum değil mi?”
Yucun, bu hikâyeyi duyunca iç geçirdi.
“Karşılaşmaları tesadüf olamaz. Kaderin işi olmalı. Bir tür telafi. Yoksa Feng Yuan’in Yinglian’e aniden duyduğu sevgi başka nasıl açıklanabilir ki? Onca yıl kendisini kaçıran kişinin acımasız muamelesine katlanan Yinglian sonunda kendisini seven bir adamla bundan kurtulma fırsatını bulmuş, onunla evlenebilseydi her şey çok iyi olacaktı ama sonra bunlar oluyor! Hiç şüphesiz Xue ailesi Feng’ınkinden