Мемдух Шевкет Эсендал

Ayaşlı ile Kiracıları


Скачать книгу

kayış, geniş külot pantolon, dar çizmeler, meşin ceket, koltuğunda meşin cüzdan, bir otomobilin köşesine yaslanarak şehirlerde gezmiş, masanın uzak bir köşesine ilişerek saçlar dağınık, dişleri arasında da cigaranın uzun zıvanasını çiğneyerek toplantılarda zararsız sözlere karışmış. Böyle bir zaman yaşadıktan sonra, günün birinde yakasını parti içinde parti çıkarmak isteyen arkadaşlarına kaptırmış ve epey korku çekmiş ise de ucuz kurtulmuş, onu erzak idaresi emrinde yumurta toplamak işi ile ve Kogan adında bir Yahudi arkadaşıyla Kiev taraflarına yollamışlar. Oradan bir kolayını bulup kaçmış. Bunları ben onun ağzından parça parça ancak birkaç ayda öğrendim. İlk görüştüğümüz gün bana; Ayaşlıyı otel tuttuğu zamandan tanıdığını, eşyası olmayan bir adam için burada yaşamak kolay değil ise de Ayaşlının hatırını kıramadığını, gidip bir oda takımı aldığını anlattı. Sonra Almanya’dan bir mütehassıs getirttiğini, Adapazarı yakınlarında bir fabrika yaptırdığını, orada soğuk tuğla çıkardığını söyledi. Tuğlalarından örnek getirmiş, askerî fabrikalarda deniyorlarmış. Demiryolu İdaresi denemiş, beş vagon almak istiyormuş. Sonradan öğrendim ki İskender’in yaptırdım dediği fabrika, eski bir un değirmeni imiş. Burasını kiralamışlar, içine de birkaç makine koymuşlar. Almanya’dan gelen mütehassıs da bir Beyaz Rus imiş, İstanbul’da likörcülük yapıyormuş. Anlaşılıyor ki İskender, onu da boğaz tokluğuna tutmuş, o adam da bir şeyler yapmış, birkaç bin tuğla da istasyona gelmiş. İskender, bu tuğlayı tanıtıncaya kadar güçlük çekeceğini, sonra müşterisinin ayağına geleceğini söylüyor. Bu sivrice işe aklı eriyor mu diye Ayaşlının yüzüne baktım: “Bir çimento işi yapsaydınız daha iyi olurdu.” demeyi düşündüm ama söylemedim.

      İskender Bey’i yalnız Ayaşlı değil Faika Hanım da eskiden tanıyormuş. Faika ile bu yeni komşuyu pek ağız ağıza konuşurlarken gördüm, doğrusu gönlüm biraz çürüdü. Bunlar da mı Ayaşlının otelinde tanıştılar? Faika’nın yaradılışı sokulgan, oynak olduğu için bir erkeğe çokça yüz vermesi çok görülmemelidir. Ben niye bunu gözümde büyüttüm bilmem. İskender sevimli adam olduğu, herkesin gönlünü avlamayı çoklarından iyi bildiği için yalnız Faika değil, herkes onunla tatlı konuşmaya başladı. İskender Bey, hizmetçilerle yüz göz olmayı hoş görmez. Halide’ye de yüz vermiyor. Halide onu çok sevimli bulmakla beraber kibirli olduğunu söylüyor, her fırsatta İskender’i çekiştiriyor.

      Ayaşlı, Hasan Bey ve ben Halide’yi karşımıza alıp konuşuyoruz, ona hizmetçi gibi değil, Ayaşlının kızıymış gibi davranıyoruz. Halide, görgülü bir kız olmadığı için karşımızda biraz yakışıksız sözler söylediği, şaka etmeye kalkıştığı da oluyor. Biri dışarıdan görse bunları fazla bulur. Belki çirkin de görür. İskender Bey, dairemize gelinceye değin bana hiç çirkin gelmezken o gelince hizmetçiye karşı bu yârenliğimiz ki biraz da benim yaradılışımın yaptığı bir şeydir, kendi gözüme de çirkin görünmeye başladı. Ancak İskender Bey’den sıkılıp Halide’ye ağır davranmayı da kendime yediremedim. Halide’nin beni kardeş gibi sevmesi ve bana yüksünmeden hizmet etmesi beni avuttu. Sonra günler geçip de ben İskender’i daha yakından tanıdıkça bir zaman ondan çekinmiş olduğuma sıkılmaya başladım.

      İskender’in odasına ilk gittiğim gün, bana pek çok ikram etti. Çay, reçel, pasta, likör, şekerleme verdi. Az günde odasını düzeltmiş, süslemiş, duvarlarına resimler asmış. Masa, masa örtüsü, hem temiz hem süslü… Bana babasının, anasının, kardeşlerinin resimlerini gösterdi. Sonra Rusya’dan kaçırabildiği birkaç fotoğraf çıkardı. Bunlar İskender’in mektepli zamanı resimleri idi. Babasının Rusya’da kalan zenginliğini anlattı. Türkçeyi, Hemşinli aksanıyla, biraz da Tatarca, Rusça kelimeler karıştırarak konuşuyor.

      Babasının resmine baktım: Pos, kır bıyıklı, iri yarı bir adam. Zenginlik, küçük burjuvalık üstünden akıyor. İskender’in genç mektepli resimlerinde, duruşları ne kadar yapma, ruhsuz ise babasının resmi de o kadar canlı.

      İskender Bey, bana fabrikasından birkaç resim de gösterdi. Yakından alınmış resimler, bunlara bakarak fabrikadan bir şey anlamaya çalışmak boşuna! Ben bu fabrika resimlerine bakarken İskender Bey sözü, memleketimizdeki para kıtlığına çevirdi:

      “Para olsa bu memlekette, az zamanda büyük işler yapmak çok kolay.” dedi. “En kârlı işlerden biri de bu soğuk tuğla işi.”

      Bir hesap yaptı: Eğer bugün fabrikaya daha on beş bin lira sermaye konsa günde bilmem kaç yüz bin tuğla çıkarıyormuş. Tuğlanın değerini yarı yarıya ucuz tuttu, onun yarısını da bana caba indirdi. Memlekette ne kadar tuğla sürüldüğünü hesapladı; aydasını buldu, gene yarısı bana caba, vergisi masrafı, vereceği aylıklar, gündelikler, çimentosu, toprağı, getiriş, götürüş parası ve gene sonunda bir kazanç kalıyor ki akla durgunluk verir!

      “Bugün hükûmet bir ufak yardım etse… Bankanın parasını altı ay için isterim. Sonra çeksin parasını!”

      Bu hesapları, İskender Bey tanıdığı birkaç mebus beye de açmış çünkü bu işte en büyük menfaat memlekete! O mebuslar da çalışacaklarmış.

      “Sizin bankada bu iş üzerine hiç söz geçmedi mi?” diye bana soruyor.

      “Geçse de müdürler konuşurlar, biz duymayız.” dedim.

      “Bu öyle bir iş değil ki!” dedi. “Hani ben artık eksik diyeyim. Banka kendisi idare eder. Bir adam kor, parayı kendi alır kendi verir.”

      Eskiden Rusya’da nasıl olduğunu anlattı.

      “Bu Şefik Bey de eskiden Rusya’da bulunmuş, ona sorun.” dedi.

      Sonra Şefik Bey’in şahitliğini kendi de az görmüş olacak ki:

      “Kime isterseniz sorunuz.” diye ekledi.

      İskender Bey bu işi birkaç mebusa anlatmış ancak çok adama da anlatmak istemiyormuş çünkü kazançlı işi tez kaparlar. İskender Bey’in fabrikasını kurmaya gelen Almanlar ortak olmak istemişler.

      “Bilirsiniz ki onlar hesapsız işe girmezler!”

      İskender Bey bu yabancıları memlekete sokmak istememiş. O istiyor ki bir yabancı kazanacağına banka kazansın!

      “İşin kötüsü bizim bankacılarımız da memur kafalı! Anlamıyorlar. Rusya’da…”

      Alt tarafını dinler gibi göründüm ama dinlemedim. Karnım ağrıyordu. O da dinlemediğimi ve onun verdiği misallerin bence değeri olmadığını anladı, sözünü kesti.

      İskender Bey komşumuz olur olmaz, evimizi şenlendirdi; herkesin gönlünü alacak bir şey yapmaya başladı; Faika ile eski dost, arkadaş yahut daha ileri! Faika’nın kaynanasına hemen bir örme hırka daha armağan etti, kocakarıyı sevindirdi. Bir tanıdığının yardımı ile şoför Fuat’ın aylığını artıracağını söylediler. Sonra bu söz değişti. Kendisi bir otomobil alacak, Fuat işletecekmiş, dediler. Şefik Bey’le eskiden tanışmıyorlarmış, pek tez arkadaş oldular. Şefik Bey’in de bir zaman Rusya’da bulunmuş olması, başını gözünü yararak biraz Rusça konuşması aralarında sanki bir hısımlık doğurdu, gurbette birbirini bulmuş iki hemşeri gibi yaklaştılar. İskender Bey, Türkçe konuşmak ister konuşmasındaki bozukluğu saklamaya çalışır. Şefik Bey de İskender’i görünce Rusça söyler. Onun Rusça konuşmaktan sakındığının farkında olamaz. Rusça, İskender’le onu herkesten ayırıyor, aralarında sanki bir soy yakınlığı yapıyor.

      Şefik Bey, eski hariciye arkadaşlarına rast geldikçe onlarla da Fransızca konuşmaya çalışır.

      İskender, bizim Hasan Bey’i de avlamanın yolunu buldu: Hasan