Мемдух Шевкет Эсендал

Ayaşlı ile Kiracıları


Скачать книгу

ben gider polise haber veririm.” diyor. “Bu evde benim hayatım tehlikededir derim.”

      Faika sırıtıyor, alay ediyor:

      “Böyle acıklı şeyler söyleme, polisin yüreğine iner.” diyor.

      Hepimiz gülüyoruz. Şefik Bey niçin güldüğümüzü sanki anlamıyor, bize bakıyor. Ne düşündüğünü yüzünden anlamak mümkün olmuyor. Biraz durduktan sonra gene ilk söylediklerini söylüyor:

      “Eğer benim bu evde kaldığımı isterseniz, bu kızı buradan kovarsınız. Benim hayatım tehlikededir. Bu kız beni boğar.”

      Faika diyor ki:

      “Ben varken sen korkma! Ben seni kurtarırım!”

      “Gece sen nereden duyacaksın?”

      “Duyarım ben, sen zile bas!”

      “Ne olur, benim hatırım için kovun!”

      Ayaşlı diyor ki:

      “Kovarsak daha kötü olur Şefik Bey, senin için kovduğumuzu anlar; seni yolda çevirir, döver. O zaman ne yaparsın?”

      “Benim için kovmuş olmayın!”

      “Hem kovalım hem de yalan mı söyleyelim!”

      Hasan Bey kızdı, dedi ki:

      “Kovsunlar iyi ama kabahati nedir, onu anlayalım.”

      “Kabahati beni dövdü, hepiniz gördünüz.”

      “Dövdü ama iki gözüm, öyle dayağa canım kurban. Sen dayağı kat kat hak ettin.”

      “Niçin?”

      “Zavallı kızın hakkını yedin.”

      “Getirsin çoraplarımı, parasını vereyim.”

      “Örtüye ne dersin?”

      “Onun getirdiği örtü yanıktı.”

      Faika’nın kaynanası karıştı:

      “Aaaa!” dedi. “Allah’tan kork! Yepyeni örtü idi. Biz burada baktık, işte Faika da burada. Öyle değil mi? Söylesene!”

      “Eskiydi ben bilmez miyim?..”

      Bu sözleri söyleyen ve dinleyen bir adamın ince ince para, kambiyo, kur hesapları yapmasına siz şaşmaz mısınız?

      7

      Apartımanımızın sekiz numarasında, bir ufak çocukları ile genç bir karı-koca oturuyorlar. Erkek, Abdülkerim Bey; alçarak boylu, esmerce, Moğolsu suratlı, güler yüzlü bir adam. Karısı İffet Hanım İstanbullu bir kız, İstanbul’un Üsküdar’ından imiş; rengi solukça, zayıfça bir kadın. Çirkin değil amma nasıl demeli, zavallı suratlı. İstersiniz de ona bir mevki veremezsiniz. Onunla konuşabilmek için, onu sevebilmek için değersiz tutmaya çalışırsınız. Belki akılsız… Bizim komşular, bu kadını güzel buluyorlardı.

      Abdülkerim, Buharalı imiş, çok küçük yaşlarında İstanbul’a gelmiş, orada okumuş. Harbiye Mektebinden çıkmış; biraz hizmetten sonra çürüğe çıkmış, tekaüt olmuş. O zamandan beri burada odunculuk, kömürcülük ediyormuş. Harbiyeden çıkıp da alışverişte bir iş becerebilenler azdır. Abdülkerim’de babasından, dedesinden gelme bir istidat olsa gerek! Ayaşlının sözüne bakılırsa işi yolunda imiş, beş-on parası da varmış.

      İffet Hanım, üç çocuk doğurmuş. Bunlardan ilk ikisi, yaşamamış ölmüş. Üçüncü çocukları, Turhan Mukimüddin adında; hasta suratlı, ağlamış suratlı bir oğlan. Sağ ve yanlarında. Ağlamadığı, huysuzluk etmediği saat yoktur.

      Bu ana-baba, çocuk büyütmek, terbiye etmek nedir hiç bilmiyorlar. Rahatsız, çelimsiz, keyifsiz olan çocuğu büsbütün densiz ve huysuz edecek ne varsa hepsini yapıyorlar. Anası çocuğa darılsa babası okşuyor, anası çocuğa kızarsa babasına çatıyor, babasına kızınca çocuğunu dövüyor. Bu yüzden çocuk, anası babası için çekilmez bir ağrı, sancı, bir hastalık, bir baş belası olmuş kalmış. İkisi de çocuktan korkuyorlar. Oğlan ağlamaya başlayınca anasının eli ayağı soğuyor, sinirleri çekiliyor, o da ağlamaya başlıyor.

      Kadın yalnız çocuğundan değil, kocasından da bezmiş:

      “Koca isterler kocaya varırlar, anlasam bu koca neye yarar?” diyor. “Bir geçinmek değil mi? Adam çamaşır yıkar gene geçinir. Hiç olmazsa çocuk doğurmaktan da kurtulur.”

      İffet Hanım, tekaüt olmuş bir küçük memurun kızı imiş. Daha çocuk denilecek yaşında, “Kısmeti çıktı.” demişler, bu adama vermişler. Gelin olmak, süslenmek kadınları avutur. Bunlar geçince İffet Hanım için evlenmenin bir tek iyiliği kalmış, o da geçinmek!

      “Çirkin bir adam.” demiş.

      “Erkekte güzellik aranmaz, huyu güzel olsun.” demişler.

      “Sevimsiz.” demiş.

      “Alışırsın, seversin.” demişler.

      Kocası sinsi, kurnaz ve tilki bir adam. Bir kere olsun sevişmemişler. Bu karılığın kocalığın bir eğlencesi yok. Evlendikten birkaç ay sonra gebe olduğunu anlamış, yedi aylık bir çocuk doğurmuş. Çocuk birkaç saatten fazla yaşamamış. Hastalık, hekimler… Çekilmez işkencelere katlanmış.

      Aradan birkaç ay geçtikten sonra ikinci çocuk… Anasının sütü yok. İnek sütü, emzik… Çocuk hasta. Hekimler besleyemiyorsunuz diyorlar. Nasıl beslemeli? Çocuk da o kadar sevimsiz ki anasının bile görecek gözü yok. Ne olacak? Üç aylık iken bu çocuk da ölüyor. Bir acı?.. Kocasını hekimler hasta buluyorlar, bakıyorlar; ilaç alıyor. Hastalık nedir? Bilmiyor. Biraz sonra bu üçüncü çocuk doğuyor. Babası adını, Turhan Mukimüddin koyuyor. Bir sütana tutuyorlar. Bir Habeş karısı… Çocuğu büyütüyor. İstanbul’da anasının evinde iken biraz daha rahattılar. Buraya gelip bir odaya sokulunca oğlan, çekilmez bir bela oluyor.

      Kadına yeniden gebe kaldın deseler öyle sanılır ki çıldıracak, kendini öldürmeye kalkışacak. O kadar korkuyor. Kocasına da kızıyor. Her koca böyle midir? Bu ne duygusuz adam, yalnız kendisini düşünür. İffet Hanım gittikçe kocasından soğuyor, Faika ile kaynanası da İffet Hanım’a yardım ediyorlar, onun gözünü açıyorlardı. Ben buraya geldikten biraz sonra, gündüz gelip çocuğa bakmak için bir hizmetçi tutuldu. Her gün odalarını Halide’ye temizletip toplatmaya başladılar. Bundan evvel İffet Hanım kendisi topluyormuş. İffet Hanım’ın odasının karışıklığını, pisliğini Halide’den dinlemeli. Halide, söylenir söylenmez her şeyi bana anlatıyor. Bir gün dedim ki:

      “Kızım, bunlar bir kadının gizli kalması lazım gelen şeyleridir. Bunları bana söyleyeceğine gidip kendisine öğretsene!”

      “Sanki kendisine söylemiyor muyum? Geçen gün kocasının yanında söyledim. Ben hanım değilim ama böyle hanımlara da kendimi değişmem.”

      Abdülkerim uysal bir adam, karısına bakmıyor, bakmak istemiyor; parasını kıskanıyor değil, bilmiyor. Karısı ona dikildikçe, karşı oldukça o alçalıyor, kadının istediklerini yapıyor. Belki kötü huylarından da geçiyor. Belki de karısı alışmış, o kadarına göz yumuyor, katlanıyor. Görünüşte odaları, yaşayışları düzeliyor. Bu iyileşme böyle kalır mı? Yoksa Faika ile kaynanasının dersleri arta arta kadını büsbütün baştan çıkarır, kocasıyla arasını açarlar mı? Abdülkerim gibi sessiz, sinsi adamların ne gün kızacakları ve kızınca ne yapacakları belli olmaz. Bir gün Faika ile konuşurken dedim ki:

      “Bu kadın kocasını sevmiyor, bilmediği için ona katlanıyordu. Şimdi siz onun gözünü açıyorsunuz, ya günün birinde herif bunu istemez yahut kadın bir aykırılık eder de araları açılırsa sonra